YDH- Lübnan merkezli el-Ahbar, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın politikalarını ele aldığı analizinde, Filistin Yönetimi liderinin hem Batı Şeria hem de Lübnan’daki uygulamalarıyla direnişi sistematik olarak zayıflattığını ve İsrail’in güvenlik ajandasına hizmet ettiğini vurguladı.
Abbas’ın Amerikan-İsrail projesinde uysal bir araca dönüştüğünü vurgulayan el-Ahbar, Abbas'ın İsrail’e siyasi ve güvenlik açısından bağlılık yemini ettiğini, direnişi kuşatma stratejisinde ortak olmayı kabul ettiğini ve kamplarda “silah teslim etme” uygulamasını Lübnan’da da tekrarladığını kaydetti.
Abbas, siyasi hayatı boyunca İsrail’in gündemine hizmet etmek amacıyla Filistin direnişinin hem askeri hem de siyasi araçlarını sistematik biçimde zayıflatmaya çalıştı.
Batı Şeria’da işgalci güçlerle kurduğu güvenlik koordinasyonu, direniş faaliyetlerini engelledi ve Abbas’ın güvenlik güçleri sayesinde İsrail’in bölgede nispeten sakin kalmasını sağladı.
2007’den sonra uygulanan politikalar, Hamas ve İslami Cihat üyelerine yönelik baskılar ve Gazze’de zaman zaman maaş kesintileri, iç bölünmeleri derinleştirdi.
Bu durum ulusal birliğe darbe vururken, çatışma cephelerini ayırarak İsrail’e rahatlama sağladı.
Burc el-Baracne kampında hurda metallerin toplanıp Lübnan Ordusu’na teslim edilmesi, bu rızaların yalnızca son halkasını oluşturdu.
Abbas, Tel Aviv, Washington ve Riyad nezdinde “kabul edilebilir arabulucu” olarak kendini göstermeye çalıştı; ancak amacın silahları düzenlemek veya sivilleri korumak değil, kampları Hizbullah ve bölgedeki direnişe baskı aracı olarak gören projelere hizmet etmek olduğu anlaşılınca, kamplarda öfke arttı.
Bu yaklaşım, uzun süredir Filistin kamplarını silahsızlandırmayı ve güvenliği tehdit edebilecek direniş varlıklarını ortadan kaldırmayı hedefleyen İsrail’in stratejisiyle tamamen örtüşüyordu.
Lübnan’daki Filistinli gruplar, Abbas’ın hamlesini diasporadaki Filistinlilerin savunma araçlarını ellerinden alan tehlikeli bir taviz olarak değerlendirdi ve reddetti.
Bu taviz, İsrail’in işgal altındaki topraklar dışında herhangi bir silahlı Filistin varlığını engelleme yönündeki çıkarlarıyla doğrudan uyumlu bir gündem oluşturuyordu.
El-Ahbar'a göre, Abbas’ın Lübnan’daki politikası bir istisna değil, 1993’te Yaser Arafat ile dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin’in Beyaz Saray’da imzaladığı Oslo Anlaşmaları ile başlayan sürecin devamı niteliğinde.
Bu anlaşmalar, FKÖ’nün 1967 sınırları içindeki tarihi Filistin topraklarının %78’inden vazgeçmesini öngörerek iki devletli çözüm lehine dönüm noktası oluşturdu.
Abbas, yalnızca %22’si üzerinde, başkenti Doğu Kudüs olacak bir Filistin devleti kurulmasını kabul etmeye hazır olduğunu defalarca açıkladı.
İsrail ise Oslo Anlaşmaları’nı işgali sona erdirmeden sahada yeni gerçeklikler dayatmak için kullandı; yerleşimler arttı, devletleşme süreci engellendi.
Arafat’ın vefatının ardından 2005’te Filistin Yönetimi başkanlığına geçen Abbas, Oslo Anlaşmaları çerçevesinde müzakereleri tek seçenek olarak gördü ve silahlı direnişi reddetti.
Başından beri, “Filistin Yönetimi’nin başkanı olduğum sürece yeni bir intifadanın patlak vermesine asla izin vermeyeceğim” sözünü verdi.
2012 yılında Safed’den bir mülteci olarak, “Doğduğum yere dönmeyi talep etmiyorum” demesi, geri dönüş hakkından vazgeçildiği algısını güçlendirdi ve halkın öfkesini artırdı.
Batı Şeria’da Abbas’ın yaklaşımı, işgalci güçlerle yakın güvenlik koordinasyonuyla pekiştirildi. Oslo Anlaşmaları ile düzeni sağlama bahanesiyle kurulan Filistin Yönetimi’nin güvenlik aygıtı, her türlü direniş faaliyetine karşı fiilen İsrail’in güvenlik ortağı konumuna geldi. Abbas, bu koordinasyonu defalarca “kutsal” olarak nitelendirdi.
Öte yandan, Filistin güvenlik güçleri, mali ve siyasi destek karşılığında direniş üyelerini takip edip tutuklayarak işgale karşı operasyonları engelliyor.
İsrailli yetkililer de Abbas’ın çatışmaları önlemedeki rolünü kabul ediyor. 2013’te İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, Abbas ile “terörle mücadele” ve müzakerelerle üçüncü bir intifadayı önlemeyi kararlaştırdıklarını açıkladı.
Gazze, 2023 savaşının ardından İsrail bombardımanı altında sarsılırken, Mahmud Abbas aşağılayıcı bir tavır takındı.
Direnişi kucaklamak yerine işgalciye yakın bir dil benimseyerek Hamas’ın operasyonlarını kınadı ve bunları “hesapsız bir macera” olarak nitelendirdi. Bu tavır, İsrail söylemiyle doğrudan örtüşüyor.
Abbas, yaklaşımını meşruiyetini korumanın ve kaybedilmiş bir çatışmadan kaçınmanın yolu olarak savunuyor ancak pratikte, Filistin Yönetimi’nin devamlılığı, halkın kurtuluş özlemlerinden ziyade, işgalin güvenliğine hizmet etme işleviyle sıkı bir şekilde bağlı hale geldi.