YDH- İngiliz istihbaratçı Alastair Crooke'a göre, İsrail’in stratejisi, hem Filistinliler hem de bölgeyi radikalizmden arındırma umuduna dayanıyor.
Bu stratejinin İsrail’in kuruluşundan beri Siyonistler için temel hedef olduğunu kaydeden Crooke'a göre, bu “de-radikalleşme” hedefinin güncel şifre sözcüğü de İbrahim Anlaşmaları.
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Stratejik İşler Bakanı, eski ABD Büyükelçisi ve Trump’ın önemli “danışmanı” Ron Dermer, 24 Ağustos’ta İbranice yayım yapan Maariv’de, Anna Barsky’ye verdiği demeçte “gerçeği soğuk siyasi gözlerle gördüğünü” belirtiyor.
Dermer’e göre Gazze konusunda gerçek bir anlaşma asla Hamas ile değil, yalnızca ABD ile yapılabilir.
Dermer’e göre esas olan, Amerikalıların İsrail’in temel politikalarını kabul etmesidir. Kabine tarafından onaylanan beş öncelikli madde şunlardır:
- Hamas’ın silahsızlandırılması,
- Tüm rehinelerin serbest bırakılması,
- Gazze’nin tamamen askerden arındırılması,
- İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki güvenlik kontrolünü sağlaması,
- Hamas veya Filistin Yönetimi dışında alternatif bir sivil yönetim kurulması.
Dermer’e göre, Hamas’ın sadece kısmi rehineleri serbest bırakması siyasi bir felaket olur. Ancak Washington, Dermer’in önerisini bir “Amerikan planı” olarak desteklerse, Barsky’ye göre Dermer bunun “herkesin kazançlı çıktığı bir durum” yaratacağını ima ediyor. Dermer’in mantığında asıl risk, kısmi anlaşmanın Hamas’a iki-üç aylık bir fırsat vermesi; bu süre içinde Hamas güçlenebilir ve Amerikanların belirlediği nihai senaryonun dışında, kendi lehine bir çözüm arayabilir.
Dermer, yıllardır İsrail’in barışının, tüm Filistinlilerin önce “dönüştürücü de-radikalleşmesi” sağlanmadan mümkün olamayacağını savunuyor. Dermer şöyle diyor:
“Bunu doğru yaparsak, hem İsrail’i hem de ABD’yi güçlendirmiş oluruz.”
Gazze konusunda gerçek anlaşmanın yalnızca ABD ile mümkün olduğunu öne süren Crooke, ABD’nin İsrail’in güvenlik ve siyasi ilkelerini benimsemesinin işgal varlığı için kritik önemde olduğunu vurguluyor.
Birkaç yıl önce Dermer, Filistin sorununun çözümü için Batı Şeria ve Gazze’nin tamamen silahsızlandırılması gerektiğini savunmuştu. Ancak onun için silahsızlandırma tek başına yeterli değil; asıl amaç tüm Filistinlilerin kökten “de-radikalleşmesidir”.
Dermer bunu örneklemek için İkinci Dünya Savaşı’na atıfta bulundu:
“Almanlar yenildi, fakat daha önemlisi Japonlar tamamen “de-radikalleşti” ve savaşın sonunda itaatkâr hâle getirildi. Japonya, 75 yıl boyunca ABD güçlerinin işgali altında kaldı. Almanya da 75 yıl boyunca ABD güçlerinin kontrolündeydi. Başlangıçta bir anlaşmayla mı oldu bunlar? Hayır, dayatıldı; zamanla bunun onlar için iyi olduğu anlaşıldı ve karşılıklı çıkar oluştu.”
Trump, Dermer’in stratejisini anlıyor ancak Barsky’ye göre Netanyahu bu konuda doğal olarak tereddüt ediyor. Çünkü kısmi bir anlaşma, Smotrich ve Ben Gvir’in hükümetten istifasına yol açacak ve sağ-sağ koalisyonun çökmesine neden olacaktır; Netanyahu da bunun farkında ve bu nedenle karar vermekte zorlanıyor. Yine de ipi iki uçtan çekmenin bir sınırı bulunuyor.
Öte yandan Trump, görünüşe göre Dermer’in tezini destekliyor: Hamas’ın ölüm isteğinin çok tehlikeli olduğunu belirtiyor ve durumun kritikleştiğini, işi tamamlamaları gerektiğini vurguluyor. Dermer’in yaklaşımı ise sadece Hamas’la sınırlı değil; tüm Filistinliler, bölge ülkeleri ve özellikle İran için geçerli olan bir bilinç şekillendirme stratejisi içeriyor.
Gideon Levy, Eski Askeri İstihbarat Başkanı Aharon Haliva’nın Kanal 12’de şöyle itiraf ettiğini aktarıyor:
“Birkaç yılda bir soykırım yapmamız gerekiyor; Filistin halkının öldürülmesi meşru, hatta gerekli bir eylemdir.”
Bu, İsrail ordusunda bir ‘ılımlı’ generalin sözleri… 50 bin kişinin öldürülmesi “gereklidir.” Bu “gereklilik” artık “rasyonel” değil; kan hırsına dönüşmüş durumda. İsrailli oyun yazarı Benny Barbash, rehinelerle ilgili anlaşmayı destekleyen gösterilerde karşılaştığı birçok İsraillinin açıkça şunları itiraf ettiğini yazıyor:
“Bakın, bunu söylemekten gerçekten üzgünüm ama Gazze’de ölen çocuklar beni hiç rahatsız etmiyor. Oradaki açlık da ilgilendirmiyor. Açıkçası, umurumda değil. Bana sorarsan, hepsi orada ölsün.”
Levy, General Haliva’dan şunları da aktarıyor:
“Gelecek nesiller için, ordumuzun mirasının soykırım olması gerektiğine inanıyorum. 7 Ekim’de bir İsrailli için 50 Filistinli ölmeli. Artık çocuklar önemli değil. Ben intikam için konuşmuyorum; bu gelecek nesillere bir mesaj. Yapılacak bir şey yok, ara sıra bir Nakba yaşamaları gerekiyor, bedelini hissetsinler.”
Bununla birlikte, Netanyahu'nun, sağcı hükümet içi dengeler nedeniyle kısmi anlaşmalarda tereddüt ettiğini gözlemleyen İngiliz istihbaratçı, Smotrich'in, bu hafta Yahudi halkının “fiziksel olarak”, “toprağın fethi sırasında ilahi varlığın İsrail’e dönüş sürecini” deneyimlediğini açıkladığını aktarıyor.
Crooke bu konu hakkında şunları söylüyor:
“İşte bu kıyametvari düşünce, Trump yönetimine de sızıyor: Yönetimin etik duruşunu “savaş savaştır ve mutlak olmalıdır” anlayışına dönüştürüyor. Bunun dışında kalan her şey sadece ahlaki bir gösteriş olarak görülmeli (bu, Amalek’in yok edilmesi hikayesinden türetilen Talmudik anlayışa dayanıyor, bkz. Jonathan Muskat, Times of Israel). Böylece Washington’un inatçı liderlerin kafalarının kesilmesine dair yeni takıntısı (Yemen, Suriye ve İran), Hizbullah ve Lübnan’daki Şiilerin siyaseten etkisizleştirilmesinin desteklenmesi, inatçı devlet başkanlarının suikastla devrilmesi (ör. Imam Hamenei için öngörülen) ve devlet yapılarını yıkma planları (13 Haziran’da İran için planlanan) görülebiliyor.”
Dermer'ın “de-radikalleşme” tezinin, bölgeyi tam bir güçsüzlüğe indiren Leviathanvari bir “despotizmin” kurulması anlamına geldiğini vurgulayan Crooke'a göre, bunun içinde manevi, entelektüel ve ahlaki güçsüzlük de var.
Eski İsrail ordusu Ombudsmanı Tümgeneral (Emekli) İzak Brik de İsrail siyasi liderliğinin “İsrail’in varlığıyla kumar oynadığını” belirterek uyarıyor:
“Her şeyi askeri baskıyla başarmak istiyorlar, ama sonunda hiçbir şey başaramayacaklar. İsrail’i iki imkânsız durumun eşiğine getirdiler: Orta Doğu’da tam kapsamlı bir savaşın patlak vermesi ve/veya sürekli bir yıpratma savaşı. Her iki durumda da İsrail uzun süre hayatta kalamayacak.”
Crooke yazısının devamında şu soruyu yöneltiyor:
“Sınırsız savaş” işe yarayabilir mi? Böyle bir İsrail “terörü”, Orta Doğu’yu koşulsuz teslim olmaya zorlayabilir, bu da bölgenin askeri, siyasi ve kültürel olarak derin biçimde değişmesini ve İsrail uyduları hâline gelmesini sağlayabilir mi?”
Eski Saint-Cyr Askeri Akademisi Etik ve Hukuk Bölümü Başkanı Dr. Henri Hude'a göre, ''sınırsız savaş çözüm olamaz; çünkü uzun süreli “caydırıcılık” veya de-radikalleşme sağlayamaz''.
''Tam tersine, en kesin savaş sebebidir. Rasyonel olmamayı, daha rasyonel rakipleri küçümsemeyi ve daha az rasyonel rakipleri kışkırtmayı sürdürürse, Leviathan düşer; düşmeden önce bile güvenlik sağlanamaz.''
Hude, sınır tanımayan böyle bir “güç arzusu”nun kendi içinde öz-yıkım psikolojisini barındırdığını da belirtiyor:
''Bir Leviathan işlevsel olabilmek için rasyonel ve güçlü kalmalıdır. Rasyonelliğini yitirirse, daha rasyonel rakipleri küçümser ve daha az rasyonel rakipleri kışkırtırsa, düşmek zorundadır – ve düşer.''
İsrail'in yaydığı terörün tam olarak İran ve İsrail arasındaki savaşın kaçınılmaz algılanmasının ana nedeni olduğunu belirten Crooke İslam Devrim Lideri'nin, bu hafta yaptığı kamuya açık konuşmada bunun sonuçlarını açıkça dile getirdiğini açıklıyor. Ayetullah Hamenei şöyle demişti:
“Bu [Amerikan] düşmanlık 45 yıldır sürüyor, farklı ABD yönetimleri, partiler ve başkanlar boyunca. Her zaman aynı düşmanlık, yaptırımlar ve tehditler. Sorun nedir?”
Alastair Crooke’a göre, geçmişte ABD’nin İran’a yönelik eleştirileri terörizm, insan hakları veya demokrasi gibi “nazik” gerekçelerin arkasına gizleniyordu. Ancak bugün durum net: Crooke, ABD’nin asıl sorununun İran’ın kendi iradesine sahip bir millet olarak değil, Amerika’ya itaat eden bir güç olarak konumlanmasını istemesi olduğunu vurguluyor.
Crooke’a göre bu, İran halkı açısından derin bir hakaret ve onur meselesidir; ABD’nin gerçek amacı, İran’ın boyun eğmesini sağlamak ve bu beklentiyi kabul ettirmektir.
“Yüzeyde sorunu anlamaya çalışanlar yanlış bakıyor; müzakereden bahsediyorlar. 'Neden sorunlarını çözmek için doğrudan Amerika ile müzakere etmiyorsunuz?’ diyorlar. Esas mesele, Amerika, İran’ın emirlerine itaat etmesini dayatıyor” diyen Crooke, İranlıların böyle büyük bir hakareti asla kabullenmeyeceklerinin altını çiziyor.