Robert Inlakesh, el-Meyadin için kaleme aldığı makalede, İsrail ve ABD’nin İran’a karşı başlattığı savaşın bölgesel bir çatışmaya dönüşme ihtimali taşıdığını belirtti. İncelemeye göre, İran’ın balistik füze kapasitesi, Hizbullah’ın olası kara saldırısı ve Irak’taki Haşd Şabi’nin devreye girmesi, İsrail için varoluşsal tehditler oluşturuyor ve ABD’nin bölgedeki askeri hamleleri yeni gerilimi artırıyor.
YDH- İsrail tarafından yürütülen ancak ABD’nin liderliğini yaptığı İran’a yönelik savaşın beklenen devamının, bu yılın başlarında gördüğümüz gibi basit bir misilleme füzesi alışverişiyle sınırlı kalması olası görünmüyor. Bunun nedeni basit: bu cephe yeniden alevlenirse çok fazla şey tehlikeye girecek.
29 Haziran’da İsrail ile İran arasında ABD’nin arabuluculuğunda ilan edilen ateşkes yürürlüğe girdiğinden bu yana, ABD ve Siyonist rejim askeri teçhizatı yeniden konuşlandırmak için harekete geçti, Lübnan ve Basra Körfezi üzerinde yoğun gözetleme uçuşları gerçekleştirdi. Daha yakın zamanda ise ABD, Ayn el-Esed üssü ve Irak içindeki diğer tesislerden erken çekilmeye başladı.
Batı Asya genelinde şu anda kaynayan durumu anlamanın ilk noktası, her iki tarafta da hakim olan zihniyeti anlamaktır.
Bir tarafta, saldırgan konumda olan ve İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun “yedi cepheli savaş” olarak tanımladığı şeyi yürüttüğüne inanan Siyonist rejim ve Batılı müttefikleri var. Gazze Şeridi’ndeki cephe son 23 aydır kamuoyunun bilincine işlemiş, Lübnan’a yönelik savaşları, Suriye’deki toprak gasplarını, Yemen’in bombalanmasını ve İran’a saldırıları gölgede bırakmış olsa da bu daha geniş savaşın bir parçası durumunda.
İsrail-Amerikan perspektifine göre, yürüttükleri bu savaşın amacı, başını İran İslam Cumhuriyeti’nin çektiği “Direniş Ekseni”ni ortadan kaldırmak. Düşünce açık: bu dönemin, bölgesel direnişi ezmek ve bununla birlikte Tahran’da rejim değişikliğini gerçekleştirmek için eşsiz bir fırsat sunduğu varsayılıyor.
Haziran ayında, İsrailliler açıkça kendilerini fazla ileri taşıdılar ve 2024 Eylül’ünde Lübnan Hizbullahı’na indirdikleri darbeye benzer bir darbeyi İran’a indirebileceklerine inandılar. Siyonist rejimin İran’a yönelik yasadışı saldırısının ilk birkaç saatinde medyaları böyle bir darbeyi vurduklarını övünerek duyurdu. Ancak herkesin şaşkınlığına, 15 saat içinde İranlılar toparlandı ve Tel Aviv’in merkezine balistik füze salvo atışları başlattı.
ABD’nin saldırıları bile İran’ı yeterince zayıflatacak öldürücü bir darbe indirmedi; daha ziyade, İran’ın nükleer tesislerinin ABD saldırılarına rağmen, ciddi şekilde hasar görse dahi ayakta kalabileceğini kanıtladı. ABD kesinlikle İran için büyük bir tehdit oluşturuyor, ancak buradan çıkarılacak sonuç, Siyonist rejimin tek başına İran’la baş edemeyeceğidir.
Eğer İran ile İsrailliler arasında bir savaş daha yaşanırsa, Siyonist varlığın önleyici füze stoku zaten düşük durumda ve cephanelikleri bir hafta gibi kısa bir sürede ciddi şekilde tükenebilir. Ayrıca, İran’ın balistik füze saldırılarının yol açtığı hasarın boyutunu da hâlâ bilmiyoruz; çünkü İsrail askeri sansürü buna engel oluyor. Açıkçası, Gazze’de öldürülen ve yaralanan askerlerin gerçek sayısını kamuoyuna açıklamıyorlar, İran’ın onlara ne yaptığını kabul edeceklerini beklemek ise boş bir hayal.
Bir diğer önemli aktör ise Lübnan Hizbullahı. Bu yapı kendisini başarıyla yeniden inşa ediyor gibi görünse de onlarca yıl boyunca inşa ettikleri ve geçen yılın sonunda kullandıkları istihbarat kapasitesine kıyasla bir açık yaşıyor. Yine de İsraillilerin anladığı şey, İran’la bir çatışma çıkarsa ve Hizbullah sahada savaşa girmeyi seçerse, bunun kendi varlıkları için bir hayatta kalma mücadelesine dönüşebileceğidir. Eğer, ki bu çeşitli faktörlere bağlı, Hizbullah tam ölçekli bir kara saldırısı başlatır ve aynı anda İran işgal altındaki Filistin’e balistik füzeler yağdırırsa, bu durumda Lübnanlı direniş hareketi İsrail kara kuvvetlerine tam bir yenilgi yaşatabilir ve Filistin’in kuzeyinde geniş toprak parçalarını ele geçirebilir.
Siyonist rejim şu anda Gazze Şehri’ni işgal etmeyi denemek için asker toplamakta ve “imkânsız göreve” hazırlandığını iddia ediyor. İsrail askeri tahminlerine göre bu operasyonun tamamlanması iki ila beş yıl sürebilir. Ayrıca, İsrail kara kuvvetleri ve araçları için son derece maliyetli olurdu. Bunu gerçekten yaparlarsa kuzey cephesi açıkta kalacaktır. Ancak tüm bunların bir blöf olması ihtimali de mevcut.
Eğer İsrailliler blöf yapıyorsa, bunun yerine Lübnan’a yönelik bir saldırıya hazırlanıyor olabilirler. Buradaki düşünce, Hizbullah’ın yeniden inşa sürecini durdurmak, onu daha da geriye götürmek ve muhtemelen Suriye topraklarını kullanarak Bekaa Vadisi bölgesine kara operasyonu düzenlemek olabilir.
Böylesi bir çatışma, özellikle ABD’nin Lübnan hükümetiyle birlikte Hizbullah’ın silahlarına el koyma planı yürüttüğü bir dönemde, Hizbullah için varoluşsal olurdu. Geçen yıl yaşananların tekrarı, yalnızca ABD-İsrail’in Hizbullah’ın silahlarına el koyma hedefini ilerletmeye yarayacak, buna karşılık bir zafer ise en azından Lübnan topraklarını kurtarmak ve silahsızlandırma gündemine büyük bir darbe indirmek anlamına gelecektir.
Dolayısıyla, eğer şu anda Siyonistlerin hedefinde İran varsa, stratejik açıdan önce Lübnan’a saldırmaları ya da İran’a saldırırken eş zamanlı büyük bir saldırı başlatmaları mantıklı olacaktır.
ABD’nin Irak’tan güçlerini çekmesi, İran’ı içeren bölgesel bir tırmanışın bir diğer önemli göstergesidir. Bunun nedeni özellikle Haşd Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) ve onların savaşa katılmaları halinde verebilecekleri büyük hasar potansiyelidir.
Irak’ın Haşd Şabi gücü henüz harekete geçirilmedi ve mevcut bölgesel çatışmada rolleri asgari düzeyde kaldı. Bunun nedeni, yaklaşık 230 bin kişilik gücün tamamen ya da kısmen harekete geçirilmesi halinde, operasyonlarının aniden durdurulmasının zor olmasıdır. Bu ise ABD’nin Irak içinde yönetemeyeceği dramatik bir bölgesel tırmanışa yol açar ve ABD savaşın birincil silahı olarak ekonomik baskı araçlarını devreye sokmak zorunda kalır.
Böyle bir çatışmanın ne kadar ileri gideceğine bağlı olarak, bunun küresel bir boyut kazanması ihtimali bile var. Şimdilik bu düşünceyi destekleyecek bir kanıt bulunmasa da ABD’nin Karayipler’e donanma konuşlandırması ve bunun Venezuela genelinde kitlesel milis seferberliğini tetiklemesinin bağlantılı olabileceği konuşuluyor. Ayrıca Çin ve Rusya da Washington’un kaynaklarını Batı Asya’ya kaydırdığı bir dönemde, uzun zamandır arzuladıkları bazı hedefleri gerçekleştirmek için böyle bir fırsatı kullanabilir.
İran’a yönelik bir sonraki saldırı, dünyanın “12 günlük savaş” olarak adlandırılan dönemde tanık olduğu şeye benzer görünebilir; ancak aynı çıkmaz sonucu bizi yeniden başlangıç noktasına götürecek ve başka bir savaşı tetikleyecektir. Bir noktada, bir şeylerin değişmesi gerekecek.
Şu anda topyekûn bir bölgesel yangının tehlikesinin yüksek görünmesinin nedeni, yalnızca İsrail-ABD ikilisinin Gazze’deki soykırımı sona erdirmeyi reddetmeleridir. Bu durum, Direniş Ekseni’nin kesin bir yenilgiye uğratılmak istendiğini göstermektedir. Kaçınılmaz olarak, bir taraf kazanmak ve diğeri kaybetmek zorunda kalacak; şu an için her iki taraf için de caydırıcılık diye bir şey yok. Sadece kimin zafer kazanıp yeni bir bölgesel gerçeklik inşa edeceği sorusu bulunuyor.
Çeviri: YDH