YDH- El-Ahbar gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim el-Emin, Lübnan’daki Filistinli mülteciler ve kampların siyasi ve askeri bir plan çerçevesinde sistematik olarak tasfiye edilmesinin halkın yararına değil bölgesel ve uluslararası güçlerin çıkarına hizmet ettiğini vurguluyor. Silahsızlandırma, baskı, mülteci yerleştirme ve kampların dönüştürülmesi gibi somut adımların plan dahilinde olduğu; ABD ve Suudi Arabistan gözetimindeki süreç kamusal hafızayı ve örgütsel direnci hedef alıyor.
Başbakan Nevaf Selam ve Filistin dosyasıyla ilgilenen ekibi, Lübnan’daki Filistin varlığını yeniden düzenlemek için büyük bir memnuniyetle çalışıyor. Ancak bu kez izlenen yöntem, bugüne kadar uygulananlardan tamamen farklı.
Kamp sakinleri ve Filistinli mülteciler, ağır yaşam koşulları ve derin insani sıkıntılarla boğuşuyor. Yine de çoğu, atılan adımların hayatlarını iyileştirmek için değil, onları başka bir yola sürüklemek için olduğunu fark ediyor. İçten içe, bu sürecin nihai amacının Filistin’den uzak, geri dönüş ihtimalinin giderek silindiği, kimsenin artık vatanlarının çalındığını hatırlamayacağı bir göç yolculuğu olduğunu hissediyorlar.
Şu ana kadar yaşanan gelişmeler iki başlık altında toplanabilir.
Birincisi, Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi ve onun dar çevresi, İsrail’in Arap ve İslam ülkelerine karşı yürüttüğü yıkıcı savaşı fırsata çevirerek yeni bir yol dayatmaya çalışıyor. Bu yol üç düzeyde şekilleniyor: Filistin Yönetimi kurumlarının meşruiyeti, Fetih hareketinin varlığı ve Filistin’in yurtdışındaki siyasi faaliyetlerinin geleceği.
Abbas ve ekibi, Filistin Yönetimi’nin geleceğinin belirsiz olduğunu ve İsrail’in projesinin örgütün kalan yapısını da tasfiye etmeye doğru ilerlediğini görüyor. Ancak bu sürece dahil oluşları, gerçeğe dair farklı bir bakıştan değil, çoktan bağımlısı oldukları çıkar ilişkilerinden kaynaklanıyor.
Bugün açıkça anlaşılan ise şu: “Filistin Yönetimi’nin mirası”, yalnızca Abbas’ın ailesi ve ona yakın dar bir siyasi çevreyle sınırlı kalacak şekilde şekillendirilmeye çalışılıyor.
İkincisi, Lübnan’da ABD-Suudi Arabistan-Filistin ittifakına uygun zemin hazırlamaya çalışan Lübnanlı bir ekiple ilgili. Bu ekip, Filistinli mültecileri hafifletilmesi gereken bir “yük” olarak görüyor.
Onlara göre bu “yük”, ikiye bölünmüş durumda: Bir yanda, kuşaktan kuşağa topraklarını geri alma davasına bağlı kalan mültecilerin siyasi rolü; diğer yanda ise mülteci topluluklarının sosyal ve ekonomik düzeni.
Amaç çok net: Mültecileri bir arada tutan tüm sosyal, yerleşimsel ve demografik bağları koparmak. Hatta dayanıksız duvarlara yaslanmış evlerini bile yıkıp ortadan kaldırmak.
Güncel gelişmelere aşina kaynaklara göre, Lübnan’daki Filistinli grupların silahsızlandırılması projesi Abbas-Selam ittifakının öncülüğünde sürüyor. Bu süreç, Cumhurbaşkanı Josef Aun’un yanı sıra, kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden çeşitli Lübnan güçlerinin desteğiyle ilerliyor.
Atılan pratik adımlar henüz mütevazı ve yüzeysel görünüyor. Ancak yine de bu girişim, söz konusu kamp için kayda değer bir başarı sayılıyor. Üstelik direnişin silahları meselesinin doğurabileceği ağır yükleri taşımadığı için, siyasi açıdan daha kolay yönetilebilir bir zemin sunuyor.
Kaynaklara göre, Fetih hareketine ya da Filistin Yönetimi’nin güvenlik güçlerine bağlı grupların ağır ve orta ölçekli silahları toplaması dahil bugüne kadar atılan adımlar, kamp sakinleri için hiçbir anlam ifade etmiyor. Aynı durum, iç savaşın sona ermesinden bu yana Filistinlilerin krizlerdeki rolünü görmezden gelen Lübnanlılar için de geçerli. İsrail ise, Filistinlilerin elinde bir bıçak dahi kalmasına tahammül göstermiyor.
Askeri uzmanlar, şimdiye dek teslim edilenlerin yalnızca kullanım dışı silahlardan ibaret olduğunu belirtiyor. Yine de bu adım, zayıf ve önemsiz görünmesine rağmen Beyrut-Ramallah ittifakı açısından gerekliydi. Çünkü taraflar arasındaki tartışma hızla, aktif Filistin direniş gruplarının—özellikle Hamas’ın—nasıl kuşatılacağına odaklanmış durumda.
Bu eğilim, Başbakan Nevaf Selam’ın temsilcisi ve diyalog komitesi başkanı Büyükelçi Ramez Dimashqieh ile Lübnan’daki Hamas liderleri arasında Büyük Saray’da yapılan toplantıya da açıkça yansıdı.
Toplantının açılışında Dimaşkiye, Hamas ve diğer grupların silahlarını toplayarak en kısa sürede Lübnan ordusuna teslim etmeleri gerektiğini vurguladı. Ancak Hamas heyeti, bu çağrıya net bir yanıt verdi: Silah meselesi belirli bir örgütü değil, tüm Filistinli grupları ilgilendiriyordu. Ayrıca Lübnanlı yetkililerin mevcut adımlarının, ne Beyrut ve Ramallah’taki otoritelerle ne de kamplarda yeni bir varlık gösteren gruplarla istişareye dayandığını, yalnızca Fetih hareketiyle sınırlı bir koordinasyonla yürütüldüğünü hatırlattılar. Dahası, bu sürece dahil olan bazı grupların Filistin Kurtuluş Örgütü’yle hiçbir bağı bile bulunmuyordu.
Toplantının sonunda Hamas heyeti, silahlarla ilgili ciddi bir tartışmanın tüm grupları kapsaması gerektiğini Dimaşkiye’ye iletti. Bunun üzerine Dimaşkiye, birkaç gün içinde genişletilmiş bir toplantı düzenlemeyi kabul etti.
Görüşmede masaya gelen bir diğer başlık ise Filistinli mültecilerin medeni haklarıydı. Dimaşkiye, daha önce taahhüt ettiği adımların neden hayata geçirilmediğine ve mültecilere hak tanıyacak yasa tasarısının neden eksik bırakıldığına ilişkin sorulara yanıt vermedi. Somut bir taahhütte bulunmak yerine, genel ifadeler ve tekrarlanan vaatlerle yetindi. Silah meselesiyle ilgili asıl misyonundan da sapmadı.
Şimdi sorulması gereken soru şu: Abbas-Selam fraksiyonu hangi güvencelere dayanıyor ve bu projeyi nereye taşımak istiyor?
Şu anda yaşananların, İsrail’in talepleri ve bazı Arap hükümetlerinin “mülteci yükünü hafifletme” eğilimleri doğrultusunda, ABD ve Suudi Arabistan gözetiminde ilerleyen entegre bir proje kapsamında gerçekleştiği açıktır. Ancak projenin nihai hedefi bunların ötesine geçiyor: direniş fikrini ve sahadaki örgütsel varlığı sistematik biçimde tasfiye etmek.
Projenin adımları şu şekilde özetlenebilir:
Filistinli grupların silahsızlandırılması.
Ağır ve orta kalibreli silahların toplanmasını hedefleyen kapsamlı bir program başlatılacak; silah taşımaya ısrar edenler yasa dışı sayılacak, aranan kişiler haline getirilecek ve Lübnan topraklarında faaliyet göstermeleri fiilen yasaklanacak.
Ramallah’a bağlı güvenlik gücünün yeniden inşası.
Kamplarda veya çevresinde zorla silahsızlandırma operasyonlarında Lübnan Ordusu ile işbirliği yapmaya hazır, Ramallah yönetimine bağlı yeni bir güvenlik birimi oluşturulması planlanıyor.
Yardımların koşullandırılması.
UNRWA hizmetlerinin azalması göz önünde tutularak; Filistin Yönetimi tarafından sağlanan mali, eğitimsel, sağlık ve diğer yardımlar, kamp sakinlerinin silahsızlanma planına bağlılığıyla ilişkilendirilecek. Uymayanlar sivil ve kamu hizmetlerinden dışlanacak.
Muhaliflere yönelik baskının genişletilmesi.
“Lübnan yasalarını ihlal” gerekçesiyle muhaliflere yönelik yaptırımlar kapsamının genişletilmesi ve kamplardaki Filistinli olmayanların zorla tahliyesini amaçlayan uygulamalar başlatılması hedefleniyor; bununla birlikte, İslamcı grupların “terörist” ilan edilip sert müdahalelerle bastırılması denenebilir.
Bilgi paylaşımı ve istihbarat akışı.
Filistin Yönetimi kararlarına uymayanlar hakkında Lübnan makamlarına güvenlik bilgileri sağlanacak; bu kapsamda, özellikle Hizbullah’la ilişkisi bulunduğu iddia edilen veya direniş faaliyetlerine karıştığı belirtilen gruplara dair bilgiler de paylaşılacak.
Seçici insani yerleştirme programları.
Batılı başkentler—özellikle Belçika ve Hollanda gibi Avrupa merkezleri—belirli Filistinli mülteci kategorilerini hızlandırılmış insani sığınma prosedürlerine yönlendirmek için yoğun çaba içinde; seçilecek isimler titizlikle inceleniyor. ABD ile işbirliği içinde yürütülen bu program, Lübnan’daki yaklaşık 100.000 Filistinli’nin (mültecilerin yaklaşık %40’ı) geri döndürülmesini ya da yer değiştirmesini amaçlıyor.
Daimi ikamet ve ekonomik entegrasyon teklifleri.
Lübnan makamlarının, Lübnanlı biriyle evli her Filistinli mülteciye daimi ikamet hakkı tanıması; mülteci sermayedarların mülk edinmesini kolaylaştırarak kendi projelerini hayata geçirmelerine imkân sağlaması; ve kısa vadede vatandaşlık vermemek kaydıyla mülkiyet ve istihdam kolaylıklarıyla entegrasyonu teşvik etmesi planlanıyor.
Kamp nüfusunun aşamalı boşaltılması.
Kamp sakinlerine dışarıda düzenli maddi destek sağlanarak kamplardan ayrılmaya teşvik edilmeleri bekleniyor. Bu kabul görmüş gibi görünse de asıl strateji, konut yasaları ihlali bahaneleriyle Filistinli olmayanları sınır dışı ederek kampları mülteci nüfusundan arındırmak; bunun ardından kampların varlığını ve devlet arazisi üzerindeki mülkiyeti sonlandırıp buraları devlet bağlantılı konut veya ticari projelere dönüştürmek olacak.
Bu adımlar bir arada değerlendirildiğinde, projenin yalnızca mültecilerin yaşayış koşullarını dönüştürmekle kalmayıp; aynı zamanda kamusal hafızayı, örgütsel direnci ve Filistin kimliğinin kent mekânlarındaki görünürlüğünü hedeflediği ortaya çıkıyor.
İlgililere göre, böylesi kapsamlı bir projenin, uygulamayı isteyen taraflar güçlü ve deneyimli kuruluşlardan pratik destek almadan hayata geçirilmesi mümkün değildir. Bu çerçevede İsrail, örgütsel aidiyetleri ne olursa olsun silahlı direnişe katılan tüm Filistinlilerin tasfiyesini sürdürmeyi taahhüt ediyor ve gerekirse kamplara sert operasyonlar düzenlemeye hazır olduğunu açıkça belirtiyor.
Lübnan ordusu ise, kamplara giriş ve çıkış yapanların hareketlerini sıkı denetim altında tutmalı ve haklarındaki suçlamalara bakılmaksızın yargı tarafından aranan herkesi tutuklamalıdır.
Abbas’ın kampı, Lübnan askeri ve güvenlik yetkililerinin desteği koşuluyla, muhalif gruplarla doğrudan silahlı çatışmaya başvurmaktan çekinmiyor. El-Aksa İntifadası öncesinde, İslamcı gruplarla yaşanan askeri çatışmada, el-Fetih hareketinin Ayn el-Hilve kampı dışından da askeri destek aldığı biliniyor. Lübnan ordusu, güneyden ve Beyrut’tan kampa silah ve savaşçı transferini kolaylaştırırken, Filistin Yönetimi güvenlik güçleri, Lübnan güçleri ve Suriye’den gelen kaçakçılardan silah temin etti.
Gerçekler, Ramallah hükümdarının kafasında, Amerikalılar ve İsrailliler nezdinde itibarını güçlendirmek için kendi halkının kanını dökmeyi bile umursamayan büyük bir stratejik hesap olduğunu gösteriyor. Peki Lübnan makamlarının böylesine kirli bir oyuna bulaşmaktan elde edeceği çıkar ne olabilir?
Çeviri: YDH