YDH - Çağrı cihazı patlamaları faciasından bir yıl sonra, görme yetisini kaybeden yaralıların çoğu psikolojik şoku atlatarak hayatlarına yeniden başladı. Yaralılar Vakfının "İyileştik" sloganıyla vurguladığı gibi, bu süreç sadece fiziksel değil, aynı zamanda topluma yeniden entegrasyonu ve bağımsızlığı içeren bir toparlanmayı ifade ediyor. El-Ahbar yazarı Zeyneb Hamud; evlenen, çocuk sahibi olan, işine ve eğitimine devam eden yaralıların hikâyeleri üzerinden bu direnç ve hayata tutunma mücadelesini somut örneklerle anlatıyor.
Çağrı cihazlarının patlatıldığı o korkunç facianın üzerinden bir yıl geçerken, görme yetisini kaybeden yaralıların büyük bir kısmının olanları anlamayı başardığı, şoku atlattığı ve yaralarıyla birlikte yaşayacakları yeni bir evreye başladıkları söylenebilir.
Kimileri eski işlerine döndü veya yeni durumlarına uygun iş fırsatları buldu, kimileri eğitim hayatına devam etti ve bazıları da resmî sınavlarda üstün başarı göstererek öne çıktı.
Aralarında evlenenler, çocuk sahibi olanlar ve hayat arkadaşını bulanlar oldu. Yaralıların bir kısmı doğal olarak tedavilerine odaklanmış durumda, ancak hepsi bağımsız olmayı ve yeni gerçekliklerine uyum sağlamayı öğrendi.
Büyük bir çoğunluğu, yaralanmanın izlerini silip hayatlarına devam etme çabasıyla yüzlerindeki yara izlerini gidermek için çalışıyor.
Yaralılar Vakfı bu sonuçlara, yaralılara dağıttığı anketler aracılığıyla ulaştı ve kampanyası için düşman İsrail'in "Çağrı cihazı saldırısında yaralananlar iyileşmedi ve iyileşemeyecek" iddialarına yanıt olarak "İyileştik" sloganını seçti.
Vakıf kaynaklarına göre, "iyileşme sadece sağlıkla ölçülmüyor; yaralıların çoğu hâlâ ameliyatlar geçiriyor, ancak onlar ne boyun eğmiş ne de evlerine kapanmış durumdalar." Aksine iyileşme, bağımsızlık, topluma yeniden uyum sağlama ve hayata devam etme ile alakalı.
Vakıf, "özellikle evlerde tuvaletlerin değiştirilmesi gibi düzenlemeler yaparak ihtiyaçlarına uygun bir ortam sağlayarak, yaralılara elektronik cihaz kullanımı gibi eğitimler vererek ve görme engellilerle nasıl iletişim kuracağını bilmeyen bir topluma onları entegre ederek" bu sürecin gerçekleşmesine yardımcı oldu.
Vakıf kaynakları, "uzman eğitmenler tarafından bir grup yaralının eğitildiğini ve bu kişilerin daha sonra kendi yaralı arkadaşlarına eğitim verdiğini" belirtiyor.
Ayrıca, "eski yaralılardan bazıları da yeni programlar sunarak ve vakfın mevcut programlarına eklenen yeni projeler önererek iyileşme sürecine büyük katkı sağladı."
Vakfın bu süreçte karşılaştığı en büyük zorluk ise "yaralıların beklenmedik iyileşme hızıydı; bu durum, onların toparlanma temposuna uygun yeni programların hızla geliştirilmesini gerektirdi."
Aşağıda, "İyileştik" sloganını somutlaştıran bazı yaralıların hikâyeleri yer alıyor.
Evliliklerinin üzerinden henüz bir yıl geçmemişken, Farah Gosn dokuz aylık hamileydi ve eşi Ali el-Azir ile "ilk göz ağrılarının" doğumunu bekliyordu.
Tam o sırada çağrı cihazı yüzlerinde patlayarak hayatlarını altüst etti. Farah vücudunun üst kısmında hafif yaralar ve izlerle atlatırken, en büyük hasarı Ali aldı: Görme yetisini tamamen kaybetti, ellerinin parmakları koptu ve beynine bir şarapnel parçası saplandı.
Rıza doğdu, ancak Ali onu görme hayalini gerçekleştiremedi. Oğlunun sureti, zihninde belirsiz bir görüntü olarak kaldı. Ona sarılarak, kokusunu içine çekerek, ağladığında ve güldüğünde sesine dikkat kesilerek onunla iletişim kurmaya çalışıyor.
Zamanla, baba ile oğul arasında bakışların olmadığı güçlü bir bağ oluştu. Farah ise Rıza'nın nasıl göründüğünü babasına tarif etmek için büyük çaba sarf ediyor: pParmaklarının boyutu, saçları, gözleri ve ne kadar hızlı büyüdüğü... Sonunda Ali'nin hayali gerçek oldu ve oğlunu, tam da Farah'ın anlattığı şekilde rüyasında gördü.
Farah için savaş koşullarında, İran'da tedavi gören eşinden uzakta doğum yapmak ve Şumustar'dan Beyrut'a tek başına göç etmek kolay değildi. "Ailesini ateş altında bırakıp İran'da bir umut ışığı arayan" Ali için de durum hiç kolay olmadı.
Bugün bu zorlu süreç, ailenin hatıra defterinde acı bir anıdan ibaret. Şimdiki zamanları ise çok daha aydınlık. Farah, "Ailemiz bu çetin sınavı başarıyla verdi ve bu durum ilişkimize olumlu yansıdı. Aşk evliliği yapmış olsak da bu olaydan sonra birbirimize olan bağlılığımız daha da arttı," diyor.
Yeni duruma uyum sağlayıp sorumlulukları yeniden düzenledikten sonra Farah, "Hayatımızda değişen tek bir şey var, o da Ali'nin yerine ailenin şoförü oldum," diye ekliyor.
Geleceği ise Farah ve Ali umut dolu çiziyor ve "aileyi Rıza'ya bir kardeşle süslemeyi" planlıyorlar.
Annesi Cumana'nın anlattığına göre, yaralanmadan önce Muhammed Katiş "evlilik fikrini bile reddediyordu." Olaydan sonra, görme yetisini kısmen geri kazanmak için küçük bir umutla İran'a gitti ancak başarılı olamadı.
Lübnan'a gözlerinin ışığı sönmüş bir halde, fakat geleceğe dair planlarla döndü. Çünkü orada, çağrı cihazı" saldırısında yaralananlara hemşire ve tercüman olarak yardım etmeye gönüllü olan tıp öğrencisi Cena Macid ile bir bağ kurmuştu.
Muhammed, Tahran'daki Mustafa Humeyni Hastanesi'nde tanıştığı Cena'ya âşık oldu ve yaralanmasından beş ay sonra onunla nikâh kıydı.
İlişkilerinin başında Muhammed sessizdi; "nadiren konuşur, acılarından şikâyet etmezdi. Herhangi bir soruya başını sallayarak cevap vermekle yetinirdi."
Yaralılar otele nakledildikten sonra Cena'nın yaraları pansuman etme ve gözlere damla damlatma görevi sona erdi, "ancak Muhammed için bu durum geçerli değildi." Gölgesi gibi yanından ayrılmadı: "En küçük ayrıntılarla bile ilgilenirdim. Sigarasını yaktığında, kül tablasını hemen uzatmaya özen gösterirdim."
Öyle ki insanlar, İran'a onunla birlikte gelen erkek kardeşi yerine Cena'yı onun daimi refakatçisi olarak görmeye başladı.
Hayatlarını nasıl kuracaklarını veya yirmi üç yaşındaki genç bir kadının omuzlarına binecek sorumlulukları düşünmeden onunla evlenmeyi kabul etti.
Cena, "Muhammed'in görmediğini hiç umursamadım, o benim gözümde her zaman görüyordu," diyor. Bunun sebebi, Muhammed'in yaralandıktan sonraki ilk anlardan itibaren gösterdiği bağımsız duruştu.
Bu durum Cena'ya, onun "diğerlerinden farklı olmadığı, kendi sorumluluğunu, benim sorumluluğumu ve birlikte kuracağımız ailenin sorumluluğunu taşıyabileceği" hissini vermişti.
Şadi el-Gul, şakayla karışık, "İsrail, bana sadece düğünümü altı ay geciktirmekten başka bir zarar veremedi," diyor. Düğün hazırlıkları sırasında patlayan çağrı cihazı onun gözlerinin ışığını söndürmüştü. Şadi, "Hayat arkadaşım, eşim o zaman da şimdi de benim gören gözlerim," diye ekliyor.
Evlerini döşerken, "mobilya ve ev eşyası mağazalarında göremediğim şeyleri bana anlatır, seçeneklerden modellere ve renklere kadar her detayı tarif ederdi."
Şadi sadece evlenmek için değil, hayatının tüm alanlarını yönetebilmek için de yaralanmasına başkaldırdı. Olaydan sonraki ilk aylarda tam bağımsızlığa ulaştı. "Kendi başıma giyinmek, yemek yemek ve birinin yardımı olmadan hareket etmek için çok çabaladım ve sonunda bunu başardım," diyor.
Hastaneden çıktıktan sadece iki gün sonra cep telefonunu ve bilgisayarını kullanmayı öğrendi ve "diğer yaralılara da bu cihazların kullanımı konusunda eğitim verdi."
Yaralanması, akademik eğitimini tamamlamasına engel olmadı; bugün yüksek lisans eğitimine devam ediyor:
"Gittiğimiz her yerde kimse bize acıyarak ya da merhametle değil, sevgiyle baktı. Üniversitedeki hocalarım ve arkadaşlarım beni memnuniyetle karşıladı ve olduğum gibi kabul etti."
Pek çok yaralı, engelli statüsüne geçtikten sonra daha içe kapanık hale gelirken, yaralanmanın Şadi üzerindeki etkisi tam tersi oldu; "az konuşan biriyken sosyal birine dönüştü."
Yaralanmasının üzerinden bir yıl geçtikten sonra durumunu "on üzerinden on" olarak değerlendiriyor. "Yaralarımızla o kadar iç içe yaşadık ki bazen yaralı olduğumuzu bile unutuyoruz. Bu kabulleniş, iyileşmenin bir parçası. Gerçekten iyileştik."
Çağrı cihazı patlamasında payına düşeni alan sol elinin üzerine, yara izlerinin arasına ve kopmuş parmaklarının üstüne Bilal Şa'bu, "Canım sana feda olsun ey ruhumun azizi" ifadesini dövme yaptırdı.
Dövmeye bakıp memnuniyetle gülümsüyor: "Olayın üzerinden bir yıl geçti," diyor ve soğukkanlılıkla ekliyor: "Geride kaldı."
Bilal, gözlerinden 11'den fazla ameliyat geçirdi ve sol gözünde yüzde 70 oranında görme yetisine ulaştı; sağ gözü ise devre dışı kaldı. Yaralanmasından üç ay sonra, on beş yılı aşkın süredir hemşire olarak çalıştığı hastaneye geri döndü ve bir yandan da tedavisine devam etti.
"Aklımı meşgul eden ne ameliyatlar, ne yeni sağlık durumum ne de hissettiğim acıydı. Tek düşündüğüm, gücüme yeniden kavuşup hayatıma muktedir, yetkin ve iyileşmiş bir şekilde dönmek için zamanla yarışmaktı," diyor.
Bilal'in işi hem hedefi hem de iyileşme aracıydı. "İşe döndüğüm ilk gün, beni eşi benzeri görülmemiş bir şekilde üretmeye iten ilahi bir güç hissettim." Kendisini engelleyen herhangi bir zorluk olduğunu hiç hissetmedi, aksine her işi kimsenin yardımı olmadan yapabiliyordu.
Hatta mesleki tecrübesinden faydalanarak yaralı arkadaşlarına telefonla sağlık danışmanlığı yaparak onlara yardım etmeye özen gösterdi.
Bilal ve ailesi, yaralanma olayına başından beri gelip geçici bir sağlık sorunu olarak yaklaştı:
"Belki bazıları psikolojik durumumuz hakkında konuşurken abarttığımızı düşünebilir, ama bize kalp gözüyle bakanlar ne kadar samimi olduğumuzu bilir."
Çeviri: YDH