YDH - Hizbullah, kendisini on yıllardır koruyan üç temel katmanın (Şii tabanı, Lübnan içi ittifaklar ve bölgesel destek) zayıflamasıyla benzeri görülmemiş bir baskıyla karşı karşıya. İçeride Şii halkası ekonomik krizle sınanırken, ulusal düzeydeki müttefikleri de değişen dengeler nedeniyle örgütten uzaklaşıyor. Lübnanlı araştırmacı ve akademisyen Muhammed Mehdi Bercavi'nin değerlendirmesine göre bölgesel düzeyde ise Suriye'deki yeni rejim ve kırılgan Suudi-İran diyaloğu gibi gelişmeler, örgütü yeni siyasi açılımlar yapmaya ve öz kaynaklarına daha fazla güvenmeye zorluyor.
Hizbullah’ın Lübnan'da karşılaştığı artan baskı, gelip geçici siyasi bir ayrıntı değil. Bu, örgütü on yıllardır çevreleyen ortamdaki daha derin bir dönüşümün yansıması.
Nitekim yakın zamana kadar müttefiki olan veya en azından tercihlerine anlayışla yaklaşan partiler ve şahsiyetler, kademeli olarak yeniden konumlanmaya başladı. Bu yeniden konumlanma, örgütün düşmanlarının onu siyasi ve toplumsal olarak tecrit etme hedefine fiilen hizmet ediyor.
Söz konusu gerileme, yine değişen bölgesel bir bağlamda yaşanıyor; bu bağlamda örgüt, dış ittifakının ve stratejik derinliğinin bazı temel direklerini kaybetti.
Dr. Edhem Suli'nin örgüt hakkındaki kitabında belirttiği gibi Hizbullah, tarihi boyunca, özellikle de 2006 Temmuz Savaşı'ndan sonra, İsrail'le savaşı sürdürme veya buna sürekli hazırlanma kabiliyetini güvence altına almak için "koruyucu katmanlara" benzeyen üç temel koruma halkasına dayandı.
Bunlar: Birinci savunma hattı olarak Şiilerin birliği, ardından ulusal bir kalkan sağlamak için mezhepler üstü Lübnan ittifakları ve son olarak, kendisine stratejik derinlik ile siyasi ve askeri destek sağlayan bölgesel ittifaklar.
Mevcut durumda, bu katmanların tümü farklı derecelerde sarsılıyor ve bu durum örgütü, iç ve dış ilişkilerini yeniden şekillendirme konusunda eşi benzeri görülmemiş zorluklarla karşı karşıya bırakıyor.
Hizbullah, 1980'lerdeki kuruluşundan bu yana, bir direniş gücü olarak ayakta kalmasının ve devamlılığının öncelikle kendisini kucaklayan Şii tabanına bağlı olduğunu anladı. İlk on yıl, Emel Hareketi ile Şii saflarını zayıflatma tehlikesi taşıyan çetin bir çatışmaya sahne olsa da iki taraf bölünmenin tehlikesini kısa sürede fark etti ve bölgesel koşulların olgunlaşmasıyla sağlam bir yapısal ittifak kurdular. Bu ittifak zamanla, örgütün iç koruma projesinin belkemiği haline geldi.
Ancak bu savunma halkasının gücü yalnızca siyasi mülahazalara veya ideolojik seferberliğe dayanmıyor; aynı zamanda örgütün on yıllar boyunca inşa ettiği geniş sosyoekonomik altyapı ağına da dayanıyor.
Okullar, hastaneler ve hizmet kurumlarından oluşan bir ağ kurdu, kalkınma projeleri yürüttü ve başında Kard'ul Hasen Derneğinin bulunduğu mali destek ağları tesis etti. Zamanla bu kurumlar, Şii tabanı için sosyal ve ekonomik bir güvenlik şemsiyesi oluşturdu.
Bu yapılar, devletin zayıf olduğu bir ortamda sadece temel hizmetler sunmakla kalmıyor, aynı zamanda Şii halkın örgüte olan bağlılığını da derinleştirerek onu geçim ve sosyal güvenliğinin garantörü olarak görmesini sağlıyor.
Bu bağlamda, hizmet programının güvenlik ve askeri düzeyde de bir etkisi var. Örgüt, İsrail saldırılarına ve iç kaosa karşı bir korunma hissi sağlarken, ideolojik-siyasi varlığı da direnişçi Şii kimliğinin en belirgin tezahürünü yansıtıyor.
Pek çok destekçisi için Hizbullah yalnızca siyasi veya askeri bir örgüt değil, aynı zamanda ideolojik aidiyetin bir tecessümü ve Şii toplumuna karmaşık bir değerler ve semboller dokusu içinde varlığını ve bütünlüğünü hissettiren kolektif bir deneyim. Sosyal, iktisadi, askeri ve kimliksel güvenlik arasındaki bu iç içe geçmişlik, Şii halkasını örgütü çevreleyen "çelik bir halka" haline getiriyor.
Yine de bu halka mutlak bir korumaya sahip değil. Zamanla, özellikle barış dönemlerinde, Şii tabanı içinde ekonomik ve sosyal yüklere dair sorular ortaya çıktı. Zira halkın örgüte sunduğu desteğin bir sınırı var ve bu insanlar, özellikle Lübnan'daki ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte, geçim gelecekleri ve ekonomik durumlarının iyileştirilmesi konusunda ikna edici cevaplara ihtiyaç duyuyor.
Özellikle de örgütün anlatısını inşa etmede Şehit Seyyid Hasan Nasrullah gibi karizmatik ve merkezi bir figürün yokluğunda, bu sorular etkili ve şeffaf bir şekilde ele alınmazsa, zamanla örgütü bu halkanın sağlamlığını korumak için yeni yaklaşımlar geliştirmeye zorlayan bir iç meydan okumaya dönüşebilir.
Suriye'nin 2005'te çekilmesinin ardından Hizbullah, Şii tabanını aşan ulusal bir kalkan sağlamak için iç ittifak yelpazesini genişletme ihtiyacı duydu. Özgür Yurtsever Hareketi ile nitelikli bir ittifak kurarak, Şii İslami referanslı bir direniş hareketi ile Maruni Hristiyan bir akımı bir araya getiren alışılmadık bir formül ortaya koymayı başardı ve örgüte önemli bir Hristiyan desteği sağladı.
Bu sırada örgüt, tamamen tecrit edilmekten kaçınmak için diğer mezheplerden güçler ve şahsiyetlerle de ilişkilerini sürdürüyordu.
Son dönemde bazı müttefiklerin tutumlarında değişiklikler gözlendi. Bunun nedeni sadece ekonomik krizler ve iç bölünmeler değil, aynı zamanda bölgedeki güç dengelerinin değişmesi, örgüt için stratejik bir derinlik oluşturan Suriye hükümetinin düşmesi ve İsrail'le yaşanan son savaşın bıraktığı derin yaralar.
Bütün bu dönüşümler, bazı güçleri hesaplarını yeniden yapmaya itti ve bu güçler kendilerine siyasi bir güvenlik mesafesi arıyor. Bu durum, örgütün yaklaşık yirmi yıldır sahip olduğu hareket alanını daralttı.
Değişen gerçeklik karşısında Hizbullah, eski ittifakların tek başına ulusal bir kalkan sağlamaya yetmediğini anladı. Bu nedenle, iç ilişkilerini daha esnek araçlarla yeniden şekillendirme çabasıyla, kendisine düşmanlık edenler de dâhil olmak üzere farklı siyasi güçlere yeni sinyaller göndermeyi seçti.
Örgüt liderliğinin ulusal ortak paydalarda işbirliği yapma, İsrail işgaline karşı birleşme ve devleti yeniden inşa etmek için ciddi bir diyalog başlatma çağrısı, örgütün kutuplaşmayı azaltma ve kendisini kapalı bir grup olarak değil, birleştirici bir Lübnanlı aktör olarak yeniden sunma arzusunu yansıtıyor.
Bu girişimin, İsrail saldırılarıyla başa çıkma sorumluluğunu Lübnan hükümetine yüklemesiyle ilişkilendirilmesi, örgütün çatışma yükünü tek başına üstlenmek yerine devlet kurumlarıyla paylaşma çabasını gösteriyor.
Böylece iç meşruiyet halkalarını genişletmeye ve hâkimiyet kuracağına dair endişeleri gidermeye çalışıyor. Bu hamle, örgütün Lübnan halkasını korumanın, son yıllarda etkinliği azalan geleneksel ittifak ağıyla yetinmek yerine, pragmatizm ve açıklığa dayalı farklı bir yaklaşım gerektirdiğini anladığını ortaya koyuyor.
Hizbullah'ın istikrarı koruma, uzlaşmalara girme ve ittifak yelpazesini genişletme yönündeki daimi arzusunu teyit etmek için, örgütün iç ittifak ağının son derece zorlu bir sınavdan geçtiği 2005-2008 dönemine dönülebilir.
Refik Hariri suikastı ve Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesi, Lübnan'da yeni dengeler yarattı. Gerilim, 7 Mayıs 2008 olaylarında doruğa ulaştı; örgüt, silahını doğrudan hedef aldığını düşündüğü hükümet kararlarına askeri güçle karşılık verdi. Sahadaki gücünü kanıtlamış olsa da birkaç gün sonra Doha Anlaşması aracılığıyla ulusal bir siyasi uzlaşmaya dâhil olarak, devlet tehlikedeyken uzlaşmacı çözümleri tercih ettiğini teyit etti.
İran ve Suriye ile ittifak, her zaman örgütün stratejik derinliğini oluşturdu. Temmuz 2006'dan sonra örgütün rolü güçlendi ve Direniş Ekseni'nin öncüsü haline geldi.
Ancak bugün farklı bir ortamla karşı karşıya: Yeni rejimiyle Suriye artık güvenli bir arka bahçe değil, İran yaptırımların ve doğrudan savaşın baskısı altında ve Arap ve bölgesel güçler, örgütün geleneksel güvenlik ağını daraltan yeni uzlaşmalar ve bölge haritalarını yeniden çizme arayışında.
Bölgedeki son savaşlar, bölgesel öncelikleri yeniden düzenlerken, Suudi-İran anlaşması kutuplaşmanın şiddetini azaltan bir dönüm noktası oldu ancak henüz üzerine inşa edilebilecek bağlayıcı mutabakatlara dönüşmedi.
Riyad ve Tahran arasındaki yakınlaşma, bölgedeki dengelerin yeniden şekillenme olasılığının kapısını aralayabilir, ancak bu durum kırılgan ve herhangi bir hesap değişikliğinde veya gerilimlerin tırmanmasına bağlı olarak bozulabilir.
Hizbullah için bu diyalog çifte bir fırsat sunuyor: Eğer bu mutabakatı daha geniş bir güvenlik ağına dönüştürmeyi başarırsa, üzerindeki doğrudan bölgesel baskıyı hafifletir. Özellikle herhangi bir tökezleme veya başarısızlık, örgütü daha fazla tecrit etme girişimlerine kapı aralayabilir.
Bu diyaloğun sonuçlarını dikkatle izleyen Körfez başkentlerinin tavrındaki değişimin, Lübnan'a yönelik tutumlarına ve Suriye dosyasına etki etme kabiliyetlerine yansıyabileceği de unutulmamalı. Bu dönüşümlerin ortasında örgüt, kendi kabiliyetlerine olan güvenini artırma, başkalarıyla iletişim kanallarını açık tutma ve asgari bölgesel dengeyi garanti altına alacak gayriresmî mutabakatlar inşa etmek için her fırsatı değerlendirme göreviyle karşı karşıya.
Katar'a kadar uzanan İsrail saldırılarının artması, örgütün, İsrail'in kendisiyle doğrudan bir çatışma içinde olmasa bile, tehdit veya stratejik bir fırsat olarak gördüğü herhangi bir tarafı hedef almaktan çekinmediği yönündeki kanaatini pekiştirdi.
Hizbullah için bu saldırı, bölgede hiç kimsenin İsrail'in emellerinden güvende olmadığının ve güvencelere veya bölgesel tarafsızlığa güvenmenin bir yanılsama olabileceğinin ek bir kanıtı.
Örgüt, bu saldırıyı, silaha sarılmanın önemini savunmasının bir parçası olarak siyasi söylemine dâhil etti. Bu durum, daha geniş kitlelerini İsrail'le mücadelenin bir tercih değil, varoluşsal bir zorunluluk olduğuna ikna etmesine yardımcı oluyor.
Bu karmaşık bölgesel tablo içinde, Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım'ın Suudi Arabistan Krallığı'na yönelik girişimi, bölgesel ilişkilerin seyrinde potansiyel bir dönüm noktası oluşturdu. Bu çağrı, İsrail'le mücadele önceliğinden yola çıksa da derin stratejik boyutlar taşıyor.
Eğer başarılı olursa, güç dengelerini değiştirmeye katkıda bulunacak: Örgüt üzerindeki bölgesel baskıları hafifletecek, Lübnan'ı daha geniş düzenlemelere yeniden entegre edecek ve Suudi Arabistan'ın yeni Suriye rejimi üzerindeki doğrudan etkisi göz önüne alındığında doğu cephesindeki riskleri azaltacak.
İki taraf arasındaki herhangi bir mutabakat, Şam'ın hesaplarında etkili bir faktör olarak görülecek ve bu da bölgedeki oyunun kurallarını değiştirebilir.
Fakat bu girişim tökezler veya başarısız olursa, bölgedeki baskı ve gerilimlerin arttığının bir göstergesi olacak ve örgütün düşmanları tarafından daha fazla tecriti meşrulaştırmak için kullanılabilir.
Çeviri: YDH