YDH - Araştırmacı ve yazar Kemal Halef, Podium Plus YouTube kanalına verdiği mülakatta, Orta Doğu'da yeni bir dönüşüm sürecinin başladığını ve bölgedeki gelişmelerin küresel güç dengelerindeki değişimlerin bir yansıması olduğunu ifade etti.
Halef, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun "sahadaki güç gerçeklerinin her şeyi belirlediği" politikasını Washington'a kabul ettirdiğini ve ABD Başkanı Donald Trump'a yakın isimlerin bölgeye diplomatik birikimden uzak, ticari çıkarlar odaklı yaklaştığını belirtti.
ABD'li elçi Tom Barrack'ın Lübnan'a yönelik tehditlerini değerlendiren Halef, "Tom Barrack'ın sözleri şoke edici, ancak biz bunu zaten biliyorduk. Barrack, Lübnan ordusunu, halkıyla ve Hizbullah'la savaşması için silahlandırdıklarını açıkça söylüyor; İsrail'le savaşması veya ülke sınırlarını koruması için değil," diye konuştu.
Halef, Barrack gibi isimlerin ABD'nin geleneksel diplomatik kurumlarının dışından geldiğini ve bölgenin hassasiyetlerini anlamaktan uzak olduğunu vurguladı.
Halef, "Biz, Amerikan derin devletinin değil, Donald Trump'a yakın, ilişkiler ve iş dünyası mantığıyla düşünen bir grubun temsilcileriyle karşı karşıyayız. Tom Barrack bir emlak tüccarıdır ve Donald Trump'ın arkadaşı olduğu için bu konumdadır," dedi.
Netanyahu'nun, ABD yönetimini "sahadaki güç gerçeklerinin diplomatik süreçlerden daha belirleyici olduğu" konusunda ikna ettiğini söyleyen Halef, şu ifadeleri kullandı:
"Netanyahu, Washington'a 'Ben askeri güçle sahada gerçekler yaratırım ve diğerleri bunu kabul etmek zorunda kalır' mesajını veriyor. Bu yaklaşım, Donald Trump'ın hoşuna gidiyor. Trump, Kudüs'e büyükelçiliği taşıdığında derin devlet onu 'Arap ve İslam dünyasını ayağa kaldırır' diye uyarmıştı. Trump ise 'Biraz gürültü çıkarırlar, sonra durumu kabullenirler' dedi ve dediği gibi oldu."
Halef, İsrail'in bu politikasının yeni olmadığını, 1948'de ABD Başkanı Harry Truman'ın İsrail devletinin kurulmasına şüpheyle yaklaşmasına rağmen, İsrail'in savaşta Arap ordularını yenerek sahada bir gerçeklik dayattığını ve Washington'ın bu durumu kabullendiğini hatırlattı.
İsrail'in Lübnan'a yönelik yeni bir askeri harekât düzenleme ihtimalini de değerlendiren Halef, Lübnan'ın şu an için Tel Aviv'in önceliği olmadığını belirtti.
Halef, "Lübnan baskı altında ve baskı altında kalmaya devam edecek. İsrailliler, son savaşta askeri olarak elde edemediklerini, Lübnan hükümeti ve ordusu üzerindeki baskıyla elde edebileceklerine inanıyorlar," dedi.
Netanyahu'nun Gazze'deki durumu, İran'a yönelik başarısız girişimleri ve yaklaşan seçimleri göz önünde bulundurduğunda, kuzeydeki yerleşimcileri evlerine döndürmeyi bir başarı olarak sunmak istediğini ifade eden Halef, "İsrail, geçen seneki gibi elinde somut istihbarat verileri olmadan Lübnan'a karşı gözü kapalı bir savaşa girmez," diye ekledi.
Halef, bölgede yaşananların küresel güç mücadelesinden bağımsız olmadığını vurgulayarak, ABD'nin stratejik olarak bir "felaketle" karşı karşıya olduğunu savundu. Halef, sözlerini şöyle sürdürdü:
"ABD, Afganistan'dan aşağılayıcı bir şekilde çekildi ve Çin hemen ekonomik yatırımlarla o boşluğu doldurdu. Afrika'ya dönmek istiyorlar ama Çin'in inşa ettiği 37 yeni liman, altyapı ve yatırım anlaşmalarıyla karşılaşıyorlar. Kuzey Kutbu'nda Rusya ve Çin'in gerisindeler. ABD, müttefiklerini bile düşman hâline getiriyor. Hindistan'ı kaybediyor, Avrupa ile arası açılıyor, Pakistan'ı Çin'e kaptırdı. ABD imparatorluğu, dışarıdan gelen saldırılarla değil, içerideki çelişkilerle zayıflıyor."
Bu küresel gerilemenin Orta Doğu'ya da yansıdığını belirten Halef, Mısır ve Suudi Arabistan gibi geleneksel ABD müttefiklerinin Rusya ve Çin ile askeri ve ekonomik ortaklıklarını çeşitlendirdiğine dikkat çekti.
Pek çok ülkenin Filistin devletini tanımasını "önemli bir dönüşüm" olarak nitelendiren Halef, "Bu durum, Filistin davasını bölgesel bir mesele olmaktan çıkarıp küresel bir konu hâline getirdi. Tıpkı Güney Afrika'daki apartheid rejimine karşı olduğu gibi, Filistin davası da dünya halkları nezdinde evrensel bir ahlaki ölçüt olma yolunda ilerliyor. Bu, uzun vadede İsrail'in çıkarına değil," dedi.
Halef, Suriye'de ABD aracılığıyla İsrail ile müzakere edilen anlaşmayı "güvenlik anlaşması" olarak değil, "siyasi anlaşma" olarak tanımladı. Anlaşmanın geçici bir hükümet tarafından, meclis veya halk onayı olmaksızın imzalanmasının meşruiyetini sorgulayan Halef, içeriğinin Suriye için bir "ulusal felaket" olduğunu söyledi.
Halef, "Anlaşma, Suriye hava sahasını başkent Şam'ın bitişiğindeki bölgelere kadar İsrail'in kontrolüne bırakıyor. Süveyda, Deraa, Kuneytra ve Şam kırsalı fiilen İsrail nüfuzuna terk ediliyor. Tom Barrack, Trump'a bir başarı sunma hevesiyle Suriye'de Amerikan siyaseti için Afganistan ve Irak'taki başarısızlıklara denk bir felakete yaklaşıyor," ifadelerini kullandı.