Kudüs Gücü Komutanı: Seyyid Nasrullah’ın vizyonu, Lübnan'ı korudu

04 Ekim 2025

İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Tuğgeneral İsmail Kaani, Hizbullah’ın direniş tarihine ve stratejik gücüne dair kapsamlı bir değerlendirme yaptı. Kaani, merhum Seyyid Hasan Nasrullah’ın liderliği ve vizyonunun, örgütün hem askeri hem de toplumsal boyutta dimdik ayakta kalmasını sağladığını vurguladı.

YDH- İslam Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Tuğgeneral İsmail Kaani, "Ham-e-Ahed" adlı televizyon programında verdiği röportajda, Lübnan İslami Direnişi'nin merhum Genel Sekreteri Şehit Seyyid Hasan Nasrullah’ın suikastının ardından Hizbullah’ın direniş tecrübesine, Hizbullah'ın stratejik, manevi ve askeri boyutlarından ideolojik dayanakları ve bölgesel mücadeledeki merkezi konumuna kadar bir vizyon belgesi sundu.

Kaani Aksa Tufanı ardından Seyyid Hasan Nasrullah ile buluşmasını anlattı:

''7 Ekim'de Aksa Tufanı başladığında, Lübnan'a gittim. Kendi kendime bu olayı Seyyid Hasan'la nasıl konuşacağımı, ne yapacağımı veya yapmayacağımı düşünüyordum. Fakat daha bir söz söylenemeden Seyyid'in harekât başladığı andan itibaren dinî ve ilahî görevine dair derin düşüncelere daldığını gördüm. Operasyonun başladığından kimsenin haberi yokken bile, Seyyid Hasan gerekli adımları dikkatli ve sistematik bir şekilde çoktan ortaya koymuştu.''

General, "Hizbullah'ın Siyonist rejimin yerleşimcilerine karşı gerçekleştirdiği operasyonlar, aslında ilahi, İslami ve dini bir görev olarak ve mazlumların savunulması doğrultusunda, şehit Seyyid Hasan Nasrullah'ın bu basireti, bilgeliği ve doğru kararıyla gerçekleştirilmiştir." ifadelerini kullandı.

''Hizbullah, Filistin direnişini desteklemede ciddi ve etkili bir rol oynadı ve işgal altındaki toprakların kuzeyindeki yerleşimcilere karşı bir dizi operasyon gerçekleştirdi." diyen Kudüs Gücü Komutanı, Seyyid Nasrullah'ın Lübnan'daki toplumsal koşulların farkında olduğunu, operasyonun başlangıcını hassas bir zamanlamayla koordine ettiğini ve güney bölgesinin daha sakin olacağı gece vakti harekatı başlatmaya karar verdiğini açıkladı.

Kaani, ''Seyyid'in bu tercihi, hızlı ve başarılı bir şekilde uygulanan akıllıca ve görev bilinciyle hazırlanmış planının açık bir örneğiydi.'' dedi. 

 

Seyyid Nasrullah'ın vizyonu ve kararlılığı

İslam Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Tuğgeneral İsmail Kaani, Seyyid Nasrullah'ın klasik asimetrik savaşta “psikolojik üstünlük” kurma yönteminden bahsetti:

"Seyyid Hasan, şehadetine kadar kritik anlarda Siyonistlere psikolojik ve askeri savaşta incelik ve kararlılıkla meydan okudu. Yaklaşık iki hafta konuşma yapmadan Siyonist rejimi dehşete düşürdü ve askeri, psikolojik her alanda savaşın her alanında usta olduğunu gösterdi.

Seyyid Nasrullah'ın manevi ve stratejik vizyonunun, Hizbullah ve halkını en zor koşullarda bile istikrarlı tuttuğunu vurgulayan Kaani, ''Binlerce şehit ve yaralıya yol açan çağrı cihazı patlaması olayında Seyyid Hasan örnek olacak bir azimle ayakta durmuş ve tarihi bir açıklama yaparak, kültürümüzde İmam Hüseyin olmasaydı bu trajedilerin katlanılabilir olmayacağını vurgulamıştır.'' dedi ve ekledi:

''Hayatından endişe duyulmasına rağmen kapsamlı güvenlik önlemleri alındı, ancak nihayetinde bu büyük liderin kaderi şehitlik oldu.''

General, ''Komutanların şehadetinden çağrı cihazının patlama olayına kadar bir dizi cinayetin ardından, Seyyid Hasan Nasrullah'ın şehadeti gerçekleşti. Şehit Seyyid Nasrallah, sadece Hizbullah'ın lideri olarak değil, aynı zamanda Lübnan'ın sarsılmaz dağı olarak da biliniyordu; Şii olsun olmasın, tüm halkın en zor zamanlarda güvendiği bir dağdı.'' dedi. 

 

'Hizbullah, İsrail ordusunu güneyde sıkıştırdı ve küresel baskılara rağmen dimdik ayakta kaldı'

İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı, "Hizbullah'ın başlıca komutanlarının birbiri ardına şehit edildiği ve çağrı cihazı olayının Şii toplumuna ve direnişe ağır bir darbe vurduğu bir ortamda, Siyonist rejim Hizbullah'a karşı tarihinin en zorlu savaşını başlattı" dedi.

General, "Siyonist rejim, ordusunun üçte birini Güney Lübnan'da konuşlandıran Hizbullah'ın baskısına dayanamadı ve savaş denklemini bozdu" dedi.

Kaani, Hizbullah’ın karşısında yalnızca İsrail ordusunun değil, arkasında ABD, NATO ve bazı Arap devletlerinin bulunduğunu vurgulayarak, bu savaşın bir yerel çatışma değil, küresel güç dengeleriyle şekillenen çok katmanlı bir savaş olduğunu söyledi.

Burada kastettiği şey: İsrail, yalnız savaşmadı; Batı’nın tüm askeri-teknolojik kapasitesi sahadaydı.

Komutan sözlerini şöyle sürdürdü:

''66 gün süren savaş boyunca, eşi benzeri görülmemiş baskılara rağmen Hizbullah dimdik ayakta kaldı ve direniş tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir başarıya imza attı. Saldırıların en yoğun olduğu dönemde bile, düşman ateşinin yoğunluğu geçmiş savaşlardaki birçok ağır operasyonu aştı, ancak direniş sarsılmadan kaldı. Bu savaşta düşman ateşi aralıksız devam etti. Ancak Hizbullah'ın Siyonist rejim ordusuna karşı direnişi benzersizdi.''

Merkezi planlamanın Hizbullah güçlerini ayakta tuttuğunu belirten General, "Bu savaşın ateşi o kadar yoğundu ki, dünyadaki tüm savaşlar arasında eşi benzeri görülmemiş bir ateş olarak kabul ediliyor. Hizbullah güçlerini ayakta tutan şey, operasyonların merkezi ve hassas bir şekilde planlanmasıydı." dedi.

Kaani, lojistik zorluklara rağmen sürdürülen savaşı açıklamayı sürdürerek direnişin desantralize örgütlenme modeline değindi.

Kaani, Hizbullah’ın merkezi olmayan hücre tipi örgütlenmesini, lojistik sürdürülebilirliğini ve asimetrik savaş başarısını öne çıkardı:

''Her bölgenin ayrı birlikleri ve ayrı karargâhları vardı, hatta "Bakia" adı verilen daha küçük birliklerin bile belirli bir misyonu, bir finansman hattı, gerekli imkânları ve doğrudan emirlere ihtiyaç duymadan operasyonları yürüten, tamamen haklı ve kendi kendine yeten bireyleri vardı.

Harekatın yoğunluğu yanında, bu şartlarda erzak sevkiyatının yapılması da oldukça zordu ancak mevcut kısıtlamalara rağmen Hizbullah güçleri, tüm dünya güçlerinin desteklediği İsrail ordusuna karşı 66 gün boyunca direnmeyi başardı.

Dünyada hiçbir güçlü ordu, bu kadar büyük kaynaklara ve suçlara sahip bir düşmana karşı böyle bir direnişe dayanamaz. Hizbullah'ın büyüklüğü ve direnişi burada açıkça görülmektedir.''

Hizbullah güçlerinin psikolojik ve askeri baskı altında direndiğini belirten Komutan şunları ekledi:

"Birçok medya haberi Hizbullah'ın savaşının gerçekliğinden nadiren bahsediyor. Siyonist rejim, savaşı sürdürebilmesi halinde Hizbullah'ın örgütlü direnişine karşı koyabilecekken ateşkes çağrısında bulundu. Düşmanın karadan ilerlemesine karşı etkili bir savunma sağlamanın yanı sıra, Hizbullah'ın saldırı operasyonları da genişledi."

Savaşın ilk gününden itibaren İsrail, Hizbullah'a ve halka karşı askeri tedbirlerin yanı sıra savaşçıların moralini bozmak için yoğun psikolojik operasyonlar yürüttü; evleri bombalamak, sivillere zarar vermek de bu psikolojik baskının bir parçasıydı.

Kaani, ''Hizbullah güçlerinin, Seyyid Nasrullah'ın imanına, maneviyatına ve oluşturduğu altyapıya güvenerek, en ağır baskılara rağmen savaş meydanında direndi ve dimdik durduğunu'' belirtti. 

 

Hizbullah'ın direnişi, dönemin en çetin savaşında ortaya çıktı

İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı şöyle devam etti:

"Savaşın ilk haftasından itibaren her askeri uzman, Hizbullah'ın yoğun düşman baskısı karşısında her geçen gün daha da güçlendiğini anlayabiliyordu."

Kaani’ye göre, savaşın en sert günlerinde dahi Hizbullah yalnızca savunmada kalmadı; aksine, rejimin en hassas hedeflerini gözeten operasyonlara imza attı.

Kamuoyuna yansıyan haberlerde insansız hava araçları ve füze saldırılarının ayrıntıları sınırlı olsa da, ateşkes çağrısından sadece iki gün önce Hizbullah’ın 350’den fazla füze fırlattığı biliniyor.

Bu saldırılar, İsrail askerlerinin yemekhanesinden Hayfa’ya, hatta işgal başbakanı Netanyahu’nun konutuna kadar uzanan geniş bir yelpazede gerçekleştirildi.

Kaani, bu operasyonların sadece teknik kabiliyeti değil, aynı zamanda Hizbullah’ın ideolojik temellerini, fedakârlık ruhunu ve titiz planlamaya dayalı disiplinini gösterdiğini vurguladı.

Ona göre 66 gün süren çatışmalar, modern çağın en zorlu muharebelerinden biri olarak tarihe geçti. Hizbullah, bu süreçte hem direniş gücünü hem de stratejik otoritesini sahada kanıtladı.

İsmail Kaani’nin değerlendirmeleri, son savaşın ardından bölgesel ve uluslararası aktörlerin tutumuna dair mesajlar da içerdi.

Kaani’ye göre, Amerika Birleşik Devletleri ve uluslararası toplumun ortaya koyduğu taahhütler sahada karşılık bulmadı. Verilen sözlerin uygulanmaması, Washington’un desteği ve küresel sessizlik, anlaşmaların ihlal edilmesine zemin hazırladı.

Kaani, bu tabloya rağmen, İsrail’in askeri operasyonlarla Hizbullah’ı etkisizleştirmeyi başaramadığını, aksine belli bir noktada nefes almak için ateşkes çağrısında bulunmak zorunda kaldığını vurguladı.

Savaş sonrası süreçte Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yeni bir karar almadığını, yalnızca 2006’daki 33 günlük savaşa ilişkin 1701 sayılı kararın hatırlatıldığına işaret etti. 

O dönem de herkes bu kararın uygulanmasını dillendirse de fiili sonuç alınmamıştı.

Kaani, Hizbullah’ın bu ortamda “mertlik, sabır ve hesaplı bir soğukkanlılık” sergilediğini belirtti.

Ona göre bu tavır, sadece gerilimin daha fazla tırmanmasını önlemekle kalmadı, aynı zamanda basiret ve bilgelikle birleşerek ilerleyen dönemde meyvelerini verecek bir stratejiye dönüştü.

İsrail’de bazı yetkililer çatışma sürerken Hizbullah’ın yok edildiğini iddia etse de, medya yansımalarının farklı bir tablo çizdiğine de dikkat çekti. 

 

'Şehit Haşim Safiyüddin, Seyyid Nasrullah ile işbirliğinin temel direğiydi'

İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani, açıklamalarında, şehit edilen Hizbullah üst düzey ismi Seyyid Haşim Safiyüddin’in örgüt içindeki merkezi rolüne dikkat çekti.

Kaani’nin ifadelerine göre, Safiyüddin yalnızca askeri bir figür değil, aynı zamanda Hizbullah’ın kültürel, sosyal ve idari yönlerini omuzlayan bir isimdi.

Kuruluşundan itibaren Seyyid Hasan Nasrullah ile yakın temas halinde çalışan Safiyüddin, çoğu zaman geri planda kalsa da hareketin icra mekanizmasının bel kemiği olarak görev yaptı.

Özellikle son yıllarda Lübnan’ı sarsan ağır ekonomik kriz döneminde, hem Şii hem de Şii olmayan kitlelere yönelik sosyal yardımların örgütlenmesinde doğrudan sorumluluk üstlendi.

Kaani, Safiyüddin’in bu süreçte “maneviyat, kuvvet ve büyüklüğü simgeleyen” bir duruş sergilediğini, yüzünde hiçbir kırılma emaresi olmadığını vurguladu.

Seyyid Nasrullah’ın şehadetinin ardından da hizbin istikrarını koruyan güçlü bir liderlik gösterdiğini, yeni atamalar ve gelişmelerin sancılı bir döneme denk gelmesine rağmen Hizbullah’ın ayakta kalmasını sağladığını dile getirdi.

Safiyüddin’in, askeri eylemlere doğrudan müdahil olmamakla birlikte kritik operasyonlarda bizzat yer aldığını ancak tüm adımlarını Seyyid Nasrallah’ın emirleri doğrultusunda attığını ifade eden Kaani, Hizbullah kadroları içinde güçlü bir irade ve liderlik sembolü olarak kabul edilen Safiyüddin’in, örgütün moralini yüksek tutan en önemli figürlerden biri olduğunun altını çizdi.

Kaani, onun kaybının yalnızca askeri açıdan değil, Hizbullah’ın sosyal-siyasi direncini ayakta tutan yapısı açısından da büyük bir kayıp anlamına geldiğini hatırlattı.

 

'Lübnan toplumu ve ordusu Hizbullah'ın varlığını bir güvenlik garantisi olarak görüyor'

İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani’nin son değerlendirmeleri, Hizbullah’ın liderlik yapısına ve Lübnan’daki konumuna dair önemli mesajlar içererek devam etti. 

Kaani’nin ifadelerine göre, Seyyid Hasan Nasrullah’ın şehadetinden sonra örgütün en büyük gücü, güçlü bir liderlik zemininde ortaya çıktı.

Bu liderlik, özellikle Şeyh Naim Kasım’ın kararlı duruşuyla somutlaştı. Şeyh Kasım’ın yönetim becerisi, Amerikan ve İsrail baskılarıyla mücadelede net bir şekilde görüldü.

Hizbullah’ın Lübnan toplumundaki merkezi rolüne de dikkat çeken Kaani, örgütün Şiiler nezdinde ve genel olarak Lübnan halkı arasında artan meşruiyetine işaret etti.

Ona göre, Hizbullah’ın varlığı ülke güvenliğinin teminatı olarak görülüyor; bu durum Lübnan ordusunun da örgüte destek vermesini beraberinde getirdi.

Kaani, Şeyh Naim Kasım’ın liderliğinde Hizbullah’ın yapısının, Seyyid Hasan ve Seyyid Haşim’in mirasını koruyarak sorumlu bir şekilde sürdürüldüğünü belirtti.

Bu yaklaşım, örgütün Lübnan’dan çekilmeyeceğini, aksine ülkenin güvenlik ve siyasi denkleminde vazgeçilmez bir aktör olarak kalacağını açık biçimde ortaya koydu.