Şam’dan Ankara’ya: Savaş ve siyasetin gölgesinde Suriye Kürtlerinin geleceği

04 Ekim 2025

"Suriye Kürtleri bugün her zamankinden daha fazla HTŞ, Ankara ve Washington’un kamplaşmaları arasında asılı kalmış durumda."

 Beşar Esed yönetiminin çöküşünden henüz bir yıl bile geçmeden, Suriye yeniden bölgesel çekişmelerin merkezinde yer alıyor. Bu kez mesele yalnızca toprak hâkimiyeti değil; ülkenin kimliği, gücü ve geleceği üzerine kapsamlı bir savaş yürütülüyor. Şam’daki rejim Ebu Muhammed el-Colani'nin (Ahmed Şaraa), Ankara ise Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde; her biri doğrudan ya da dolaylı biçimde Suriye sahasını kendi çıkarlarına göre şekillendiriyor.

Türkiye, Kuveyris ve Halep’in doğusuna askerî konvoylar göndermesi, Millî Güvenlik Kurulu’nun sert açıklamaları ve Fırat Nehri’nden Suriye’ye verilen su payını azaltmasıyla, yalnızca cephe hatlarını değil halkın yaşamsal damarlarını da kontrol altına almak istediğini açıkça gösterdi. Aynı zamanda yeni rejim de topçu ateşi, insansız hava araçları ve güvenlik baskısıyla Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) kuzeydoğuda hedef alıyor; bu baskı doğrudan sivil Kürtlerin üzerine biniyor ve onlarca ölü ile yaralıya sebep oluyor.

Ancak belki de en çelişkili rolü Amerika oynuyor. ABD bir yandan Haseke ve Deyr ez-Zor’da SDG ile ortak tatbikatlara katılıyor, Kongre’nin 2026 savunma bütçesinde Kürtlere mali destek ve askerî donanım için hâlâ ödenek ayrılıyor ve lojistik konvoyları Irak Kürdistan Bölgesi’nden Suriye’nin kuzeydoğusundaki üslerine doğru ilerliyor.

Öte yandan Washington, siyasi tutumlarında açıkça “merkezileşme” ve Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ile Ankara’yla iş birliği vurgusu yapıyor ve Kürtlerin federasyon konusundaki aşırı taleplerini krizin başlıca nedeni olarak gösteriyor. Bu “çifte politika” yalnızca Kürtleri kırılgan bir konuma itmekle kalmıyor, aynı zamanda HTŞ veya Türkiye’nin olası operasyonları sırasında ABD’nin nasıl bir tutum sergileyeceği konusunda ciddi sorular doğuruyor: Washington, Kürtlere karşı ek baskı mı uygulayacak, yoksa tüm tarafları kısmen tatmin edecek bir orta yol mu seçecek?

Diğer yandan, Kürtler de federalizm ve özerklik konusundaki aşırı talepleriyle güvensizliğin derinleşmesine neden oldu; bu aşırılık, HTŞ ve Ankara’ya kendi sert politikalarını meşrulaştırma bahanesi verdi. Aynı zamanda diğer azınlıklar — Alevilerden Dürzilere kadar— şiddet ve siyasi baskıların gölgesinde her zamankinden daha fazla dışlanmışlık ve güvensizlik hissediyorlar.

Suriye Kürtlerinin geleceği, bu kamplaşmaların ortasında her zamankinden daha belirsiz bir hâle gelmiş durumda; bu gelecek ya güç yapısı içinde sınırlı ve ağır bedelli bir katılımla sonuçlanacak ya da kimsenin gerçek kazananının kim olacağını henüz bilemediği yeni bir iç savaş dönemine yol açacak.

Ankara’nın Kürtlere Yönelik Çok Yönlü Baskısı

Son haftalarda Türkiye, Suriye sahasını Kürtlere karşı çok katmanlı bir baskı alanına dönüştürdü; bu baskı yalnızca topçu atışları ve insansız hava araçlarıyla değil, aynı zamanda Fırat’ın suyuyla ve halkın ekmeğiyle de uygulanıyor.

1 Ekim 2025 tarihinde Anadolu Ajansı ve Daily Sabah’ın haberine göre, Millî Güvenlik Kurulu yayımladığı bildiride “komşuluğumuzda hiçbir terör unsuruna izin verilmeyecektir” ifadesini kullandı. Bu tutum doğrudan YPG ve PYD’yi hedef alıyor ve Ankara’nın Kürtlere en küçük bir özerklik alanı dahi tanımaya niyetli olmadığını bir kez daha ortaya koyuyordu.

Aynı zamanda Türkiye bir başka aracı da devreye soktu: “su silahı.” 2 Ekim 2025 tarihinde Reuters’in bildirdiğine göre, Ankara Suriye’nin Fırat Nehri’nden aldığı su payını saniyede 200 metreküpe düşürdü; oysa 1987 tarihli anlaşmaya göre bu miktarın 500 metreküp olması gerekiyor.

Uzmanlar bu düşüşün en büyük darbeyi Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt bölgelerine vurduğunu vurguladı; zira tarım arazileri ve büyük şehirler tamamen bu suya bağımlı durumda.

Askerî cephede ise saldırıların şiddeti zirveye ulaştı. 28 Eylül 2025’te Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin (SOHR) bildirdiğine göre, Türk insansız hava araçları Halep’in doğusunda Suriye Demokratik Güçleri’ne ait iki üssü imha etti ve “Milli Ordu”ya bağlı topçu birlikleri Tişrin Barajı çevresini hedef aldı. Aynı dönemde zırhlı birlikler ve ağır topçu unsurları Deyr Hafir hattına sevk edildi.

Baskı araçları yalnızca askerî değildi. 27 Eylül 2025 tarihinde SOHR, Türkiye’ye müttefik olan Hamzat ve Aşmat gruplarının, Es-Suriyye – Hanasir otoyolu üzerindeki kontrol noktalarında geçen araçlardan 100 dolara kadar haraç aldıklarını ortaya çıkardı. Bu tür yağmacılık eylemleri, Suriye’nin kuzey ve doğusundaki hayati yolları siviller için bir kabusa dönüştürdü.

Buna ek olarak, 7 Eylül 2025 tarihli Nordic Monitor raporu, Türkiye’nin Colani ordusuna hava savunma sistemleri eğitimi vermeye başladığını gösterdi. Bu gelişme, Ankara’nın yalnızca tehditlerle yetinmediğini, aynı zamanda HTŞ ordusunun omurgasının yeniden inşasında da rol oynadığını ortaya koyuyor; bu ordunun er ya da geç Kürtlere karşı cephe hattında yer alacağı tahmin ediliyor.

Böylece Suriye Kürtleri bugün her yönüyle kuşatılmış bir baskının karşısında duruyorlar:

— Her türlü özerkliği gayrimeşru ilan eden açık siyasi bildiriler;

— Mevzilerini vuran insansız hava araçları ve topçu ateşi;

— Günlük yaşamlarını tehdit eden Fırat’ın suyunun kesilmesi;

— Halkın geçimini mahveden vekil grupların haraççılığı.

Kürtler için mesele yalnızca cephedeki savaş değildir; aynı anda toprak, su, ekonomi ve hatta kimlikleri uğruna verilen bir savaştır.

HTŞ ve İktidarı Merkezileştirme Siyasetinin Sürdürülmesi

Suriye’nin önceki yönetiminin çöküşü ve Colani başkanlığında geçici hükümetin kurulmasının ardından, ülkenin siyasi atmosferinin bir tür açılım ve azınlıkların yönetime katılımı yönünde gelişmesi bekleniyordu. Ancak gelişmelerin seyri, HTŞ'nin hâlâ eski modele, yani gücün başkentte merkezileştirilmesi anlayışına sıkı sıkıya bağlı olduğunu gösteriyor; bu model hem sahada hem de diplomatik düzlemde açık biçimde kendini ortaya koyuyor.

26 Eylül 2025 tarihinde Colani, son elli yılın ardından Birleşmiş Milletler kürsüsüne çıkan ilk 'Suriye Cumhurbaşkanı' oldu. Konuşmasında ekonomik yeniden yapılanmanın gerekliliğini ve yaptırımların tamamen kaldırılmasını vurguladı, ancak azınlıklar ve Kürtlerin taleplerine yalnızca muğlak ve genel ifadelerle değindi.

Aynı tarihli Middle East Eye haberine göre, HTŞ rejimi tarafından sunulan geçici anayasa taslağı hâlâ “İslam’ın yasamanın temel kaynağı olması” ve “cumhuriyetin Arap kimliği” üzerinde ısrar ediyor; yerel özerklik, kadın hakları veya azınlıkların statüsüne dair hiçbir açık güvence sunmuyor.

Saha Saldırıları ve Askerî Baskı

Saha düzleminde de bu politikanın açık işaretleri görülüyor. 30 Eylül 2025’te geçici hükümete bağlı birlikler, ağır silahlar, tanklar ve topçu ateşiyle Tişrin Barajı’nı hedef aldı. Aynı gün Hawar News Agency’nin bildirdiğine göre, bu saldırılar barajın güvenliğini, çevredeki köyleri ve binlerce sivilin yaşamını tehlikeye attı ve ateşkes anlaşmalarının açık bir ihlali olarak değerlendirildi.

Aynı zamanda Halep’in Kürt mahalleleri (Şeyh Maksud ve Eşrefiye) yakıt ablukası, yol kapatmaları ve geçici hükümetin askerî mevzilerinin kurulmasına tanık oldu; 30 Eylül 2025 tarihli KurdPress raporuna göre, yerel kaynaklar bu uygulamaları "Baas döneminin şovenist politikalarının tekrarı" diye niteliyor.

Kürtler Arasındaki İç Ayrılıklarla Oynama

Colani hükümetinin politikalarının daha az fark edilen yönlerinden biri, HTŞ'nin Kürt toplumu içindeki bölünmelerle yürüttüğü karmaşık oyundur. Görünürde yeni yönetim, SDG’nin resmî temsilcileri ve özerk yönetimle diyalog kurmaya yanaşmamış olsa da, fiiliyatta HTŞ yanlısı Kürtlerden ve hatta Türkiye’ye yakın bazı isimlerden faydalanarak Kürt cephesini içeriden zayıflatmaya çalışmıştır.

Reuters’in 28 Eylül 2025 tarihli haberine göre, geçici hükümetin Savunma Bakanlığı’ndan temsilciler son haftalarda Kamışlı ve Halep’te bağımsız Kürtlerle ve daha küçük gruplarla görüşmeler gerçekleştirdi. Bu görüşmelerin temel amacı, Mazlum Abdi liderliği ve özerk yönetime karşı “alternatif ağlar” oluşturmak olarak tanımlandı. Batılı kaynakların aktardığına göre, HTŞ bu gruplara SDG yapısından uzaklaşmaları hâlinde yeniden inşa bütçesinden daha fazla pay ve gelecekteki parlamentoda ek sandalye sözü verdi.

Arap Aşiretlerinden Yararlanma

Bu çerçevede HTŞ, Kürt bölgelerinde yaşayan Arap aşiretleriyle ilişkilerini de genişletti. 29 Eylül 2025 tarihli Al-Monitor haberine göre, Deyr ez-Zor ve Rakka’daki Arap aşiretlerinden bir heyet Şam’da geçici hükümetin güvenlik yetkilileriyle bir araya geldi ve ekonomik, güvenlik temelli ayrıcalıklar ile hafif silahlar sözü aldı. Bu hamle, Kürt güçleri üzerindeki toplumsal baskıyı artırmayı hedefliyor ve topçu ile İHA saldırılarının yanında HTŞ'nin SDG’ye karşı yürüttüğü savaşın “yumuşak cephesi”ni oluşturuyor.

Ankara ile Sınırlı Eşgüdüm

Öte yandan bazı Batı medyaları, Kürtlere baskı uygulamak amacıyla HTŞ ile Ankara arasında taktiksel bir eşgüdüm olduğunu bildirdi. Middle East Eye’ın 27 Eylül 2025 tarihli haberine göre, daha önce geçici hükümetle çatışan bazı Türkiye destekli silahlı gruplar artık sınırlı ölçüde HTŞ'nin Savunma Bakanlığı’na katılmış durumda. Bu yeni diziliş, HTŞ'ye Halep’in doğusundaki ve Tişrin Barajı çevresindeki sınır hatlarında Kürtleri zayıflatmak için Türkiye’nin vekil güçlerinden dolaylı biçimde yararlanma olanağı sağlamıştır.

İktidarı Merkezileştirme ve Sonuçları

HTŞ'nin çok katmanlı bu politikaları – doğrudan askerî saldırılardan Kürtler ve aşiretler arasındaki toplumsal mühendisliğe kadar – aslında tamamen güç merkezileştirme modeline dayanmaktadır.

Colani ve ona yakın çevreye göre her türlü özerklik ya da adem-i merkeziyet “ülke istikrarı için potansiyel bir tehdit” olarak görülmektedir. Ancak Brussels Times’ın 3 Ekim 2025 tarihli haberinde belirtildiği üzere, bu katı anlayış ulusal birliği güvence altına almaktan ziyade, toplumsal bölünmeleri derinleştirme ve yerel isyan döngülerini yeniden üretme riskini beraberinde getiriyor.

Amerika’nın Çifte Politikası ve Kürtlerin Çıkmazı

Beşar Esed yönetiminin çöküşünden bir yıl bile geçmeden, Amerika Birleşik Devletleri hâlâ Suriye’nin kuzeydoğusundaki başlıca aktörlerden biri olmaya devam ediyor. Ancak Washington’un politikası, net bir stratejiden çok, pratik destek ile siyasi baskının çelişkili bir bileşimidir; bu politika aynı anda Kürtleri direnişi sürdürmeye teşvik ederken onları geri adım atmaya da zorlamaktadır.

24 Eylül 2025 tarihinde Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SOHR) bildirdiğine göre, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon güçleri, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile birlikte Haseke’nin kuzeyindeki Kasrek üssünde geniş çaplı bir tatbikat gerçekleştirdi.

Bu tatbikatta taarruz helikopterleri, ağır topçu sistemleri ve insansız hava araçlarını önleme sistemleri kullanıldı; bu da Washington’un Kürtlerle askerî iş birliğini sürdürdüğünün ve IŞİD tehditlerine karşı hazırlık içinde olduğunun açık bir göstergesiydi.

Buna rağmen, yalnızca birkaç gün sonra, 29 Eylül 2025 tarihinde Middle East Eye gazetesi, ABD’nin özel temsilcisi Tom Barrack’ın New York’taki yan toplantılarda “Şam’da merkezileşmenin gerekliliği”ni vurguladığını ve Kürtlerin federalizm konusundaki aşırı taleplerini “siyasi çıkmazın başlıca nedeni” olarak nitelendirdiğini bildirdi. Barrack, özerklik ısrarının yeniden yapılanma sürecini ve yaptırımların kaldırılmasını durdurabileceği uyarısında bulundu.

Amerikan politikasındaki çelişki bununla da sınırlı değil. ABD Kongresi, 25 Eylül 2025’te yayımlanan 2026 savunma bütçesi tasarısında SDG’ye mali ve donanımsal destek için belirli kalemler ayırdı.

Aynı tarihli Defense Post haberine göre bu yardımlar, lojistik destek, askerî eğitim ve hafif ile ağır teçhizat tedarikini kapsıyor. Buna karşın Washington yönetimi, siyasi düzlemde Kürtleri “HTŞ ve Ankara karşısında esnek davranmaya” teşvik ediyor.

Antiwar Magazine’in 27 Eylül 2025 tarihli haberine göre, bu çifte politika Amerika’nın Kürtleri uzun vadeli bir stratejik ortak olarak değil, yalnızca Colani hükümeti ve Türkiye üzerinde baskı kurmak için bir araç olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

Washington, HTŞ ve Ankara’nın hiçbir biçimde Kürt özerkliğine tahammül edemeyeceğini çok iyi biliyor, ancak aynı zamanda Suriye’de IŞİD'e ve İran’ın nüfuzuna karşı kurduğu güvenlik ağını da kaybetmek istemiyor.

Kürtler için bu durum karmaşık bir çıkmaza dönüşmüş durumda: Bir yandan, ABD’nin tatbikatları, teçhizat desteği ve mali yardımları SDG’nin askerî gücünün can damarını oluşturuyor. Öte yandan, Washington’un siyasi tutumları onları HTŞ ve Ankara karşısında zayıf bir konuma itiyor.

Asıl soru şu: HTŞ ve Türkiye’nin Kürtlere karşı ortak bir operasyon başlatması hâlinde Amerika’nın fiilî politikası ne olacak?

Washington, Kürtlere yönelik baskıyı artırıp onları geri adım atmaya mı zorlayacak, yoksa tüm tarafları kısmen memnun edecek bir orta yol mu seçecek?

Bu ikilem, Suriye’nin kuzeydoğusunun geleceğini her şeyden fazla belirsizleştiriyor.

Aşırı Talepler ve Kürtler Arasındaki Ayrılıklar

Suriye’deki Kürt meselesi yalnızca dış baskılar ve merkezi hükümetin baskıcı politikalarıyla sınırlı değil; mevcut krizin bir kısmı bizzat Kürtlerin iç dinamiklerinden kaynaklanıyor. Federalizm ve özerklik konusundaki aşırı talepler, iç bölünmelerle birleştiğinde Kürtleri son derece kırılgan bir konuma sürükledi.

29 Eylül 2025 tarihinde Middle East Eye gazetesi, Colani rejiminin Kürtlerin federalizm konusundaki aşırı taleplerini “siyasi çıkmazın başlıca nedeni” olarak gördüğünü ve bu tutumun HTŞ ile Ankara arasındaki yakınlaşmayı hızlandırdığını yazdı. Aynı habere göre HTŞ, SDG’nin orduya kısmen entegre edilmesi konusunda sınırlı tavizler vermeye hazır olsa da, herhangi bir adem-i merkeziyetçi sistem veya güç paylaşımını kırmızı çizgi olarak kabul ediyor.

Bu çerçevede, Kürtler kendileri de derin ayrılıklara sahip. 30 Eylül 2025 tarihinde Shar Press sitesinin bildirdiğine göre, Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi (ENKS) Colani ile doğrudan görüşmeyi reddetti ve müzakereler için “ortak bir Kürt heyeti” kurulmasını talep etti.

Bu tavır, yalnızca ENKS ile PYD liderliğindeki özerk yönetim arasındaki uzun süredir süregelen ihtilafların devam ettiğini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda Kürtlerin kritik anlarda bile HTŞ ile tek bir müzakere kanalı bulunmadığını doğruluyor.

Öte yandan, ENKS’nin Ankara ile yakın ilişkileri de PYD ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) üzerinde baskı kurmak için bir araç haline gelmiş durumda. 29 Eylül 2025 tarihli Al-Monitor haberine göre, Türkiye ENKS’yi PYD’ye karşı “yumuşak bir araç” olarak kullanıyor ve bu konseyin liderleri Erbil ile Ankara’da aktif iletişim kanallarına sahip. Bu bağımlılık, HTŞ'ye Kürt ayrılıklarını kullanarak muhalif cephenin içten zayıflatılması imkânını veriyor.

Böylece, Suriye Kürtleri yalnızca HTŞ ve Ankara’nın doğrudan baskılarıyla karşı karşıya değiller; aynı zamanda kendi siyasi aşırılıkları ve iç bölünmeleri de fiilen pazarlık güçlerini ortadan kaldırmıştır.

Colani rejimi için bu durum stratejik bir fırsat anlamına geliyor: Kendi içinde bile tek ses olamayan Kürtler, çok daha kolay bir şekilde dışlanabilirler.

Sonuç: Belirsiz Gelecek – Sınırlı Katılım mı, Yeni Bir İç Savaş Dönemi mi?

Eylül sonu ve Ekim 2025 başı itibarıyla, Suriye Kürtlerinin geleceği her zamankinden daha fazla belirsizlikle çevrilmiş durumda. Üç ana aktör – HTŞ, Ankara ve Washington – tarafından uygulanan eşzamanlı baskılar, Kürtlerin önündeki tüm olasılıkları büyük ölçüde sınırlamış durumda.

Saha düzeyinde, Türkiye insansız hava aracı ve topçu saldırılarının yanı sıra Fırat’ın akışını azaltarak suyu bir baskı aracına dönüştürmüş, vekil grupları kullanarak Kürtlerin günlük yaşam alanlarını tam anlamıyla bir savaş meydanına çevirmiştir.

HTŞ ise Kürt mahallelerini kuşatması, Tişrin Barajı’na doğrudan saldırılar düzenlemesi ve Arap aşiretleri ile kendisine yakın Kürtlerden yararlanmasıyla, adem-i merkeziyetçiliğe en küçük bir adım dahi atmayacağını açıkça göstermiştir.

Siyasi ve diplomatik düzeyde ise Amerikan rejimi, çifte bir politika izlemektedir. Bir yandan savunma bütçesini, SDG ile ortak tatbikatları ve askerî eğitim desteğini sürdürmekte; bu gücü IŞİD'e karşı mücadelenin ana omurgası olarak sunmaktadır.

Ancak öte yandan, Washington diplomatik çevrelerde “Şam’da iktidarın merkezileşmesi”ni vurgulamakta ve Kürtlerin federalizm konusundaki aşırı taleplerini siyasî çıkmazın başlıca nedeni olarak nitelendirmektedir. Bu çelişki, Kürtleri ne tamamen Amerika’nın desteğine güvenebilecekleri ne de onsuz kendi pozisyonlarını koruyabilecekleri bir duruma sürüklemiştir.

Öte yandan, Kürt saflarındaki iç ayrılıklar – PYD/SDF ile Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi (ENKS) arasındaki köklü çekişmeden, HTŞ ile müzakerelerde ortak bir kanalın bulunmamasına kadar – Kürt cephesinin etkili bir pazarlık gücüne sahip olmasını engellemiştir. HTŞ ve Ankara ise bu ayrılıkları çok iyi değerlendirerek Kürtleri zayıflatmak için ustalıkla kullanmaktadır.

Bu koşullar altında, Kürtlerin geleceği iki temel senaryoyla sınırlı görünüyor:

— Suriye’nin iktidar yapısına sınırlı ve ağır bedelli bir katılım:

Eğer Kürtler, ABD ve Türkiye’nin baskısı altında federalizm taleplerinden geri adım atmak zorunda kalırlarsa, merkezi hükümette sembolik bir katılım düzeyine razı olabilirler. Bu katılım, azınlık hakları için kalıcı bir güvence olmaktan ziyade, Kürt seçkinlerinin bir kısmını sisteme çekmeye yönelik taktiksel bir taviz niteliğinde olacaktır.

— Yeni bir iç savaş dönemi:

Eğer HTŞ ve Ankara aynı anda askerî baskıyı artırır ve Amerika pasif veya ikircikli bir politika izlerse, Suriye’nin çok cepheli savaşlara geri dönme olasılığı oldukça yükselecektir. Ekonomik baskılar, sınır geçişlerinin kapatılması ve HTŞ saldırısı tehdidi de çatışmaların yeniden alevlenmesi için uygun zemini oluşturabilir.

Antiwar Magazine’in 27 Eylül 2025 tarihli haberine göre, Amerika Birleşik Devletleri Kürtleri HTŞ ve Ankara üzerinde baskı kurmak için kullanılan taktiksel bir araç olarak görüyor, uzun vadeli bir stratejik ortak olarak değil.

Ayrıca 29 Eylül 2025 tarihli Middle East Eye haberinde, Colani hükümetinin azınlıklara gerçek yetkiler devretme konusunda en küçük bir isteği bile bulunmadığı belirtiliyor. Bu ortamda, Brussels Times’ın 3 Ekim 2025 tarihli uyarısında ifade edildiği gibi, eğer merkezileştirme süreci ve azınlık taleplerinin bastırılması devam ederse, Suriye istikrara yönelmek yerine yeniden isyanlar ve iç savaşların döngüsüne sürüklenecektir.

Sonuç olarak, Suriye Kürtleri bugün her zamankinden daha fazla HTŞ, Ankara ve Washington’un kamplaşmları arasında asılı kalmış durumdalar.

Onların geleceği ne siyasi açıklamalarda ne de verilen vaatlerde şekillenecek; bu gelecek topçu ateşlerinin, insansız hava araçlarının ve güç oyunlarının gölgesinde belirlenecek. Bu geleceğin, kırılgan bir uzlaşmaya ve sınırlı bir katılıma mı yoksa kimsenin gerçek kazananını bilmediği yıpratıcı bir savaşın yeni bir dönemine mi varacağı ise hâlâ belirsizdir.