YDH- Hasan Fakih, el-Meyadin için kaleme aldığı makalede, 7 Ekim 2023’ün ikinci yıldönümünde Aksa Tufanı’nın Filistin direnişine hem askeri hem de ideolojik bir kırılma kazandırdığını; operasyonun İsrail’in güvenlik imajını sarsarak yüksek teknolojiye dayalı savunma mekanizmalarını etkisiz kıldığını ve Gazze’deki üretim ile saha görüntülerinin direnişin örgütlülüğünü ve moral gücünü ortaya koyduğunu belirtiyor. Ayrıca, direnişin uyguladığı şiddeti yıllara dayanan işgal ve başarısız barış süreçlerinin kaçınılmaz sonucu olarak değerlendirdiğini ve gerçek zaferin Gazze halkının kendi topraklarındaki varlığını sürdürmesi olduğunu vurguluyor.
***
7 Ekim’in ikinci yıldönümüne resmen ulaşılmış bulunuyor. İki yıl önce, sabahın erken saatlerinde yayılan videolarda, onlarca yıldır dünyadan izole edilmiş Gazze’nin duvarlarını aşan Filistin Direnişi savaşçılarının görüntüleri dünya kamuoyunda büyük bir şok etkisi yaratmıştı.
Bu iki yıl, benzeri daha önce görülmemiş ve dünya tarafından bu kadar net biçimde belgelenmiş bir savaşın yılları oldu.
İki yıl boyunca uluslararası destekler ve tepkiler, Batılı siyasetçilerin manevraları ve özgürlük uğruna her şeyini riske atan onurlu savaşçıların ışığı sahneye çıktı.
Bu iki yıl, direnişin kolları aracılığıyla somut sonuçların ortaya çıktığı bir dönemdi.
7 Ekim öncesinde Filistin’in özgürlüğü, Filistinlilerin gerçek katılımı olmadan uluslararası kurumlarda imzalanan belgelerle sınırlı kalıyor, baskıcı bir rejimle nefes alma mücadelesi veren halk arasındaki çatışmalarla tanımlanıyordu.
7 Ekim’in gösterdiği şey, özgürlüğün pasif bekleyişle değil, doğrudan eylemle kazanılabileceğiydi.
7 Ekim, sömürgeciliğe karşı mücadeleye Küba ve Cezayir devrimlerinden bu yana ilk kez bu ölçekte nostaljik bir hava kazandırdı. Bu devrimlerde olduğu gibi, halk kendi elleriyle işgalciyi kovmuş, bağımsız karar alabilen egemen devletler kurmuştu.
O sabahki operasyonlardan, sonraki iki yıl boyunca süren kurtuluş savaşlarına uzanan görüntüler, dünyanın gözünde bu tür hareketlerin tarih kitaplarında kalmadığını, hâlâ canlı olduğunu gösterdi.
7 Ekim, “İsrail-Filistin” anlatısında da bir kırılma yarattı; zayıf görülen tarafın, kendisini yok etmeye çalışan rejime karşı hâlâ mücadele edebildiğini ortaya koydu.
Tufan
7 Ekim 2023 sabahı yerel saatle 06.31’de Gazze çevresindeki yerleşimlerde ve Tel Aviv’de (işgal altındaki Yafa) hava saldırısı sirenleri duyuldu. Filistin medyası, 20 dakika sonra 06.51’de işgal altındaki bölgelere onlarca roketin fırlatıldığını bildirdi.
Kısa süre sonra Filistin direnişi savaşçılarının İsrail askerlerine yönelik operasyonlarını gösteren videolar yayıldı. Bu görüntüler, modern anti-emperyalist hareketlere yeni bir soluk getirdi.
Daha sonra şehit düşen Kassam Tugayları Genelkurmay Başkanı Muhammed ed-Dayf, “Aksa Tufanı” olarak anılacak operasyonun tozları hâlâ havadayken 10 dakikalık bir açıklama yaptı. Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde de kısa süre sonra operasyonu teyit ederek şu ifadeyi kullandı: “Bu düşman, şoktan uyandığında ve hayal kırıklığının boyutunu fark ettiğinde şaşkınlığa uğrayacaktır... Bilin ki Aksa Tufanı planlandığı gibi uygulanacaktır.”
Daha sonra şehit olan Filistin İslami Cihad Sözcüsü Ebu Hamza ise şu açıklamada bulundu:
“Bugün Kudüs Tugayları ve direniş olarak düşman varlığının itibarını kırdığımız, ordusunu zelil ettiğimiz, savaşçılarımızın düşmanı her yerde ölümle yüzleştirdiği yeni bir zafer sayfası yazıyoruz. Düşmanı ve yerleşimcilerini barışçıl yollarla topraklarımızdan ayrılmaya çağırmıştık, ancak bu olmadı; o hâlde öldürmek bizim yolumuz oldu.”
Ebu Hamza, “Allah’a hamdolsun, Aksa Tufanı operasyonunun bir parçası olarak düşman hatlarının gerisinde yürütülen bir dizi operasyon sayesinde biz ve direniş, tarihi bir sarsıntı yarattık, bu korkak düşmanın tozdan ibaret olduğunu ve yenilgiye mahkûm olduğunu kanıtladık.” ifadelerini kullandı.
İsrail güvenlik duvarında çatlak
Filistinlilerin ilk başarıları uzun uzun yazılabilir, ancak en önemli husus, İsrail’in güvenlik imajının çökertilmesidir. Bu çöküş bugün hâlâ İsrail toplumunu sarsmaya devam etmektedir.
İsrail toplumu uzun süredir teknolojik üstünlüğünü caydırıcılığın temeli olarak görüyordu. Altı metrelik duvarlar, silahlı askerler, ağır zırhlılar ve hava gözetimi bile yeterli görülmüyor; bunlara kameralar ve otomatik silah kuleleri ekleniyordu.
Bu yaklaşım, Başbakan Benyamin Netanyahu’nun güvenlik korkusunu büyüterek iç politik desteğini artırma stratejisinin bir parçasıydı.
İsrail medyasında yer alan bilgilere göre, “Cumartesi şafak vakti düzenlenen geniş çaplı saldırı, yoğun füze yağmuru altında gerçekleşti; keskin nişancı ateşi, insansız hava araçlarından atılan patlayıcılar ve buldozerlerle 20 feet (yaklaşık 6 metre) yüksekliğindeki çifte çit 30’dan fazla noktadan yıkıldı.”
Filistin insansız hava araçları, sınırdaki gözetleme kulelerini, kameraları ve otomatik taretleri devre dışı bırakarak İsrail Hava Kuvvetleri’nin sahadaki bilgi akışını kesti. Pilotlar adeta “kör uçuş” yapmak zorunda kaldı. Bu sayede operasyonun ilk aşamaları büyük başarıyla yürütüldü.
İsrail’in teknolojiye aşırı bağımlılığı kendi ayağına sıkmakla eşdeğerdi. Bu zaaf, Filistinlilere askerleri esir alma ve geri dönme fırsatı verdi; İsrail birlikleri ise şaşkınlık içinde toparlanmaya çalışıyordu.
Savaş
Savaş sırasında Filistin direnişi medya savaşında da önemli bir zafer elde etti. İsrail kamuoyunun sempati kazanma çabaları başarısız olurken, Filistinli gruplar cepheden görüntüler paylaşarak dünyaya sahadaki gerçekliği gösterdi.
Bu kayıtlar hem askeri belgeler hem de psikolojik savaşın bir unsuru olarak işlev gördü.
Hamas, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin askeri kanadı gibi gruplar kendi medya kanallarını kullanarak operasyonları belgeledi. Bu videolar hem direniş yanlılarının moralini yükseltti hem de İsrail’in Filistinlilerin kapasitesini küçümsemesine meydan okudu.
Ayrıca yayımlanan görüntüler, Filistinlilerin yalnızca savaşta değil, silah üretiminde de organize olduklarını ortaya koydu. Gazze yapımı el-Yasin 105 mm tanksavar, “Gul” keskin nişancı tüfeği, “Recum” çoklu roketatar gibi silahların üretim hatları kamuoyuna gösterildi.
Bu videolar, direnişin İsrail’in tahmin ettiğinden çok daha büyük ve organize bir yapıya sahip olduğunu kanıtladı.
Savaşçının iradesi
Aksa Tufanı’nın başarısı, savaşçıların sarsılmaz iradesini de gözler önüne serdi.
Filistinli savaşçılar, imkânların eşitsizliğine rağmen operasyonlarını sürdürdü. İsrail ordusu milyonlarca dolarlık teçhizatla savaşırken, direnişçiler kimi zaman yalınayak ya da eşofmanla, hatta terlikleriyle cepheye çıktı.
Savaşın ilk aylarında direnişçiler, tankların yanına kadar gidip patlayıcı yerleştiriyor, ölüm tehlikesine aldırış etmiyordu.
Bu görüntüler, İsrail ordusunun üstün teknolojiye dayalı gücünün, Filistinli savaşçıların manevi gücü karşısında etkisiz kaldığını gösterdi.
Bir Filistinli gencin, terlikleriyle bir tanka yaklaşıp dua ettikten sonra patlayıcı yerleştirerek onu imha ettiği anlar, bu dengesiz savaşın sembolü haline geldi.
Her yeni görüntü, sadece İsraillilerin silahlarına olan inancını sarsmadı, aynı zamanda Filistinlilerin direniş azmini de artırdı.
Şiddet bir zorunluluk
Uluslararası toplumun anlamakta en çok zorlandığı nokta, Filistin direnişinin uyguladığı şiddetin nedenidir.
Bu şiddet, sömürgeden kurtuluş mücadelesinin zorunlu bir sonucudur. On yıllardır süren işgal ve baskı, Filistin halkını bu noktaya getirmiştir.
Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri adlı eserinde, “Sömürgesizleşme, dünyanın düzenini değiştirmeye yönelik bir süreçtir ve bu, mutlak bir kaos anlamına gelir.” der.
Fanon’a göre bu dönüşüm sihirli değnekle değil, bir halkın kendi konumunun ve sömürgecinin konumunun bilincine varmasıyla olur; bu da iki güç arasındaki şiddetli bir mücadeleyle gerçekleşir.
İsrail güçleri, Filistinlileri yönetmek için sistematik şiddet kullandı. Yıllar önce binlerce Filistinlinin evlerinden zorla çıkarılmasıyla başlayan yerleşim politikası bunun en çarpıcı örneklerinden biridir.
Filistinliler kendi topraklarında ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördü. Topraklar yerleşimlerle ve askeri kontrol noktalarıyla parçalandı.
Verimli araziler, su kaynakları ve tarım alanları, İsrail tarafından el konularak Yahudi yerleşimcilere verildi. Toprağını savunmaya çalışan Filistinliler, askerler ya da yerleşimciler tarafından öldürüldü veya saldırıya uğradı.
İsrail ayrıca su, yollar ve geçiş izinleri üzerinde tam kontrol uyguladı; bu da gündelik yaşamı dahi baskı aracına dönüştürdü.
Bu koşullar altında yetişen kuşaklar için, işgalin dayattığı şiddet artık bir karşı şiddet doğurmuştur.
Fanon, “Sömürge dünyasını paramparça etmek, her sömürgeleştirilmiş insanın hayalinde canlanan bir hedef hâline gelir,” der. “Bu, bir fikir çatışması değil, topraklarına dayatılmış kötülüğü kökten kazıma mücadelesidir.”
Başarısız barış süreçleri
Filistinliler, onlarca yıldır barışçıl yolları defalarca denedi. Ancak İsrail’in sürekli olarak bu girişimleri sabote etmesi, şiddetli bir direnişi kaçınılmaz kıldı.
Fanon’un dediği gibi, “Sömürgecilik ancak bıçağın boğaza dayandığı anda geri adım atar.”
Filistin de diplomasi yolları tükendiğinde aynı gerçeği gösterdi. 1949 ateşkesinden, 1973 Cenevre görüşmelerine, 1979 Camp David’e, 1993 Oslo Anlaşması’na, 2002 Arap Barış Girişimi’ne, 2018-2019 Büyük Dönüş Yürüyüşü’ne kadar onlarca girişim, İsrail tarafından sonuçsuz bırakıldı.
Gazze’ye yönelik savaş boyunca da Başbakan Netanyahu müzakereleri defalarca sabote ederek savaşın uzamasını sağladı.
Bu tablo, konuşmanın imkânsız olduğunu; yani Filistinli devrimci Gassan Kanafani’nin deyimiyle, “kılıç ile boyun arasında diyalog olamayacağını” bir kez daha kanıtladı.
Halkın varlığı bir zaferdir
Sonuçta asıl zafer, Filistin halkının kendi topraklarında varlığını sürdürmesidir.
İsrail’in temel hedefi, Hamas’ı değil, Gazze halkını tamamen ortadan kaldırmaktı. Aşırı sağcı bakan Itamar Ben Gvir, 2024’te yaptığı açıklamada “Gazze sakinlerinin göçünü teşvik etmenin” eski Yahudi yerleşimcilerin geri dönmesini sağlayacağını söylemişti.
Bir diğer bakan, İsrail Katz, Gazze’nin kuzeyinde kalanların “terörist” sayılacağını ilan ederek “toplu göç” çağrısı yaptı.
Netanyahu ise 2025 yazında daha temkinli bir dille, “Filistinlilerin ayrılmalarına izin verilmesi gerektiğini” belirtti. Ancak birkaç ay sonra basına sızan kapalı oturum ifadelerinde, Gazze’deki evlerin yıkımının “Gazzelilerin göç etme isteğini artıracağını” söyledi.
Tüm bu baskılara, bombardımanlara ve propagandaya rağmen Gazze halkı direnişini sürdürdü.
Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde, Gazze halkına hitaben, “Sabırla direnen, dimdik duran halkımızın alınlarından öpüyoruz.” ifadelerini kullandı.
Filistinliler diz çökmedi, “yeter” demedi. Silahlarını kuşandı, Siyonist sömürgecilerin inşa ettiği Golem’e karşı durdu ve dünyaya İsrail’in suçlarını ifşa etti.
Sonuçta, soykırıma uğramaya çalışılan bu halkın kendi topraklarında hâlâ var olması, başlı başına bir zafer oldu.