YDH- Foreign Policy’de yayımlanan analizde, bu hafta Mısır’da sağlanan ateşkes anlaşması, dünya kamuoyunu sarsan iki yıllık soykırım savaşının ardından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirildi. Ancak analize göre, anlaşmanın koşulları tam olarak açıklanmasa da ABD’nin üzerinde çalıştığı 20 maddelik “barış planı” temelinde şekillenen çerçevenin muğlaklığı, planın tam olarak uygulanacağına dair ciddi şüpheler doğuruyor.
Analizde, kaygının yalnızca taraflar arasındaki derin görüş ayrılığı veya güç asimetrisiyle sınırlı olmadığı; anlaşmanın başarısının neredeyse tamamen ABD Başkanı Donald J. Trump’ın garanti sağlayıcı rolüne bağlı olduğu vurgulandı.
Önceki ateşkes görüşmelerinde, İsrail ile Hamas’ın, İsrail ordusunun Gazze’den çekilme takvimi, Hamas’ın silahsızlandırılması ve bölgenin gelecekteki yönetim yapısı gibi temel konularda uzlaşamadığı hatırlatıldı.
Ocak ayında yapılan müzakereler de dahil olmak üzere, arabulucuların bu sorunları aşmak için aşamalı bir uygulama planı önerdiği, böylece zorlu konuların ikinci ve üçüncü aşamalara ertelendiği bildirildi. Bu süreçte tarafların esir takası ve insani yardımların geçişine öncelik verilmişti. Fakat analize göre, bu aşamalı yaklaşım İsrail’e önemli bir avantaj sağladı. İsrail’in, ilk aşamada çok sayıda esiri kurtardıktan sonra, savaşı bitirme veya çekilme adımlarını atmadan önce ateşkesi ihlal ettiği ve bu ihlallerin cezasız kaldığı ifade edildi.
Mısır’daki son görüşmelerde de benzer dinamiklerin geçerli olduğu, tarafların yeniden aşamalı bir anlaşma modelini tercih ettiği, ancak bu kez kalan İsrailli esirlerin tek seferde serbest bırakılmasının planlandığı bildirildi.
Analizde, Trump’ın planına ilişkin en önemli anlaşmazlıkların, eylül ayında BM Genel Kurulu marjında sekiz Arap ve Müslüman ülke tarafından kabul edilen versiyon ile İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun Washington’da revize edip onayladığı versiyon arasındaki farklardan kaynaklandığı kaydedildi. Bu farklılıkların hâlâ giderilmediği ve bu nedenle İsrailli esirlerin serbest bırakılmasına rağmen anlaşmanın diğer unsurlarının garanti altına alınmadığı belirtildi.
Gazze halkının uzun müzakereleri beklemeden bir nebze nefes alacak olması olumlu bir gelişme olarak değerlendirildi; ancak ateşkesin kalıcılığının son derece belirsiz olduğu ifade edildi. Analizde, geniş kapsamlı bir anlaşma sağlansa bile Netanyahu’nun uygulama sürecinin bir aşamasında anlaşmadan çekilme veya kendi çıkarlarına uygun yeni bir düzenleme arayışına girebileceği uyarısı yapıldı.
Metinde, temel sorunun tarafların verdiği tavizlerin doğasında yattığı belirtildi. Hamas’ın yaptığı her tavizin geri döndürülemez olduğu, buna karşın İsrail’in verdiği her tavizi kolayca geri alabileceği ifade edildi. Örneğin, İsrail’in bir gün Gazze’den çekilse bile ertesi gün yeniden girebileceği; bugün serbest bıraktığı 1000 Filistinli tutsağı ertesi gün yeniden gözaltına alabileceği hatırlatıldı. Buna karşın, Hamas’ın serbest bıraktığı İsrailli esirlerin geri alınamayacağı ve silahsızlanması halinde anlaşma bozulduğunda bu durumu fiilen telafi edemeyeceği vurgulandı.
Bu nedenle, analize göre, anlaşmanın garantörlüğü belirleyici önem taşıyor. Ancak Trump’ın bu konuda güvenilir bir aktör olarak görülmediği kaydedildi. Hamas yetkililerinin son dönemde ABD Başkanı’na güven duyduklarını açıklasa da bunun gerçeği yansıtmadığı belirtildi.
Ocak ayındaki ateşkesin mart ayında İsrail tarafından ihlal edildiği ve bu ihlalin Trump’ın onayıyla gerçekleştiği ileri sürüldü. Trump’ın sürecin ilk aşamasında Gazze’nin “ABD kontrolünde bir Riviera’ya” dönüştürülmesi yönünde öneride bulunduğu ve bu önerinin Filistinlilerin, ABD yönetiminin hukuk, adalet ve ahlak ilkelerine bağlılığına dair inancını zedelediği kaydedildi.
Bu açıklamaların Netanyahu’ya ateşkesi askıya alma ve Gazze Şeridi’nde etnik temizlik politikalarını sürdürme yönünde siyasi gerekçe oluşturduğu belirtildi. Netanyahu ve hükümet üyelerinin de adımlarını “Trump planı”na dayandırarak meşrulaştırmaya çalıştığı ifade edildi.
Analizde, Trump’ın güvenilirliğinin bu süreçten sonra daha da zayıfladığı kaydedildi. Haziran ayında ABD’nin İran’la nükleer görüşmeler yürüttüğü dönemde İsrail’in İran’a saldırmasına izin verdiği ve görüşmeleri bu saldırıyı gizlemek için kullandığını ileri sürdüğü hatırlatıldı. Eylül ayında ise Trump’ın, İsrail’in Katar’a yönelik saldırısında ya onay vererek ya da engel olmayarak dolaylı şekilde sorumlu olduğu öne sürüldü.
Trump’ın New York’ta sekiz Arap devletiyle yaptığı toplantının ardından yeni planın şekillendiği, bu kez Trump’ın sürece geçmişe kıyasla daha fazla dahil olduğu belirtildi. Bu ülkelerin, Trump yönetimi üzerindeki İsrail etkisine karşı bir denge unsuru oluşturduğu ve bunun Netanyahu’ya baskı kurulması açısından önemli olabileceği değerlendirildi.
Ancak analize göre, Trump ile Arap devletleri arasındaki bu dengenin sürüp sürmeyeceği belirsizliğini koruyor. Buna rağmen, söz konusu Arap ülkelerinin, Türkiye ve Avrupa ile birlikte diplomatik çabaları güçlendiren yeni bir ittifak içinde oldukları ifade edildi.
Müzakereler devam ederken Hamas’ın örgütsel varlığını zora sokacak kararlar almak durumunda kalacağı belirtildi. Analizde, Hamas yetkililerinin artık “yolun sonuna gelindiğini” ve Filistin halkını kurtaracak bir dış müdahalenin beklenmemesi gerektiğini fark ettiğine dikkat çekildi.
Uluslararası baskının arttığı, ancak yaptırım ve silah ambargosu gibi adımların yakın vadede gerçekleşmesinin zor olduğu ve Netanyahu’nun ABD desteğiyle askeri operasyonlarını sürdürdüğü kaydedildi.
Ayrıca Hamas’ın, Katar ve Türkiye gibi geleneksel müttefiklerinin dahi silahsızlanma yönündeki uluslararası çağrılara katıldığı bir ortamda büyük baskı altında olduğu, elindeki tek kozun rehineler olduğu ifade edildi. Analiz, Hamas’ın Gazze’deki halkın hayatta kalması uğruna kendi varlığını ne ölçüde riske atacağı ve direniş hakkı gibi ilkelerinden ne kadar taviz vereceği sorularını gündeme getirdi.
Aynı zamanda Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını güvence altına alacak geniş kapsamlı bir siyasi çerçevenin gerekliliğine dikkat çekildi. Analize göre, bu konu sadece Filistinliler için değil, Gazze’nin geleceğinde rol oynaması beklenen diğer ülkeler için de belirleyici öneme sahip.
Netanyahu’nun revize ettiği planda bu konunun net biçimde yer almadığı, hiçbir ülkenin Gazze’de süresiz bir yönetim ve güvenlik sorumluluğunu üstlenmek istemediği belirtildi. Bu durumun, bazı Arap ve Avrupa ülkelerinin iki devletli çözüm arayışına yeniden ivme kazandırdığı ifade edildi.
Analizde, bu ülkelerin, anlaşmanın hem başarıya ulaşması hem de siyasi bir çözümle sonuçlanması için çaba gösterdiği; Filistin Yönetimi’nin Gazze’ye dönüşünü savunarak sahadaki sorumluluklarının kısmen azalmasını hedeflediği belirtildi. Ancak İsrail’in bu öneriye karşı çıktığı kaydedildi.
İsrail’in daha geniş kapsamlı bir anlaşma isteyip istemediği sorusunun açık kaldığı, ülkenin giderek yalnızlaştığı ve uluslararası destek kaybettiği ifade edildi. Netanyahu’nun anlaşmayı hedeflerine ulaştıktan sonra sonlandırması halinde Trump’ın İsrail üzerindeki nüfuzunu kullanıp kullanmayacağının belirsiz olduğu vurgulandı.
Analizde, Netanyahu’nun Trump’la yaşadığı anlaşmazlıklarda nasıl zaman kazandığını ve süreci kendi lehine çevirmeyi başardığı hatırlatıldı. 7 Ekim 2023’ten bu yana Netanyahu’nun “çok cepheli savaş” stratejisini iç politikada avantajlı bir alan olarak gördüğü, siyasi manevralarını bu ortamda kolaylaştırdığı belirtildi.
Son olarak, Netanyahu’nun anlaşmadan açık biçimde çekilmesi halinde dünya genelinde güçlü bir tepki oluşacağı; bazı ülkelerin İsrail’e karşı cezai önlemler alabileceği kaydedildi. Ancak analize göre, İsrail’i anlaşmaya uymaya zorlayabilecek tek etkenin Trump’ın baskısı olabileceği ve bunun da kesin olmadığı ifade edildi.