YDH- Tabnak'a göre, ABD Başkanı Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkileri yeniden şekillendirdi.
Suriye, Güney Kafkasya ve Ukrayna gibi temel dış politika alanlarında iki ülke arasında dikkat çekici bir stratejik uyumu tartışmaya açan Tabnak, Trump 2.0 döneminin, şimdilik Türkiye açısından zarardan çok fayda getirmiş göründüğünü kaydetti.
Ancak bu yeni denge, yalnızca çıkarların kesişmesine değil, Trump’ın öngörülebilirliğine ve Erdoğan’ın bu karmaşık ortaklığı yönetme becerisine de bağlı.
Rusya’nın “arka bahçesi” olarak gördüğü bölgenin tam üzerinde, Türkiye’yi Hazar Denizi’ne bağlayan stratejik bir geçiş hattı bulunuyor.
“Trump’ın Uluslararası Barış ve Refaha Giden Yolu” ya da kısaca “Gezi” (TRIP) olarak adlandırılan bu proje, küresel ölçekte büyük ekonomik ve jeopolitik önem taşıyor.
Beyaz Saray, Ağustos ayında ABD’ye “alt kiraya verilen” Ermeni topraklarını kapsayan “Trump Yolu”nun inşası ve işletimi için 99 yıllık yetkiyi Trump’a devreden bir dizi anlaşmaya imza attı.
Bu hamle, Trump ile yakın kişisel ilişkilere sahip Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından da yeni bir dönüm noktası anlamına geliyor.
Erdoğan, bu girişim sayesinde Avrasya’nın değişen jeopolitik dinamikleri karşısında eline yeni bir diplomatik kaldıraç geçirebilir.
Trump’ın askeri anlaşmalarda sergilediği “iş odaklı, doğrudan” yaklaşım, Ankara ile Beyaz Saray arasında kişisel temasa dayalı yeni bir iletişim kanalı yarattı.
Trump ve Erdoğan, başkanlık yetkisi ve liderlik tarzı konusunda benzer düşüncelere sahip. Bu benzerlik, aralarındaki kişisel uyumu güçlendiriyor ve karşılıklı anlayışı kolaylaştırıyor.
Ancak Gazze’deki kriz, Ankara’nın Trump’ın tutarsızlığı ve kararlılık eksikliği konusundaki endişelerini artırmış durumda. Ukrayna’dan İran’a, Yemen’den Suriye’ye kadar Trump 2.0 döneminde ani politika değişiklikleri, Türkiye’de temkinli bir iyimserlik yaratıyor.
Trump, 25 Eylül’de Erdoğan’ı 2019’dan bu yana ilk kez Beyaz Saray’da ağırladı. Görüşmede askeri satışlar, ticaret ve bölgesel krizler gündeme geldi. Trump’ın, Erdoğan’ın Suriye’deki rolünü öven açıklamaları, ilişkilerdeki yumuşamanın işareti olarak değerlendirildi.
Erdoğan, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, toplantının F-35 satışının yeniden başlamasına ve S-400 alımı nedeniyle uygulanan CAATSA yaptırımlarının kaldırılmasına zemin hazırlayabileceğini söyledi:
“Bu ziyaret, Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Aramızdaki diyalog ve dostluk güçleniyor.”
Ağustos ayında Beyaz Saray’ın arabuluculuğunda Azerbaycan ile Ermenistan arasında varılan ilk barış anlaşması, Türkiye açısından diplomatik bir zafer olarak değerlendirildi.
Eğer TRIP Projesi hayata geçirilirse Ankara, Orta Asya’daki etkisini artırabilir, Gürcistan ve İran güzergâhlarına bağımlılığını azaltabilir ve “Türk Dünyası” vizyonunu somut bir zemine taşıyabilir.
Bu proje, daha önce Azerbaycan tarafından “Zengezur Koridoru” adıyla gündeme getirilmişti. 40 kilometrelik bu hat, Azerbaycan’ın anakarasını Nahçıvan üzerinden Türkiye’ye bağlıyor.
Ankara, Güney Kafkasya’da Rusya ve İran nüfuzunun azalmasını olumlu karşılasa da, ABD’nin bu süreçteki arabulucu rolü Türkiye’nin stratejik hesaplarını karmaşıklaştırıyor.
Abu Dabi merkezli Trend Araştırma ve Danışmanlık merkezinden Dr. Serhat Suva Çubukçuoğlu’na göre:
“Ankara, ideal durumda ortak bir tarih ve kimliğe dayalı, büyük güç rekabetinden bağımsız yeni bir Kafkas kimliği inşa etmek isterdi.”
Ancak Ankara’nın temel endişesi, Washington’un sadece arabulucu kalmayıp bölgeye kalıcı olarak yerleşmesi. ABD’nin Ermenistan’da üs kurma olasılığı, Türkiye’nin Hazar Denizi ve Orta Asya’ya uzanan stratejik hattını kesebilir.
TRIP projesi, Türkiye’yi Avrupa ile Asya arasında güçlü bir lojistik merkez haline getirebilir. Aynı zamanda Çin’den İngiltere’ye uzanan Doğu-Batı Koridoru’nun da kilit halkasını oluşturabilir. Bu sayede Ankara, enerji arz güvenliğini artırarak Orta Asya’daki kırılganlıklara karşı daha dirençli hale gelebilir.
Trump yönetiminin ikinci döneminde izlenen dış politika çizgisi, genel olarak Ankara’nın stratejik hedefleriyle örtüşüyor. Biden döneminde zayıflayan ilişkiler, yeniden “kişisel temas” ekseninde canlanmış durumda.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nden Dr. Murat Aslan’a göre:
“Gazze dışında, iki ülke arasında ciddi bir anlaşmazlık yok. Libya, Suriye, Irak, Ermenistan ve Ukrayna dosyalarında bile dış politikaları birbirini tamamlıyor.”
Bu yakınlaşma, Trump’ın yakın dostu Thomas Barrack’ın ABD’nin Ankara Büyükelçisi olarak atanmasıyla daha da belirginleşti.
Barrack, aynı zamanda Trump’ın Suriye ve Lübnan özel temsilcisi olarak görev yapıyor; diplomatik ağırlığı büyük ölçüde Erdoğan ile kişisel dostluğundan geliyor.
Barrack, son dönemde Suriye’deki yeni Cumhurbaşkanına, Ankara yanlısı Ahmed el-Şara yönetimine açık destek verdi. Erdoğan ve Suudi Veliaht Prens Selman, Trump’ı Suriye yaptırımlarını kaldırmaya ikna eden isimler arasında yer aldı.
Esed sonrası Suriye’nin geleceği, ABD-Türkiye iş birliğinin en kırılgan noktası olmaya devam ediyor.
Ankara’da, Washington’un YPG-PKK kontrolündeki bölgelerde fiili bir özerk yapı kurarak Türkiye’nin güvenliğini tehdit edebileceği endişesi hâlâ güçlü.
Ukrayna meselesinde ise iki lider büyük ölçüde aynı çizgide: hızlı bir diplomatik çözümden yana. Ancak Erdoğan, Kiev’in tüm işgal altındaki toprakları geri alma ısrarına mesafeli.
Trump ise son olarak farklı bir çıkış yaparak “Ukrayna’nın BM sınırları içindeki tüm topraklarını geri alabileceğini” söyledi.
Gazze konusunda Ankara ile Washington arasında hâlâ gerilimli bir denge var. Erdoğan, Trump’ın İsrail’e verdiği desteği açıkça eleştirdi.
Buna rağmen Türkiye, Trump’ın “Gazze barış girişimi”ne resmen destek verdi ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ı Mısır’daki görüşmelere gönderdi.
Trump’ın 9 Ekim’de Ankara’nın arabuluculuk rolünü övmesi, Washington’ın Türkiye’nin Hamas üzerindeki etkisine verdiği önemi ortaya koyuyor.
Trump 2.0 dönemi şu ana kadar Türkiye’ye avantaj sağlamış gibi görünse de, bu yakınlaşmanın sürdürülebilirliği belirsiz.
Erdoğan, Washington’la ilişkilerdeki pek çok krizi yumuşatmayı başardı; ancak Gazze, hâlâ ilişkilerin en hassas konusu.
İsrail’in Suriye’deki adımları ve Tel Aviv’in bölgesel ajandası, Türkiye’nin Esed sonrası stratejisiyle çatışma potansiyeli taşıyor. Dr. Çubukçuoğlu’na göre:
“İsrail ve Türkiye’nin çıkarları Suriye’de doğrudan çatışıyor. Bu gerginlik, bölgedeki diğer alanlara da sıçrayabilir.”
Sonuç olarak, Erdoğan için “Gezi” projesi yeni jeopolitik fırsatlar açsa da bu ivmenin devamı, Trump’ın dış politikasındaki dalgalanmalara Ankara’nın ne kadar uyum sağlayabileceğine bağlı.