İsrail’in Batı Şeria planı: Fiili ilhaktan resmi ilhaka

03 Kasım 2025

Yerleşim uzmanı Halil et-Tefkeci, İsrail’in yıllardır süren fiilî ilhak sürecine artık “resmi ve hukuki bir çerçeve” kazandırmaya çalıştığını belirtti. Batı Şeria’nın %82’sinin ilhakını öngören planın, Filistin devletinin tamamen ortadan kalkması anlamına geldiği ifade edildi.

YDH- Sanad Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre, İsrail Batı Şeria’da, en az diğer cepheler kadar tehlikeli üçüncü bir cephede hareket ediyor.

Dünyanın savaşın alevleriyle meşgul olduğu bir dönemde, işgal makamları, çatışmanın geleceğini belirleyecek en kritik savaş olarak tanımlanan hızlandırılmış bir “ilhak planını” uygulamaya koyuyor.

İsrail hükümetinin, “uluslararası meşguliyet zamanını” Batı Şeria üzerindeki kontrolünü stratejik bir sükûnet içinde pekiştirmek için kullandığı; mevcut dönemi, çatışmanın kurallarını değiştirmek için “tarihi bir fırsat penceresi” olarak gördüğü belirtildi.

Bu değişimin amacının yalnızca işgal değil, aynı zamanda siyasi coğrafyayı yeniden çizmek ve “Filistin devletinin kurulmasını tamamen engellemek” olduğu ifade edildi.

Güvenlik doktrini, coğrafyayı yeniden tanımlıyor

1967’de Batı Şeria’nın işgal edilmesinden bu yana, İsrail’in “güvenlik” kavramının geçici bir askeri gerekçeden ziyade, coğrafya ve egemenliğin yeniden tanımlandığı yapısal bir çerçeveye dönüştüğü bildirildi.

Yerleşim uzmanı Halil et-Tefkeci, İsrail’in bugün Batı Şeria’nın “%60’ından fazlası üzerinde fiilî kontrol” sağladığını belirtti.

Tefkeci, Sanad Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada, bu kontrolün, “coğrafi ve siyasi olarak bağlantılı bir Filistin varlığını engelleyen güvenlik mekanizmalarıyla” sürdürüldüğünü ifade etti.

“Stratejik derinlik” teorisi ve Allon Planı

1967 Savaşı’ndan sonra İsrail’in, savaş öncesi sınırlarının dar olması nedeniyle “jeostratejik bir açmazla” karşılaştığı; bazı bölgelerde Akdeniz ile Batı Şeria arasındaki mesafenin 14 kilometreyi geçmediği kaydedildi.

Bu nedenle İsrail askeri liderliğinin “stratejik derinlik” teorisini benimsediği ve Batı Şeria’nın elde tutulmasını “doğudan gelebilecek tehditlere karşı doğal bir savunma hattı” olarak gördüğü bildirildi.

Bu vizyonun, 1967 tarihli “Allon Planı”nda somutlaştığı; planın, Ürdün Vadisi’nin İsrail kontrolünde bir güvenlik tamponu olarak kalmasını ve Filistinlilerin yalnızca batıdaki küçük nüfus ceplerini yönetmesini öngördüğü belirtildi.

Hükümetler değişse de bu plan, İsrail güvenlik doktrininin temel dayanağı olarak kaldı; güvenlik ve coğrafi açıdan kritik bölgelerden, “bedeli ne olursa olsun çekilmenin reddedildiği” ifade edildi.

Yerleşim ağıyla inşa edilen “güvenlik haritası”

Tefkeci, 1983 tarihli “50 numaralı askeri emrin”, yerleşimleri İsrail şehirlerine bağlayan ve Filistin yerleşimlerini izole eden “stratejik bir yol ağı” kurduğunu hatırlattı.

Ayrıca 1990’larda “Şaron Projesi” veya “Yıldızlar Planı” olarak bilinen girişimin, Kudüs çevresindeki yerleşimlerin genişletilmesini ve “yeşil hat” ile işgal bölgeleri arasındaki sınırların fiilen ortadan kaldırılmasını amaçladığını belirtti.

İsrail yerleşimlerinin artık yalnızca “vaat edilmiş topraklar ideolojisinin” bir yansıması olmadığı; aynı zamanda “İsrail ulusal güvenliğinin ileri savunma hatlarını” oluşturduğu kaydedildi.

Tefkeci, İsrail hükümetlerinin, “Ariel” ve “Maale Adumim” gibi doğu ve batı tepelerinde dev yerleşimler inşa ederek Filistin şehirleri arasında “doğal bariyerler” oluşturduğunu belirtti.

Bu stratejinin, Batı Şeria’yı “birbirinden kopuk, kuşatılmış nüfus adalarına” dönüştürdüğü ve doğrudan askerî varlık gerektirmeyen bütüncül bir güvenlik sisteminin temelini oluşturduğu ifade edildi.

“Demografik güvenlik”: Toprak var, nüfus yok

Tefkeci’ye göre, yerleşimlerin %80’i, İsrail’e kuzeyden güneye kadar Filistinlilerin hareketlerini “izleme imkânı sağlayan yüksek noktalara” inşa edildi.

2000’li yılların başında, İsrail güvenlik kurumunun tehdit tanımının değiştiği; artık ana tehlikenin Arap orduları değil, “Filistin nüfusundaki artış nedeniyle İsrail’in sayısal üstünlüğünü kaybetme riski” olduğu kaydedildi.

Böylece “demografik güvenlik” kavramı ortaya çıktı: “Toprağı kontrol et, ancak nüfusu dahil etme.”

2002’de inşa edilen “Ayrım Duvarı”nın bu dönüşümün zirvesini temsil ettiği; duvarın, büyük yerleşim bloklarını Filistin topluluklarından ayırarak, İsrail’in “güvenli bölge” olarak tanımladığı alan içinde yerleşimcilerin %85’ini bıraktığı belirtildi.

Tefkeci, duvarın “güvenlik gerekçesiyle değil, fiili coğrafi ilhakı pekiştiren ve yeni sınır gerçekliği dayatan siyasi bir araç” olarak işlev gördüğünü ifade etti.

Yerleşimciler “sivil askerlere” dönüştü

Gazze ve Lübnan’dan gelen “tehditlerin” artmasıyla, İsrail’in Batı Şeria’yı “iç güvenlik cephesi” olarak yeniden tanımladığı; bu bölgenin, coğrafi ve demografik açıdan “devletin kalbi” olarak görüldüğü bildirildi.

İsrail ordusunun perspektifine göre, Batı Şeria’dan çekilmek, İsrail’in merkezini “savunmasız bırakmak” ve “Tel Aviv’i kısa menzilli saldırılara açık hâle getirmek” anlamına geliyor. Bu nedenle ordu, Ürdün Vadisi üzerindeki tam kontrolü “doğu güvenlik kuşağı” olarak sürdürmekte ve merkezi yükseltileri “kilit gözetim noktaları” olarak muhafaza etmekte.

Ayrıca, geçiş noktaları ve sınırlar, Filistinlilerin hareketi ve ekonomisi üzerinde “kontrol aracı” olarak kullanılmakta.

Son yıllarda aşırı sağın etkisinin artmasıyla, Tefkeci’nin ifadesiyle, “yerleşimlerin askerileştirilmesi” olarak adlandırılan yeni bir ilhak aşamasına girildi.

Netanyahu hükümetinin, aşırı sağcı Itamar Ben Gvir’in yönettiği Ulusal Güvenlik Bakanlığı denetiminde, yerleşimcilere “silahlanma izni” verdiği ve “yerel milislerin oluşturulmasına” olanak tanıdığı bildirildi.

Böylece yerleşimler sahadaki “savunma birimlerine”; yerleşimciler ise “sivil askerler”e dönüştü.

Bu politikanın, güvenliğin artık yalnızca ordunun değil, yerleşimci toplumun da sorumluluğu olarak görüldüğü “yeni bir anlayışı” yansıttığı belirtildi.

“Toprak olmadan güvenlik yok, kontrol olmadan toprak yok”

Tefkeci, ilhakın fiilen yıllardır sürdüğünü, ancak İsrail’in şimdi buna “resmi ve hukuki bir çerçeve” kazandırmaya çalıştığını söyledi.

İlhak projesinin güvenlik boyutunun özünün “süreklilik” olduğunu; dünyanın işgali “geçici bir durum” olarak gördüğünü, ancak İsrail’in bunu “kalıcı bir güvenlik hali” olarak değerlendirdiğini belirtti.

Her yeni yerleşimin, her çevre yolunun ve her kontrol noktasının, hem güvenliği hem de egemenliği yeniden tanımlayan “büyük bir mühendislik projesinin parçası” olduğu ifade edildi.

2025 yılı içinde yalnızca altı haftada “2.749 yeni yerleşim birimi” inşaat izni verildiği; bunun “genişleme yoluyla güvenlik” anlayışının kesintisiz sürdüğünü gösterdiği bildirildi.

Filistin kaynaklarının, Batı Şeria’nın “%44,5’inin doğrudan veya dolaylı biçimde İsrail kontrolü altında” bulunduğunu açıkladığı kaydedildi.

2025’te “50 bin yeni yerleşim biriminin onaylanmasının” beklendiği; bunun bir önceki yılın “dört katı” olduğu belirtildi.

Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in hazırladığı planın, Batı Şeria’nın “%82’sinin ilhakını” öngördüğü; bu durumun “bağımsız Filistin devletinin fiilen ortadan kalkması” anlamına geldiği aktarıldı.

İsrail’in “ilhak”tan kastının yalnızca sınır genişletmek değil, 1967’den beri benimsediği güvenlik felsefesini özetleyen varoluşsal bir denklem olduğu ifade edildi:

“Toprak olmadan güvenlik yok, kontrol olmadan toprak yok.”