İsrail seçeneksizlikle karşı karşıya

10 Kasım 2025

"İsrail artık riskleri göğüsleyecek bir ruh halinde değil; bu da onu Lübnan’a karşı geniş çaplı bir askeri harekâta -ve muhtemelen Irak ve İran’a da- sürükleyebilir."

YDH - Siyonist rejim, iki yıldır sürdürdüğü operasyonların stratejik hedeflerini gerçekleştirememiş bir çıkmazla karşı karşıya ve dış destekçileri yaptıklarını sorgulamaya başlamış durumda. ABD yönetimi çatışmanın daha fazla tırmanmasının kendi çıkarlarına zarar verdiğini görerek ateşkese zorlayıcı bir rol üstlenirken, Mısır Hamas’ı ortadan kaldırma fikrini imkânsız buluyor. El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin'in değerlendirmesine göre İsrail kuzey ve doğudaki tehditleri hâlâ askeri yöntemlerle çözmeyi düşünüyor, fakat Hizbullah’ın davranışındaki değişiklikler ve artan risk algısı Tel Aviv’i daha temkinli yapıyor.

Artık açıkça görülüyor ki, İsrail’den bizi bekleyen şey hafife alınacak bir mesele değil. Sorun, düşmanın ne düşündüğünde değil, nasıl düşündüğünde yatıyor. Bu rejimdeki mevcut hükümetin niteliğini görmezden gelmek, ciddi bir değerlendirme hatasına yol açabilir; zira mesele yalnızca bu hükümeti “aşırı uç” olarak nitelemek değil.

Asıl mesele, karar alıcıların artık devletin karar mekanizmalarının ve uygulama organlarının -hükümetin, ordunun ve güvenlik kurumlarının- merkezine yerleşmiş olmasıdır.

Aksa Tufanı operasyonunun ardından İsrail’in köklü bir değişim geçirdiğine dair tüm söylemler, onun güvenlik ya da savaş doktrininde temel bir revizyon yapmaya hazırlandığı anlamına gelmez. Gerçekte yaşanan şudur: İsrail, Hamas’ın hamlesi karşısında hazırlıksız yakalanmış ve kendi üstünlük kompleksinin körlüğüyle afallamıştır.

Son otuz yılda zaman zaman mütevazı görünmek zorunda kalsa da, özü itibarıyla şiddet ve aşırı güç kullanımı üzerine kurulu bu devlet, şimdi yeniden bildiği işi -katletmek ve ateş gücünü son sınırına kadar kullanmak- yapma fırsatını bulmuştur.

Fakat iki yıl süren imha savaşının ardından İsrail bugün bambaşka bir gerçekle karşı karşıya. Güvenlik doktrinini ciddi biçimde gözden geçirmek zorunda. Fakat bu süreç sonuçlanana kadar, yine bildiği şeyi -ileri düzey güvenlik operasyonları, devasa istihbarat üstünlüğü ve yoğun ateş gücü- yapmaktan sapmayacak.

Yine de İsrail, muhalif sesleri hiçe saysa bile, artık “istenmeyen devlet” sendromu yaşadığının farkında. Bu durumda, dünyanın hükümetlerinin desteği yeterli değil. Çünkü İsrail pasaportu taşıyan her birey, yurt dışına çıktığında gerçek bir endişe hissediyor.

Eskiden ayrıcalık sayılan o kimlik, artık tedirginlik kaynağına dönüşmüş durumda. Onlar da biliyor ki rahat hareket etmeleri, siyasi bir karar sayesinde mümkün; ama dünya hükümetleri kendi yurttaşlarından uzaklaştıkça, İsrail sokaklarda kendisine destek veren birkaç düzine insandan fazlasını bulamayacak.

Bu unsura yapılan vurgu, açık bir gerçeği işaret ediyor: İsrail’in bugün faaliyet gösterdiği siyasi, iktisadi, güvenlik ve ahlaki ortam, bu yapının tarihindeki en zayıf dönemdir. Bu da hafife alınacak bir durum değildir.

Tel Aviv’deki yöneticiler sabah akşam “güç, varlığımızın tek garantisidir” deseler de, çok daha sert bir gerçeği görmezden geliyorlar: Bu güç, yerli kökenli değil, bu insanların olağanüstülüğünden de doğmuyor; temelde, İsrail’in Batı sömürgeciliğinin ileri karakolu olmasından kaynaklanıyor.

Batı’nın öncelikleri değiştikçe, İsrail sıkışmış hissediyor. Bugünkü durumu da bunu gösteriyor. Çünkü Batı, bölge halklarını boyun eğdirme stratejisini değiştirdiği için değil, İsrail’i iki yıl bekledikten sonra gördü ki, bunca yıkım ve katliama rağmen bu ülke hâlâ korkuyor, hiçbir cephede kesin bir sonuç elde edememiş!

Bu bağlamda, düşmanın kuzey cephesine dair planlarını da böyle okumak gerekir. Bu cephe, yalnızca İsrail’in batı sınırlarında bitmiyor; doğu derinliğine kadar uzanıyor. Yani İsrail’in kuzeydoğu cephesi, Lübnan’dan Suriye’ye, Irak’tan İran’a kadar genişliyor.

İsrail, bu bölgeyi diğer tüm cephelerden daha koordineli, etkileşimli ve dayanışma içindeki bir cephe olarak görüyor. Bu durum, karşısındaki tehditleri daha da büyütüyor ve onu son derece hassas, kararlı kararlar almaya zorluyor.

Lübnan’a ulaşan bilgiler arasında, düşman hükümetinin başbakanı Benyamin Netanyahu ile askeri ve güvenlik yetkililerinden aktarılan sözlerin kapsamlı bir değerlendirmesi yapıldığında, bugün kamuoyuna açıkça söylenmeyen gerçeğin şu olduğu anlaşılıyor: İsrail yeni bir çıkmazla karşı karşıya; bu çıkmazın adı, “görevi tamamlayamamak.”

Yoğun sızıntıların ardındaki amaç, yeni bir savaş dalgasına zemin hazırlamak için yerleşim içindeki kamuoyunu yeniden biçimlendirmek gibi görünüyorsa da, düşman rejiminin kalbindeki iç siyasi rekabetin de bu süreçte belirleyici bir etkisi var.

Ancak asıl dikkat çekici nokta şu: İsrail, “düşmanların henüz teslim olmadığını” ileri süren yeni bir anlatı inşa ediyor ve onları teslimiyete ikna etmek için daha büyük bir darbenin gerekli olduğunu öne sürüyor.

Bu anlamda, düşman liderleri operasyonun başarısızlığını kabul etmek istemiyor. Lübnan, Irak ve İran’la yaşanan son gelişmeler, İsrail’in özel güvenlik operasyonlarıyla elde ettiği kazanımların aşındığını gösteriyor.

Düşmanın kuzeydeki cephesinin yeni koşullara uyum sağladığı ve kendini eskisinden farklı bir biçimde yeniden inşa ettiği de kabul ediliyor. Tüm bunlar, düşmanın son iki yıldaki stratejik hedeflerinin başarısızlığını örtbas etmeye çalıştığını gösteriyor.

İsrail toplumu bugün liderlerini sorgulamaya pek istekli olmasa da, bu onların durumunun iyi olduğu anlamına gelmiyor.

Yeni olan şu: Görünüşe göre dış destekçileri artık onların yaptıklarını gözden geçirmek zorunda kalıyor.

Bu durumu açıklamak için bölgeye gönderilen önde gelen bir özel temsilcinin aktardıkları yeterli: Gazze’de savaşın nasıl durdurulabileceğine dair yürütülen görüşmeler sırasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın güvenlik ve askeri ekibine Gazze’deki durumu sorduğu, İsrail’in daha fazla öldürmek dışında bir şey yapamadığını ve bunun ABD’nin çıkarlarına her geçen gün daha fazla zarar verdiğini anladığı belirtiliyor.

Bunun üzerine, yalnızca zararın büyümesini önlemek için değil, İsrail’i kendi kendisinden kurtarmak için de müdahale edilmesi gerektiği sonucuna varıldığı aktarılıyor. Temsilciye göre Trump, Netanyahu’ya şu sözleri söylemiş: “Yeter artık… Artık savaşın bitme vakti geldi.”

Belki bu dönüşüm Filistin meselesinin yönetiminde yeni bir yol açmıştır. Ancak Mısırlılar -Gazze’yi ve halkını en iyi bilenler olarak- Amerikalılara, İsraillilere ve Körfez ülkelerine son derece açık davrandılar: Hamas’ı hem askeri, hem siyasi, hem de sivil bir güç olarak yok etme fikri bir hayaldir.

Hareketin, yaşananlara rağmen nasıl ayakta kaldığını kavrayamayanlar, Filistin halkının gerçekten ne yaşadığını anlayamazlar. Bu yüzden Mısır’ın tutumu açıktı: Lübnan’a yönelik benimsenen yaklaşımı reddetti ve herkesi silahsızlandırma fikrinden vazgeçmeye çağırdı; bunun yerine bu silahın etkinliğini askıya almayı önerdi.

Aynı zamanda bu askıya almanın bedelsiz olmayacağını vurguladı ve İsrail ile Batı ve Arap ülkelerinin bunun karşılığını sağlaması gerektiğini belirtti.

Tüm bu tartışmanın sonunda ise İsrail yeniden merkezi sorusuyla karşı karşıya kalıyor: Kuzey ve doğudan gelen mevcut tehditlerle nasıl baş edecek? Onun için çözüm her zaman büyük çaplı askeri ve güvenlik operasyonları gibi görünüyor; zira bildiği tek reçete bu.

Değişen şey, öldürme ve yıkımda ileri gitme isteğinin azalması değil (bu artık şaşırtıcı değil); asıl değişen, kendilerinin övündüğü, Hizbullah’ın merkezine girip ne düşündüğünü, nasıl davrandığını ve nerede hareket ettiğini bilme yeteneğinin artık var olmaması.

Hizbullah’ın davranış ve icraatında köklü değişiklikler gözlüyorlar; hatta hareketin “sabır gösterme” gücüne ve günlük tahriklere hemen karşılık vermemesine şaşırıyorlar. Buna rağmen İsrail artık riskleri göğüsleyecek bir ruh halinde değil; bu da onu Lübnan’a karşı geniş çaplı bir askeri harekâta -ve muhtemelen Irak ve İran’a da- sürükleyebilir.

Bizim tarafımızdan ise bu yüzleşmeye tam hazırlık dışında bir seçenek yok. Düşman geçen sefer saflarımızı dağıtıp her tarafı tek başına savaşmaya ikna etmeyi başardıysa, şimdi en azından asgari görevimiz, ne kadar ağır görünse de fedakârlık gerektirse de, bir cephe olarak ona karşı koymaya hazır olmaktır; çünkü tarihin rotasını düzeltmek dileklerle gerçekleşmez!

Çeviri: YDH