El-Kaide 'diplomasisi': Pragmatizm mi, teslimiyet mi?

10 Kasım 2025

''Amerika’nın asıl hedefi, Suriye ile kurduğu her temasın İsrail’in güvenliği açısından stratejik kazançlar doğurmasını sağlamak. Washington’un gözünde mesele, Suriye’yi İsrail için bir “güvenli liman” haline getirmek değil, İsrail lehine stratejik tavizler elde etmek.''

YDH- Arabi21'de Hüseyin Abdülaziz, Suriye'deki Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) lideri Colani'nin uluslararası arenada sergilediği diplomatik pragmatizme ve bu tutumun ardındaki iki temel yaklaşım arasındaki belirsizliğe dikkat çektiği yazısında, ABD, Rusya ve BM arasındaki diplomatik hareketlerini tartışarak bu hareketlerin ardındaki siyasi pragmatizmin doğasını irdeliyor. Ayrıca Abdülaziz, HTŞ-İsrail ilişkilerinde, özellikle Golan Tepeleri meselesi bağlamında, taktiksel iş birlikleriyle stratejik değişimler arasındaki ince çizgiyi masaya yatırıyor.

Birleşmiş Milletler’in geçen eylül ayında onu “terörist” ilan ettiği New York’a; ardından Esed rejimini koruyan ve Suriye muhalefetine –özellikle Özgür Suriye Ordusu ve Heyet Tahrir eş-Şam’a– karşı savaşan Moskova’ya; ve nihayet, yarın, kendisini ve örgütünü terörist ilan eden Washington’a...

Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) lideri Colani'nin bu üç şehir arasındaki diplomatik trafiği, olağanüstü bir siyasi pragmatizmi işaret ediyor. Ancak pragmatizmin iki yüzü vardır: Biri, yalnızca zaman kazanmak ve rakip cepheleri birbirine düşürmek için kullanılan geçici bir taktiktir; diğeri ise mevcut gerçekliğe teslim olmayı, köklü bir siyasal değişim uğruna ağır tavizler vermeyi içerir. Peki, Colani'nin pragmatizmi hangisi?

Bu soruya kesin bir yanıt vermek kolay değil. Çünkü siyasette “kesinlik” çoğu kez yanıltıcıdır; çıkarların girift doğası, taktikle stratejiyi birbirine geçirir, ayrım çizgilerini bulanıklaştırır.

HTŞ rejimi, 8 Aralık’ta iktidara gelmeden önce bile, uluslararası meşruiyetin üç sütun üzerine kurulu olduğunun farkındaydı: Suudi Arabistan öncülüğünde bölgesel destek, Fransız-Alman-İngiliz üçlüsünün oluşturduğu Avrupa desteği ve nihayet ABD’nin sağladığı küresel meşruiyet.

Bu üç temel dayanak içinde Amerika, yeni rejimin meşrulaştırılması ve ilerlemesi için birincil siyasi kalkan işlevi görüyor. Washington’un onayı olmadan, Suriye’ye uygulanan BM yaptırımlarının kaldırılması, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) meselesinin çözülmesi ya da İsrail’in Suriye’ye yönelik askeri müdahalelerinin durdurulması mümkün görünmüyor. Ancak Beyaz Saray’ın hesapları, yalnızca “terörle mücadele” ya da “azınlık haklarını koruma” gibi insani başlıklarla sınırlı değil.

Amerika’nın asıl hedefi, Suriye ile kurduğu her temasın İsrail’in güvenliği açısından stratejik kazançlar doğurmasını sağlamak. Washington’un gözünde mesele, Suriye’yi İsrail için bir “güvenli liman” haline getirmek değil, İsrail lehine stratejik tavizler elde etmek.

İlişkilerde yalnızca güvenlik düzeyinde kalan bu temasların ötesinde, daha derin bir stratejik dönüşümün işaretleri de belirmeye başladı. İsrail’in son aylarda Suriye topraklarını bombaladığı ve güneyde kara operasyonları yürüttüğü dönem boyunca, HTŞ rejimi sessiz kaldı. Kınama açıklaması aylar sonra ve son derece çekingen biçimde geldi. Bu sessizlik, diplomatik bir mesajdı: “Suriye değişti. Artık İsrail’in düşmanı değil.”

Bir zamanlar “direnişin ve meydan okumanın kalesi” olarak tanımlanan Şam, şimdi kendisini –İsrail de dâhil– bölgesel barış ve istikrarın kalesi olarak konumlandırıyor.

Bu değişimin sembolik düzeydeki en çarpıcı göstergesi, İsrail’in hava saldırılarını yoğunlaştırdığı günlerde Şam’ın Yahudi heyetlerini ağırlaması oldu. Şubat ayında İsrailli gazeteci Itai Engel Şam’a geldi; aynı ayın sonunda Brooklyn’deki Suriye Yahudi Cemaati Başkanı Haham Yosef Hamra ile İsrail yanlısı duruşuyla tanınan Haham Asher Lopatin de Şam’da ağırlandı.

Eylül ayında ise aralarında din âlimleri ve akademisyenlerin de bulunduğu bir Amerikan Yahudi heyeti Suriye’yi ziyaret etti. Bu ziyaretler ve eşzamanlı olarak yürütülen Suriye-İsrail temasları, Şam’ın İsrail’e bakışında taktiksel sınırları aşan bir zihniyet değişiminin yaşandığını gösteriyor.

Ancak Golan Tepeleri meselesi hâlâ kırılma noktası olmaya devam ediyor. Şam için Golan, tıpkı İsrail için olduğu gibi bir “güvenlik” meselesi değil, “hak” ve “uluslararası hukuk” meselesidir. Yine de uzun vadede, Golan’ın statüsüne ilişkin bir ikili mutabakata varılması olasılığı masada duruyor.

Bu çerçevede, bölge sembolik olarak Suriye egemenliğinde kalırken, pratikte İsrail’in güvenlik kaygılarına yanıt verecek bir formül geliştirilebilir.

Bu perspektiften bakıldığında, Suriye’nin İsrail’e yönelik açılımı hâlâ taktiksel bir nitelik taşıyor gibi görünüyor.

Şam, hedeflerine ulaşmak için diplomatik manevralar yapıyor; stratejik kayma ise henüz tamamlanmış değil. Ancak bölgedeki güç dengesi İsrail lehine ağır bastıkça, Suriye pragmatizminin nerede sona erip stratejik dönüşümün nerede başladığını ayırt etmek giderek zorlaşıyor.

Çeviri: YDH