
YDH - Colani'nin Washington ziyareti, ülkenin dış politikasında ve iç dengelerinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) rejiminin Uluslararası Terörle Mücadele Koalisyonuna katılması, hem ABD ile ilişkilerde hem de iç siyasi dengelerde ciddi değişimlerin habercisi oldu. Ed-Diyar gazetesinin değerlendirmesine göre tüm bu adımlar, uzun süredir kilitlenmiş Suriye dosyasının uluslararası düzlemde yeni bir evreye girdiğini gösteriyor.
Çok sayıda işaret, açıklama, bildiri ve görüşmeden -özellikle Suriye'deki Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) rejimi lideri Ebu Muhammed el-Colani'nin 8 Kasım’da Washington’a varışından bu yana yaptığı temaslardan ve geçtiğimiz pazartesi sabahı Beyaz Saray’da ABD Başkanı’yla gerçekleştirdiği görüşmeden- anlaşılacağı üzere, Amerikan yönetiminin bu ziyareti “tarihi bir adım” olarak nitelemesi yerinde görünüyor.
Bu tanım sadece rejim liderinin, 1920 yılının Mart ayında “Suriye Krallığı” ilan edildikten sonra ilk kez Washington’a gitmesi nedeniyle değil; aynı zamanda yaklaşık altmış yıldır kapalı duran ufukları açmayı başarması bakımından da anlamlı.
Öyle ki bu ziyaret, Suriye’yi biri doğuda, diğeri batıda duran iki farklı eksen arasında son derece karmaşık bir denge noktasına taşıdı.
Bu yeni durumun yansımaları özellikle ekonomi alanında ağır bir yük oluşturdu. Ülke ekonomisinde iki belirgin eğilim öne çıktı:
İlki, “sosyalist ekonomi” esintileri taşıyan modeldi. Bu yaklaşım, yoksulluk sınırının altında yaşayan kesimleri korumak adına temel malların devlet tarafından sübvanse edilmesini öngörüyordu. Ancak bu politika, geniş çaplı yolsuzlukların kapısını aralayarak “karaborsa ekonomisi”nin doğmasına ve devlet ekonomisinin içten içe çürümesine yol açtı.
İkincisi ise, çekingen bir biçimde “piyasa ekonomisine” yönelen eğilimdi. Bu sistem, “Baascı yönetim”in ortaya çıkışından önceki yarım yüzyıl boyunca hüküm sürmüş, ancak iktidarın el değiştirmesiyle tümüyle bastırılmış ve sonunda kimliğini yitirmiş bir karışıma dönüşmüştü.
Kesin olan şu ki, 8-10 Kasım tarihleri arasında ABD’de yaşanan “Suriye olayı”, jeopolitik, ekonomik ve siyasi boyutlarıyla bir dönüşüm denemesi niteliği taşıyordu. Ve yine kesin olan şu: Böyle bir “doğum sancısı” acısız geçmeyecek. Üstelik bu acıların şiddetli olacağı da şimdiden belli.
Resmen, Suriye artık Amerika Birleşik Devletleri’nin 2014 yılı eylül ayında ilan ettiği “Uluslararası Terörle Mücadele Koalisyonu”nun 90. üyesi konumunda. Bu gelişmenin hem dış politikada hem de iç dengelerde önemli yansımaları olacak.
Her iki düzeyde de bu adımın Suriye’nin toplumsal barışı ve çok sayıda krizle sarsılmış bölgesel güvenlik dengeleri üzerinde olumlu etkiler yaratması bekleniyor. Bu krizlerin başında da elbette Suriye savaşının uzaması geliyor.
Ayrıca bu durumun, İslamcı eğilimin ağır bastığı yönetim yapısı üzerinde de sonuçlar doğuracağı öngörülüyor. Ancak iktidar içindeki olası “gelgit hareketleri” büyük ölçüde ekonomik koşullara bağlı kalacak. Çünkü aşırılığın kökü yoksulluktur; dolayısıyla bu noktada “Amerikan lokomotifinin” devreye girmesi gerekecek.
Nitekim ABD Dışişleri ve Hazine Bakanlıkları, yayımladıkları ortak açıklamada “Sezar Yasası’nın 180 gün süreyle askıya alındığını” duyururken, Trump yönetimi de Fox News’in aktardığına göre, Kongre’ye “yasanın tamamen yürürlükten kaldırılması” çağrısında bulundu. Amaç, “ekonomik büyümenin önünü açmak” olarak belirtildi.
İsrail ile ilişkiler başlığında ise İsrail basını, yıl bitmeden HTŞ ile İsrail arasında imzalanması planlanan bir anlaşmanın ayrıntılarını sızdırdı. Bu taslakta, “sınırların denetimi, bilgi paylaşımı ve askeri ihlallerin önlenmesi için ortak bir komite kurulması” konusunda uzlaşıldığı belirtiliyor. Aynı kaynaklara göre, “stratejik güney bölgesi İsrail’in kontrolünde kalacak.”
Bu madde, dolaylı olarak “Süveyda’daki Dürzi azınlığın güvenliğine ilişkin İsrail taahhütleri”nin, buna karşılık “İsrail’in rastgele hava saldırılarından kaçınacağı yönündeki sözünün” de anlaşmaya dahil olduğunu ima ediyor.
Bu iddialar üzerine HTŞ'nin Dışişleri Bakanlığı’ndan bir kaynak, el-Diyar gazetesine yaptığı açıklamada, “Şam, Tel Aviv’den taleplerinin yüzde 99’unu elde etti. ABD tarafı, İsrail’in Suriye’deki herhangi bir hedefe saldırı düzenlemeyeceğini, yalnızca Amerikalı arabulucu üzerinden Şam’la koordinasyon halinde hareket edeceğini taahhüt etti” dedi.
Kaynak ayrıca, bu amaçla “Amerikan-İsrail-Suriye üçlü komitesinin” kurulması konusunda uzlaşı sağlandığını, komitenin birkaç gün içinde çalışmalarına başlayacağını açıkladı.
Suriye’nin İbrahim Anlaşmalarına katılma olasılığı sorulduğunda, Dışişleri Bakanlığı kaynağı şu yanıtı verdi:
“Bu konu için henüz çok erken. O anlaşmalara katılan dört ülkenin koşulları, Suriye’ninkilerden temelden farklı. Üstelik İsrail hâlâ Suriye topraklarını işgal ediyor. Bu durum tek başına, bu tür girişimlerin şimdilik gündeme alınmasını imkânsız kılıyor.”
Suriye halkı açısından en hassas ve belirleyici başlığa -ülkenin toprak bütünlüğüne- gelince, kaynaklara göre Colani'nin Washington ziyareti, devletin egemenliğini yeniden tesis etme yolundaki en önemli adımlardan biri oldu.
Amerikan yönetimi, yeni Suriye Devlet Başkanı liderliğinde ülkenin toprak bütünlüğüne desteğini açıkça dile getirdi. Trump ise “kendisiyle tam bir uyum içinde olduğunu” belirterek, “görevini başarıyla yerine getireceğine güven duyduğunu” ifade etti.
Önümüzdeki günlerde hükümet temsilcileriyle Suriye Demokratik Güçleri (SDG) heyeti arasında yapılacak yeni müzakere turunun, önceki turlardan çok daha farklı bir atmosferde geçmesi bekleniyor.
Washington ziyareti, son on yıl boyunca ABD’nin desteğiyle güç biriktiren aktörlerin elindeki birçok “koz kartını” geçersiz kıldı.
Dahası, HTŞ rejiminin Uluslararası Terörle Mücadele Koalisyonuna katılmasıyla birlikte, iki taraf arasındaki yeni ilişki dinamiğini, İslami hukukta yer alan şu kaide belirleyecek gibi görünüyor: “Su geldiğinde teyemmüm bozulur.”
Yani, Washington artık “ikame” güçlerle değil, doğrudan Şam’la çalışacak.
Fakat bu gelişme, ABD’nin Suriye’de eski tarzda, sıkı bir “merkezi yönetim” kurulmasını desteklediği anlamına gelmiyor. Aksine, yeni Amerikan yaklaşımı, ülke içinde “ademi merkeziyetçi” bir yönetim modelini teşvik ediyor.
Bu yönüyle, 2015 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilen 2254 sayılı kararın öngördüğü çerçeveden ayrışıyor; fakat kararın diğer hükümleriyle genel olarak uyumlu kalıyor. Bu da açıkça gösteriyor ki Washington, “Suriye denklemine” dair çözüm arayışlarını, uluslararası kararın sınırlarını aşan bir zeminde sürdürmek niyetinde.
Çeviri: YDH