
YDH- El-Ahbar gazetesi, Hindistan-İsrail ilişkilerindeki stratejik dönüşümü anlamak üzere Hint asıllı Amerikalı tarihçi ve Marksist-Leninist düşünür Vijay Prashad ile kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdi. Prashad, Hindistan’ın uzun yıllar süren Filistin dostluğundan, milliyetçi sağın yükselişi ve küresel güç dengelerinin etkisiyle İsrail’le yakın askeri ve ekonomik iş birliğine doğru evrilişini analiz ediyor. Röportajda, bu değişimin kökenleri, ideolojik arka planı ve bölgesel yansımaları detaylı şekilde ele alınıyor. Prashad ayrıca, Hindistan içindeki siyasi dinamiklerin ve dış politikadaki pragmatizmin bu yeni hattı nasıl şekillendirdiğini vurguluyor.
Asya’daki derin dönüşümlerin ve Hindistan’ın kimliğini yeniden şekillendiren milliyetçi sağın yükselişiyle birlikte, Yeni Delhi’nin Tel Aviv’le kurduğu ilişki hem Arap kamuoyunda hem de Asya siyasetinde merkezî bir tartışma başlığına dönüştü.
On yıllar boyunca Filistin davasının en kararlı savunucularından biri olan Hindistan, bugün İsrail askeri sanayisinin yakın bir ortağı olarak konumlanıyor.
Bu yeni yönelim; ABD’nin bölgesel stratejilerinden, Başbakan Narendra Modi’nin de mensubu olduğu Baharatiya Ceneta Partisi’nin (BCP) ideolojik yükselişinden ve Hint sermayesinin İsrail güvenlik aygıtıyla kurduğu sıkı ekonomik–teknolojik ortaklıktan bağımsız düşünülemeyecek bir stratejik dönüşüm modeli sunuyor.
Hint asıllı Amerikalı tarihçi, Marksist-Leninist düşünür ve Üçüncü Enternasyonal Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü Direktörü Vijay Prashad, el-Ahbar’a verdiği bu röportajda söz konusu dönüşümün kökenlerini ve bugüne uzanan etkilerini kapsamlı biçimde analiz ediyor.
Hindistan tarihsel olarak Filistin davasının önemli bir destekçisi oldu. Peki, İsrail ile tam bir ittifaka doğru yol alan radikal tutum değişikliğine ne neden oldu? Bu siyasi ve ideolojik değişimin belirleyicileri nelerdi ve bugün dış politika yönelimlerine nasıl yansıyor?
Hindistan, 1930’lardan beri Filistin ile derin bağlara sahipti. Bu bağlar, 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kurulmasıyla güçlendi.
1969’da Yeni Delhi’ye gelen Fetih fraksiyonu, dönemin lideri Yaser Arafat’ı; Indira Gandhi’yi FKÖ’nün Hindistan’da bir ofis açmasına ikna etti.
1975’te Hindistan, FKÖ’yü Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak tanıyarak böylesi kararlı bir pozisyon alan ilk Arap olmayan devletlerden biri oldu. 1980’de ise bu ofis büyükelçiliğe yükseltildi.
O dönemde, Üçüncü Dünya dayanışmasının zirvesini temsil eden Hindistan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda FKÖ’nün müzakerelere katılmasını sağlayan (1974) karara ve Siyonizmi ırkçılık biçimi olarak niteleyen (1975) karara ortak sponsor oldu.
Bu duruş, Hindistan’ın sömürgecilik karşıtlığı ve Üçüncü Dünya perspektifiyle doğrudan bağlantılıydı. Ancak 1980’lerin sonları ve 1990’lar Hindistan için ekonomik çalkantılar dönemi oldu; ciddi borç krizleri ve dış ekonomik baskılar bu duruşun zayıflamasına yol açtı.
1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılması ve IMF kredi programına dâhil olma süreciyle birlikte Yeni Delhi politika yönünü yeniden sorgulamaya başladı.
En bariz çözüm, Washington ile yeni bir ilişki kurmaktı.
O dönemde Amerikalı yetkililer Hint muhataplarına açıkça “Washington’a giden yol Tel Aviv’den geçer” mesajını ilettiler; birkaç yıl sonra bu bakış açısı Delhi’deki politika tartışmalarına da yansıdı.
Washington ile yakınlaşma sürecinin ilk hamleleri, pragmatik motivasyonlarla hareket eden merkez-sağ Hindistan Ulusal Kongresi (INC) tarafından atıldı. 1996’da kısa süre iktidar olan sağcı Bharatiya Janata Partisi (BJP) ise birkaç yıl içinde İsrail ile ilişkileri hızla derinleştirdi.
Bu, programatik bir kaymaydı: BJP’nin ideolojik yapısı, İsrail siyasetindeki bazı yönelimlerle örtüşüyordu — genel olarak Müslüman karşıtı bir eğilim ve Amerikan yanlısı bir dünya tasavvuru.
Dolayısıyla 1990’lardan itibaren hem merkez-sağ hem de sağ kanat aktörler, pragmatik ve ideolojik nedenlerin bileşimiyle İsrail’le ilişkileri geliştirdiler; bugün bu eğilim dış politikanın önemli bir yönünü oluşturuyor.
Hindistan ve İsrail arasındaki iş birliği, sadece geleneksel savunma ticaretinin ötesine taşındı. Askeri ve istihbarat ilişkileri, gözetleme teknolojileri, siber güvenlik, tarım teknolojileri ve akıllı şehir çözümlerini kapsayacak biçimde kayda değer bir genişleme gösteriyor. Bu gelişmeyi nasıl okumalıyız ve iki taraf için ne anlama geliyor?
1998’de Hindistan’ın ikinci nükleer denemesi, ABD Kongresi’nin belirli silah teslimatlarını ambargo altına almasına yol açtı. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rus askeri-endüstriyel desteğinin azalması, Hindistan’ı alternatif tedarikçilere, başta ABD ile ortaklıklar kuran İsrail’e yönlendirdi.
İsrail’den ilk etapta savunma teçhizatı ve ortak üretim şeklinde yapılan alımlar, sonrasında diğer stratejik sektörlere yayılan bir silah ticareti ve teknoloji transferi sürecini hızlandırdı.
Son iki yılda Hindistan-İsrail askeri ilişkilerine ilişkin zaman zaman belgelenmiş haberler çıktı. El-Cezire, bazı silah sevkiyatlarına dair gördüğü belgelerle raporlar yayımladı. Buna karşılık, Hindistan’ın işgal ve saldırılardaki “suç ortaklığı” iddialarını kapsamlı bir biçimde inceleyen detaylı akademik çalışmalar sınırlı kaldı.
Ancak Eylül 2025’te Mali Sorumluluk Merkezi’nden araştırmacı Hajira Butega’nın kaleme aldığı “Kâr ve Soykırım: İsrail’deki Hindistan Yatırımları” başlıklı rapor yayımlandı; rapor, Hindistan’ın milyarder sınıfı ve bazı büyük şirketlerin Gazze’deki saldırılarla ilişkisine dair ayrıntılı iddialar öne sürdü.
Raporda verilen örnekler şunları içeriyor: Adani–Elbit Advanced Systems India, Ltd. tarafından Gazze’de kullanılan Hermes 900 insansız hava aracının üretimi; Adani Ports’un Hayfa limanındaki mülkiyeti — burada İsrail Deniz Kuvvetleri’nin denizaltılarının yanaştığı tesisler bulunuyor; Tata Consultancy Services’in (TCS) Gazze’de gözetleme ve hedefleme yetenekleri sağlayan Nimbus sisteminin geliştirilmesine katkısı; TCS’nin ayrıca Land Rover araçlarının İsrail ordusuna satışında rol oynaması ve bu araçların Batı Şeria ile Gazze’de devriye aracı MDT David’e dönüştürülmesi.
Mukesh Ambani’nin Reliance Jio Infocomm Limited şirketinin İsrailli dijital firmalarla iş birliği içinde İsrail’in dijital altyapısının inşasında yer alması ve Reliance Defence Limited’in Rafael Advanced Defence Systems ile ortaklaşa füze sistemleri ve insansız hava araçları üretmesi de raporda yer alan iddialar arasında.
Bunun yanı sıra Jain Irrigation Systems Limited’in, iştiraki NaanDanJain aracılığıyla işgal altındaki Batı Şeria’daki yerleşimlere sulama sistemleri temin edip inşa ettiği öne sürülüyor.
Bu veriler, Hint kapitalist sınıfının güçlü ve etkili kesimlerinin saldırı ve yerleşim politikalarıyla ekonomik ve teknolojik bağlarının olduğu yönünde kanıtlar sunduğunu iddia ediyor.
Hindistan’ın İsrail’in Gazze’ye yönelik operasyonlarına ilişkin tutumu, ülke içinde geniş tartışmalara neden oldu; buna karşılık kamuoyunda ve sokak hareketlerinde İsrail politikasını reddeden önemli tepkiler de ortaya çıktı. Peki, Hindistan siyasetinde İsrail’e yönelik yaklaşım konusunda gerçekten belirgin bir siyasi bölünme söz konusu mu? Resmi yönelimi dengeleyebilecek veya değiştirebilecek güçler, bloklar veya dinamikler var mı?
Hindistan hükümetinin, yaşanan soykırım iddiaları sırasında İsrail’e koşulsuz destek açıklaması yapmaktan kaçınması dikkat çekici.
Bu kaçınma, kısmen Hindistan’ın Arap ülkeleriyle —özellikle petrol tedariki bağlamındaki— uzun süreli ve hayati ekonomik ilişkilerine; kısmen içerideki muhalefetin baskısına; kısmen de BRICS ortakları arasındaki ortak duruşa ve kısmen de yaşanan şiddetin vahametinin uluslararası düzeyde yarattığı rahatsızlığa dayanıyor.
Resmî olarak Hindistan, iki devletli çözüm desteğini sürdürdüğünü yineliyor ve bu çerçevede İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarını ilhak etmemesi gerektiğini savunuyor. Bu konum, Hindistan’ın “ilerici” bir duruş benimsediği anlamına gelmiyor; daha çok hükümetin Netanyahu yönetimini açıkça destekleyemeyeceğine işaret ediyor.
Bununla birlikte, hükümetin tereddütlü tutumu ülke içinde sol ve diğer ilerici güçlerden gelen ve Filistin yanlısı sesleri yükselten ciddi meydan okumalar yarattı; bu durum siyasal alanda bir bölünmeye neden oldu.
Ancak bu iç meydan okuma, BJP’nin iktidar koalisyonuna liderlik eden ve sağcı Hindu milliyetçi ideolojiyle bilinen partinin seçim performansını olumsuz etkileyen güçlü bir faktör haline gelmedi.
Önümüzdeki yıllarda Hindistan–İsrail ilişkilerinin seyrini derinleştirebilecek veya yeniden biçimlendirebilecek hangi siyasi ve sosyal faktörler öne çıkacaktır?
Bharatiya Janata Partisi’nin (BJP) Hindistan seçim siyasetindeki hâkimiyeti, ülkenin genel olarak İsrail yanlısı bir konum sürdürmeye devam edeceğini işaret ediyor. Ancak daha önce belirtildiği gibi, bazı nedenlerle hükümetin İsrail saldırılarını tam bir onayla benimsemesi zor görünüyor.
Sol ve ilerici güçlerin seçimlerde zayıf kalmaya devam etmesi ve dolayısıyla BJP’nin iktidar gücünü etkili biçimde tehdit edememesi, bu tablonun yakın vadede değişmesini ihtimal dışı kılıyor.
Bununla birlikte Hindistan’da birkaç büyük taban örgütü, İsrail’e karşı etkili kampanyalar yürüten Boykot, Yatırımı Geri Çek ve Yaptırımlar (BDS) hareketine destek açıkladı.
Bu destek verenler arasında, 2017’de 16 milyon üye sayısına ulaşan Tüm Hindistan Çiftçiler Derneği ve 2018 verilerine göre beş milyon üyeli Hindistan Öğrenci Birliği bulunuyor.
Bu örgütler, Filistinlilerin çektiği acıyı —bazı kesimlerin algıladığı üzere— Müslümanlara yönelik etnik dini bir saldırı olarak gören Hindistan’daki yaklaşık 120 milyon Müslümandan önemli bir kısmını temsil ediyor.
Müslüman seçmen blokunun parlamentonun genel yapısını belirleyecek düzeyde etkili olduğuna dair kesin kanıt bulunmasa da, bazı eyaletlerde Müslüman oylarının belirleyici olduğu durumlar mevcut.
ABD’nin “Hint–Pasifik” stratejisi ile Çin’i dengeleme çabaları bağlamında, Hindistan–İsrail ittifakının güçlendirilmesine Washington ne ölçüde katkı sağladı?
Aslında ABD’nin Çin ve Rusya’yla doğrudan çatışmaya girmeme arayışı, Hindistan’dan beklediği güvenilir pozisyonu tam olarak oluşturamadı. Hindistan, ekonomik nedenlerle Rusya’dan petrol alımını durdurmayı reddetti ve dolayısıyla Trump yönetiminin bazı ekonomik baskılarına direnç gösterdi.
Ayrıca Başbakan Modi’nin yıllar sonra gerçekleşen Çin ziyareti de gösterdi ki Hindistan, Çin’i izole etme veya tamamen kontrol altına alma amaçlı Hint–Pasifik stratejisinde tam anlamıyla ABD ile paralel hareket etmedi.
Ancak ben, bunun şu anda Hindistan-İsrail ilişkilerine herhangi bir etkisi olacağını sanmıyorum.
Çeviri: YDH