
YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Firas eş-Şufi, ABD'nin Lübnan politikasını "dağınık ve tehlikeli" olarak nitelendirirken, İsrail'in güdümündeki bu yaklaşımın Lübnan Ordusu gibi ülkenin son ayakta kalan kurumlarını çöküşe sürükleyebileceğini vurguluyor. Avrupalı güçler, ABD'nin "maksimum baskı" stratejisinin Lübnan'da topyekûn bir kaosa yol açmasından ve bunun kendi güvenliklerini tehdit etmesinden endişe duyuyor. Şufi, Amerikan baskılarının ve İsrail saldırılarının ironik bir şekilde Hizbullah'ı kamuoyu nezdinde güçlendirdiğini, çözümün ise orduyu zayıflatmak değil, Avrupa desteğiyle güçlendirmekten geçtiğini ifade ediyor.
Donald Trump yönetimi döneminde ABD’nin Lübnan politikası, son yirmi yılda hiç olmadığı kadar dağınık bir görünüm sergiliyor.
Amerikalıların eli Lübnan’ın boğazını sıkıca kavramış görünse de mevcut yönetimin izlediği maksimum baskı politikaları ve Trump kendini "barış arabulucusu" olarak pazarlarken Lübnan’ı İsrail’in ve yeni Suriye rejiminin avına dönüştürme tehdidi, uluslararası alanda farklı bir izlenim yaratıyor; bu durum, yönetimin deneyimsiz bazı yüzlerinin ve kişisel ajandalara sahip Washington’daki bazı Lübnanlıların, Lübnan dosyasını safdillik ve ciddiyetsizlikle yönettiği algısını doğuruyor.
Mevcut ABD yönetiminin, (şu ana dek başarısız olan) görev süresinde özellikle Arap-İsrail çatışması dosyasında hızlı başarılar elde etme güdüsü, ABD’nin Lübnan’a karşı tutumunu son derece katılaştırıyor.
Ne var ki Trump yönetiminin yönelimindeki temel itici güç, İsrail’in Lübnan’a bakışıdır. Washington dosyaların kontrolünü elinden bırakmış ve İsrail’in pozisyonunu hiçbir esneme payı bırakmaksızın benimsemiştir; oysa o dönemde uluslararası ve bölgesel çıkarları uğruna Lübnan ve Filistin’deki savaşı bizzat yöneten Başkan Joseph Biden idaresinde, Gazze savaşının ve İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının en şiddetli anlarında bile böyle bir durum yaşanmamıştı.
Amerika'nın politikaları, özellikle Ordu Komutanı General Rudolf Heykel'in Washington’a yapılması planlanan ziyaretinin iptal edilmesi, Batı’nın artan endişelerini pekiştiriyor; zira Batılılar, Amerika'nın maksimum baskı politikalarını artık Lübnan’ın tamamı için bir tehdit olarak görüyor.
Almanya, Fransa, İtalya ve (bir dereceye kadar) İspanya gibi önde gelen Avrupa ülkelerinin; İran’ın Rusya savaşına yaklaşımı, nükleer anlaşmanın çöküşü ve Çin ile yaşanan bilek güreşi nedeniyle İran ve müttefikleri üzerindeki baskının artırılmasına itiraz etmediği doğrudur. Ancak bu ülkelerin Lübnan sahasındaki hesapları farklılık gösteriyor.
Henüz Suriye ve Libya krizlerinden kurtulamamış olan bu devletlerin, güvenliklerini ve nüfuz bölgelerini doğrudan etkileyecek topyekûn bir Lübnan çöküşüne tahammülleri yok.
Hizbullah’a karşı sert tutumlarıyla bilinen İngilizler bile, son baskıların orduya zarar verme ve askeri kurum içinde yıllardır inşa edilenleri tehdit etme noktasına varmasıyla temkinli bir pozisyon aldı.
Avrupalılar, ABD’nin Lübnan Ordusu’nun son bildirisine yönelik itirazının -ki Amerikalılar bunu Heykel'e ve onun arkasındaki Cumhurbaşkanı Jozef Aun'a karşı gerilimi tırmandırmak için bahane olarak kullandı- Lübnan üzerinde beklenen baskıların sadece buzdağının görünen kısmı olduğunu anlıyor.
Pek çok Avrupalı kaynağa göre bu baskılar, işleri çözmek yerine daha da karmaşık hale getirecek; zira ordu bildirisi, UNIFIL’in (Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü) birkaç gün önce İsrail’in devam eden ihlalleri hakkında söylediklerinden farklı bir şey söylemedi.
Oysa temel gündemi Heykel'in ABD Kara Kuvvetleri Komutanı General Randy George, Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Brad Cooper ve Beyaz Saray ile ilgili kurumların siyasi ve güvenlik yetkilileriyle görüşmesi olan bu üst düzey ziyareti başarısızlığa uğratmadan, Ordu’nun resmi tutumu için bir çıkış yolu bulunabilirdi.
Dikkat çekici bir diğer husus ise Heykel'in ordu komutanıyla randevusunun iptal edilmesinin, Cooper’ın ve selefi General Michael Kurilla’nın, Lübnan Ordusu’nun 1701 sayılı kararı ve ateşkes anlaşmasını uygulama çabalarına dair bakışıyla tamamen çelişmesidir; nitekim bu bakış, birkaç hafta önce CENTCOM’un ordunun güneydeki görevlerine dair açıklamasında da görülmüştü.
Bazı Avrupalı çevreler de ABD’nin Ordu Komutanı’nın istifasının daha iyi olacağı yönündeki imalarını, askeri kuruma ve henüz ilk yılını doldurmamış olan Cumhurbaşkanı Aun'un dönemine vurulacak ölümcül bir darbe olarak okuyor.
Bu imanın bir karara dönüşmesi halinde, ABD’nin bu denli göze batan işaretlerine boyun eğmek ve bunları emir telakki etmek, askeri kurumun pozisyonunu Lübnanlıların çoğunluğu nezdinde zayıflatır, ordu içinde kargaşa kapısını aralar; ayrıca atadığı komutanı ve yıllarca yönettiği orduyu korumakta başarısız olması durumunda Aun'u ve hükümeti Avrupa ile uluslararası toplumun talep ettiği reformları henüz hayata geçiremeyen Başbakan Nevaf Selam’ı olumsuz etkiler.
Aynı şekilde Avrupalılar, İsrail'in devam eden günlük ihlalleri eşliğinde Amerika tarafından atılan adımların, Hizbullah’ın Lübnanlılara ve kendi tabanına sunduğu "Amerikalıların İsrail’e hizmet etmek uğruna Lübnan’ın yok edilmesine itirazı olmadığı" anlatısını güçlendirdiğini düşünüyor.
Özellikle ABD Hazine Bakanlığı heyetinin geçen hafta talep ettiği adımlar, abluka etkilerini aşma konusunda bir örgüt olarak avantajlı konumda olan Hizbullah’tan ziyade, bankacılık sistemine güvenini kaybetmiş ve mali reform planlarının uygulanamaması nedeniyle otoritenin güveni yeniden tesis edemediği ekonomik durgunluk ortamında "işlerini yürütmeye" çalışan bireysel Lübnanlılara zarar veriyor.
Sadece bu da değil. Süregelen İsrail saldırılarıyla birlikte Amerika tarafından uygulanan maksimum baskı politikalarının, mevcut koşullarda ülkenin en güçlü ve tek birleştirici ulusal kurumu olan Lübnan Ordusu’nda çatlaklar oluşturması, ülkenin sadece güneyde değil, tüm sınırlarında ulusal bütünlüğün tehdit edildiği ve mezheplerin kontrolündeki bölgesel bir kaosa sürüklenmesi anlamına gelir.
Başat Avrupa güçlerinin, İsrail ile ateşkes anlaşmasını ve Selam hükümetinin 5 ve 7 Ağustos kararlarını, Hizbullah’ın sadece Litani’nin güneyinde değil tüm Lübnan’da silahsızlandırılması olarak okuduğu doğrudur.
Fakat bu güçler aynı zamanda, Hizbullah’ı bir örgüt olarak ortadan kaldırmanın, Hamas’tan kurtulmayı başaramayan Gazze tecrübesinde olduğu gibi -tüm acımasızlığına rağmen- Lübnanlı Şii vatandaşların kelimenin tam anlamıyla yok edilmesini gerektirdiğinin farkında.
İsrail saldırılarının durdurulmasıyla silaha sarılma bahaneleri elinden alınırsa, Hizbullah’ın Litani’nin güneyinde Lübnan Ordusu ile sergilediği açık işbirliğinin tüm Lübnan’a yayılabileceğini ve bunun örgütün siyasi bir partiye dönüşmesine imkân tanıyabileceğini görüyorlar; Lübnan’ı, Suriye’deki yüksek risklerin ortasında Lübnan varlığının parçalanma tehlikesiyle dolu bir iç savaşa sürüklemektense bu yolu tercih ediyorlar.
Güneyde görev yapan ve bünyesinde Fransız, İtalyan, Alman güçlerini barındıran uluslararası gücün (UNIFIL) görev süresinin sona ermesi yaklaşırken, başlıca Avrupa ordularının askeri kurumla daha sıkı işbirliği ilişkileri kurma ve ülkedeki askeri varlığı korumak için resmi anlaşmalar yapma arayışında olmasıyla birlikte, Avrupa’nın orduya dair endişelerinin arttığı kesindir.
Bu düşünce yapısı pek çok noktada, özellikle de İspanya Genelkurmay Başkanı Amiral Teodoro López Calderón’un Lübnan’a yaptığı son ziyarette kendini gösterdi.
Calderón, Aun ile görüşmesinin ardından "İspanya’nın orduyu desteklemeye, işbirliğini sürdürmeye ve güneyde istikrarı korumaya olan bağlılığını" ifade ederken, Aun da İspanya’nın taahhüdünü takdirle karşılayarak "İspanya’nın orduyla ve güneyde istikrarı sağlamayı taahhüt eden Avrupalı ortaklarla işbirliğinin devamından" övgüyle söz etti.
Ayrıca Aun, 13 Kasım’da Fransa Cumhurbaşkanı’nın Siyasi Danışmanı Anne-Claire Legendre’i kabulünde açık bir tutum sergileyerek, "UNIFIL’in çekilmesinden sonra, bu yılın sonunda mevcudu 10 bin askere çıkacak olan orduyla koordinasyon halinde istikrarın korunmasına yönelik her türlü Avrupa katılımını" memnuniyetle karşıladığını, zira böyle bir katılımın orduya destek veren bir Avrupa şemsiyesi sağlayacağını belirtti.
Çeviri: YDH