
YDH- El-Ahbar'dan Fakir Fadel, Irak parlamentosunda güç dengelerinin değiştiğini ve silahlı grupların siyasi temsilinin arttığını net biçimde ortaya koyduğu yazısında, bu durumun ABD yanlısı güçlerin gerilemesiyle sonuçlandığını, dolayısıyla Washington ve Tahran’ın Irak’ta nüfuz alanlarını korumak ve genişletmek için aktif siyasi müdahalelere yöneldiğini belirtiyor. “Yeni hükümetin kurulmasında hangi dinamikler etkili olacak?” sorusuna cevap arayan Fadel, ayrıca İran-İsrail geriliminin Irak’ı potansiyel bir savaş sahasına dönüştürme tehlikesine dikkat çekiyor.
Son parlamento seçimlerinin ardından Bağdat, kendisini bir kez daha Washington ve Tahran arasındaki güç mücadelesinin merkezinde buldu, ancak bu kez eskisinden daha karmaşık bir biçimde.
Silahlı grupların siyasi kollarının parlamento içinde daha fazla güç kazanmasına ve ABD’ye yakın güçlerin gerilemesine yol açan sonuçlar, hem Washington hem de Tahran’ı seçim sonrası süreçleri etkilemek için siyasi faaliyetlerini yoğunlaştırmaya yöneltti.
“Koordinasyon Çerçevesi” hükümet kurma çabalarını hızlandırırken, diplomatik misyonlar ve güvenlik heyetleri Bağdat ile ilgili başkentler arasında mekik dokuyor; bu da çatışmanın boyutunu açıkça yansıtıyor.
“En büyük parlamento bloğunu” oluşturan “Koordinasyon Çerçevesi”, iç anlaşmazlıkların patlak vermesinden endişe ederek yeni başbakanı kısa sürede seçmeye çalışıyor. Çerçeve liderleri, iki komitenin bloğun uyumunu sağlayacak ve dış müdahaleleri sınırlayacak “birleşik bir Şii kararı”na ulaşmak amacıyla başbakanlık pozisyonu için belirli kriterler belirlediğini ifade ediyor.
Koordinasyon Komitesi liderlerinden Ali el-Fetlavi, “siyasi karar alma mekanizmasının bu kez daha bağımsız” olduğuna inanıyor ve Amerikan ile İran müdahalesinin “önceki yıllardaki kadar güçlü olmadığını”, her iki ülkeden Bağdat’ı ziyaret eden heyetlerin “başbakan seçimine müdahale etmekten çok güvenlik ve ekonomik konuları ele aldığını” vurguluyor. Ancak bu yorum, Amerikan-İran çatışmasının, tarafların Irak içinde nüfuz kurma girişimlerinden geri adım atmalarını engelleyecek boyutlara ulaştığı gerçeğini gizlemiyor.
Çeşitli kaynaklar, başbakan seçimi ve hassas güvenlik ile ekonomik yetkilerin tahsisi çalışmaları kapsamında İranlı liderler ile Halk Seferberlik Güçleri (HSG) içindeki kilit isimler arasında görüşmelerin devam ettiğini gösteriyor.
İran, yeni hükümetin kurulmasını, özellikle müttefik gruplarının 25’ten fazla sandalye kazanmasının ardından, nüfuzunu yeniden tesis etmek için bir fırsat olarak görüyor; bu sandalyelerin yedisi tek başına Ketaib Hizbullah’a ait.
Bu önemli varlık, Washington’ın bu grupları sınırlandırma ve devleti İran nüfuzunu sınırlama arzusu karşısında Tahran için önemli bir pazarlık kozu teşkil ediyor.
İran, bir yandan İsrail’e karşı bölgesel stratejisinin devamını sağlayacak ve ticaret ile enerji yolları üzerindeki nüfuzunu koruyacak bir sonraki hükümet için siyasi bir kimlik oluşturmaya çalışırken, diğer yandan yeni parlamentonun karşı karşıya olduğu temel mücadele, başbakanın atanması ve yetkilerin dağıtımının ötesine geçiyor.
Bu mücadele, HSG’nin yasal statüsünü ve bazı kurucu birimleri üzerindeki artan mali yükü kapsıyor. Halk Seferberlik Güçleri’ni zayıflatmaya yönelik her türlü girişim, hem grupları hem de Tahran’ı kışkırtacak; güçlendirilmesi ise mali baskı, yaptırımlar ve finansman kaynaklarının hedef alınması gibi Amerikan tepkisiyle karşılaşacaktır.
Gözlemcilere göre daha da tehlikeli olanı, İran ve İsrail arasındaki devam eden gerilimin Irak’ı gelecekteki herhangi bir çatışmanın savaş alanına dönüştürme potansiyelidir.
Diğer yandan Washington, Bağdat üzerindeki kamuoyu baskısını artırıyor. Trump yönetimi, Irak’ın siyasi ve ekonomik istikrarını, milislerin silahsızlandırılması ve İran’ın finansal ile ticari yollarla, özellikle de dolar transferleri ve ABD Merkez Bankası’na erişim yoluyla nüfuzunun azaltılmasıyla ilgili bir dizi koşula bağlamaya çalışıyor.
Çok sayıda kaynak, Trump’ın Irak temsilcisi Mark Savaya’nın Bağdat’ta bir dizi toplantı düzenlediğini ve bu toplantılarda Beyaz Saray’dan siyasi liderlere doğrudan mesajlar ilettiğini, bazılarının ise “Washington’a açık bir hükümet yetkilisi seçme gerekliliğini” vurguladığını ortaya koyuyor.
Bu baskıya rağmen, ABD çatışmayı çok fazla tırmandıramayacağının farkında. Irak, terörle mücadelede kilit bir ortak olmaya devam ediyor ve Irak petrolü enerji piyasalarının istikrarı için hayati önem taşıyor.
Bu durum, ABD’yi havuç-sopa yaklaşımı benimsemeye yöneltiyor: Bir yandan yaptırımlar ve terörist ilanları, diğer yandan güvenlik ve ekonomik diyalog.
Tüm bunlar yaşanırken, görev süresi dolan Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani’nin kaderi hakkında sorular ortaya çıkıyor. Hükümet içindeki kaynaklar, son aylarda ABD ve Körfez ülkelerinden ikinci bir dönem için destek almaya çalıştığını belirtiyor.
Ancak parlamento içindeki grupların artan etkisi, konumunu zayıflatmış ve dış destek olmadan görevde kalmasını imkânsız hale getirdi.
Siyasi analist Abdulsettar el-İsavi, Washington’ın, parlamentoda yalnızca %15’lik bir oy oranına sahip es-Sudani için zayıf bir blok oluşturan seçim sonuçlarından “hayal kırıklığına uğradığını” düşünüyor.
Bu durum, es-Sudani’nin hareket alanını daraltacak ve hükümet kurma müzakerelerini daha da gerginleştirecektir.
Bu gelişmeler ışığında, Bağdat’taki diplomatik kaynaklar, bir Amerikan heyetinin yeni hükümetin kurulmasıyla ilgili yeni mesajlar vermek üzere Irak’ı ziyaret etmeye hazırlandığını doğruladı. Bu ziyaret, aylarca süren diplomatik çıkmazın ardından gerçekleşti.
Bu çıkmaz, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile Sudani arasında yapılan tek bir telefon görüşmesi ve bazı üslerden çekilmeler, enerji anlaşmaları ve ekonomik iş birliği düzenlemelerini görüşen üst düzey bir Amerikan heyetinin ziyaretiyle sona erdi.
Bağımsız Iraklı siyasetçi Davud el-Kaysi, Irak’ın son derece hassas bir döneme girdiğine inanıyor. Bu dönem, çöküşün eşiğinde kırılgan bir denge ya da dış güçlere ülkenin geleceğini şekillendirmek için daha büyük bir fırsat tanıyan bir patlama ile karakterize olabilir.
“Bugün Irak’ta tanık olduğumuz şey karmaşık bir gerçeği yansıtıyor. Zira yeni hükümeti kurma yolunda atılacak hiçbir adım, bölgesel ve uluslararası etkilerden ayrı tutulamaz.” diyen Kaysi, “Koordinasyon süreci, karar alma sürecinin her aşamasında iç içe geçmiş dış etkilerin boyutunu göz ardı edemez.” diye ekliyor.
Çeviri: YDH