
YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Firas eş-Şufi, Suriye'de devlet otoritesinin yokluğunda artan mezhepçi saldırıları ve HTŞ liderliğindeki otoritenin baskılarına karşı azınlık gruplarının (Aleviler, Dürziler, Kürtler) özerklik ve federasyon taleplerini ele alıyor. Eş-Şufi, Şam'daki otoritenin uyguladığı şiddet politikalarının ve buna karşı Türkiye ile Körfez ülkelerinin sessizliğinin, bu grupları çaresizlik içinde İsrail gibi dış aktörlerden yardım aramaya ve ayrılıkçı politikalara ittiğini vurguluyor.
Humus’un Alevi çoğunluklu mahallelerine yönelik mezhepçi saldırılar, Suriye toplumunun yapısındaki çözülmenin gölgelediği büyük mezhepsel gerilimin ortasında, ülkedeki güvenlik ve siyasi durumun kırılganlığını gözler önüne seriyor. "
Beni Halid aşiretine mensup Sünni grupların başlattığı ve Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) rejimiyle ilişkili güçlerin de katıldığı konuşulan bu saldırıların ardından, Yüksek Alevi İslami Meclisi Başkanı Şeyh Gazal Gazal’ın çağrısıyla sahil ve orta kesimlerde halk hareketleri baş gösterdi.
Protestocuların "federasyon" ve HTŞ rejiminden ayrılma talepleri, ulusal devletin yokluğundan zarar gören "Suriyeli grupların", Şam otoritesiyle ilişkilerde "geri dönülmez" bir noktaya ulaştığını doğruluyor.
Dürziler, Aleviler, Kürtler, Şiiler ve daha az oranda Hristiyanlar ile İsmaililer gibi farklı dini ve etnik "gruplar", Geçiş Otoritesinden en çok zarar gören kesimler gibi dursa da Şam, Halep, Hama, Deyr ez-Zor ve Deraa gibi büyük şehirlerdeki gerçekler, asıl zararın farklı dini, mezhepsel ve etnik kökenlerden gelen Suriyeli vatandaşların çoğunluğuna dokunduğunu ortaya koyuyor.
Özellikle Suriye ve genel olarak Şam bölgesindeki farklı ekolleriyle Sünni İslam’a mensup çoğunluk, Vahhabi Tekfirci fikre sahip olanların yürüttüğü şiddetli bir kampanyaya maruz kalıyor.
Körfez medyası ve bazı Batılı yayın organlarının gerçekleri çarpıtan yayınlarının külleri altında "Sünni-Sünni" çatışması giderek alevlenirken, diğer grupların ayrılma çağrıları her geçen gün daha da belirginleşiyor.
Bu çağrılar; Sahil, Sahnaya, Ceramana, Suveyda, Şeyh Maksud ve Afrin’de hükûmetle ilişkili güçlerin giriştiği, kurban sayacının -özellikle Aleviler arasında- hiç durmadığı kanlı olaylarla besleniyor.
Otoritenin, Batı-Türk-Körfez desteğini arkasına alarak sürdürdüğü katliam, yerinden etme, yok sayma ve güçle boyun eğdirme politikasının gölgesinde, HTŞ'nin -ve özellikle Colani'nin- yönetim ve ekonomi çarkları üzerindeki egemenliğini pekiştirme çabası, Suriyeli grupları bir iş birliği çerçevesi ve yükselen talepleri için yarı birleşik bir çatı aramaya itiyor.
Bu tablo ilk olarak, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminin aylar önce Haseke’de düzenlediği konferansta belirdi.
Ardından Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Komutanı Mazlum Abdi’nin iki gün önce, Colani'ye karşı ortak duruşu güçlendirmek ve geçen 10 Mart anlaşmasını aşmak adına yeni bir strateji olarak Dürzilerin ve Alevilerin rejim ile müzakerelere katılması yönündeki talebi geldi.
Abdi’nin son tavrı, özellikle de gerilimin sürmesinden Geçiş Otoritesini sorumlu tutarak söz konusu anlaşmayı askıya alma iması, SDG ile rejim güçleri arasında Fırat cephelerinde yaşanan günlük çatışmaların gölgesinde özel bir önem kazanıyor.
SDG’nin, IŞİD militanlarının rejime bağlı mevzilerden kendi noktalarına insansız hava aracı (İHA) uçurduğunu gösteren fotoğrafları sızdırması da cabası.
Bu tür kanıtlar, Colani'yi Uluslararası Koalisyon güçleri karşısında büyük bir utanca sokuyor; zira bu durum, onun kendisini örgütle mücadelede bir ortak olarak gösterme çabalarını yerle bir ederken, daha da önemlisi SDG’nin korkularına Koalisyon nezdinde inandırıcılık kazandırıyor ve Kürtlerin ayrılma ve Şam’dan uzaklaşma taleplerini güçlendiriyor.
Ancak Abdi’nin sert tutumu ve Irak Kürdistan Bölgesi’ni ziyareti sırasında Erbil’de Mesud Barzani ile görüşmesinin ardından bölgeyle ilişkilerin ilerlediğine dair imaları, Şam otoritesinin Kürtlere önemli tavizler verdiğine -SDG’nin Amerikalıların istediği gibi yeni rejim ordusuna tek bir blok halinde entegre edilmesi gibi- dair bilgilere rağmen geliyor.
Ne var ki Geçiş Otoriteleri, Türk tarafının uzlaşmazlığı ile Suriyelilere karşı düzenli olarak kışkırttığı ve bu yüzden verdiği tavizleri gizlemek zorunda kaldığı, kendisini destekleyen kamuoyu arasında sıkışıp kalmış durumda.
Şeyh Hikmet el-Haceri’nin silahlı güçleriyle birlikte sahneye çıktığı Suveyda’da siyasi talepler de daha net bir hal aldı; bilhassa Colani güçlerinin ve aşiretlerin vilayete yönelik saldırısını istismar etmek için gerçekleşen doğrudan İsrail müdahalesi ve katliamdan bu yana...
Deraa’nın doğu ve kuzeydoğu kırsalındaki Genel Güvenlik noktaları ve aşiretler ile Ulusal Muhafızların kontrolündeki batı ve kuzey Suveyda köyleri arasında yaşanan her "sınır" çatışmasıyla birlikte, Cebel Huran ile HTŞ rejimi arasındaki uçurum derinleşiyor.
Şam’ın Suveyda’ya, Doğu’daki Özerk Yönetim benzeri bir yarı özerkliği kabul ettiğine dair "masa altından" gönderdiği mesajlara rağmen taraflar arasındaki gerilim sürüyor.
Geçiş Otoriteleri, Suveyda üzerindeki Amman Anlaşması’nı güç ve kuşatma yoluyla dayatmaya çalışırken, Şeyh Haceri, katliamların vilayetin genel havasında İsrail ile ilişkilere dair yarattığı büyük dönüşümle ve Tel Aviv’in faaliyetlerini Güney Suriye’de yoğunlaştırmasıyla birlikte, İsrail rolüne oynamakta epey ileri gidiyor.
Colani, "güvenlik anlaşması" adı altında işgal yönetimiyle bir anlaşma koparmak için koştururken İsrail meclisindeki Güvenlik Komisyonu bu güvenlik anlaşması fikrini Geçiş Otoritelerine yönelik büyük bir küçümsemeyle tartışıyor; milletvekilleri Colani'yi "terörist" olarak nitelendiriyor ve Başbakan Benyamin Netanyahu’nun sürekli tekrarladığı "Dürzilerin korunması" gerekliliğine işaret ediyordu.
İsrail güney vilayeti üzerindeki askeri ve güvenlik denetimini artırırken, şu sıralarda, Celil’deki bir operasyon odasında işgal ordusundan Dürzi subayların komuta edeceği, sayıları 15 bine ulaşabilecek, aşamalar halinde eğitilmiş Dürzi birliklerin oluşturulmasına odaklanıyor.
Hiç şüphe yok ki, rejim güçleri ve ona bağlı aşiret milislerinin işlediği suçlar ve ihlaller karşısında Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın resmî ve medyatik sessizliği ile Geçiş Otoritesine kayıtsız şartsız destek ilan etmeleri, Dürzileri her geçen gün daha fazla İsrail’in kucağına itiyor.
Bu güvenlik ve siyasi bağlamlı sürecin Sahil’de de tekrarlandığı görülüyor; Alevilere yönelik günlük hak ihlalleri sürerken Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan Colani'ye ve ona katılan gruplara baskı yapmama politikası izliyor, diğer Arap ülkeleri ise seyirci kalıyor.
Tel Aviv ise İran da dahil olmak üzere hiçbir Arap ve İslam ülkesinin Sahil veya Suveyda’da işlenen suçları kınamamasından ötürü tam bir hayal kırıklığı yaşayan Alevilerin, İsrail müdahalesini talep edecek noktaya gelmesinin "olgunlaşmasını" bekliyor.
Fakat, Suriye’nin bugün parçalanmasını ve topraklarını İsrail yayılmacılığı karşısında kaybetmesini durdurabilecek tek şey, Şam’a hakim olan aşırılıkçı otokratik otoritenin altından çıkarak, Suriye dokusunun çeşitliliğinden ve birliğinden geriye kalanı korumaya çalışan çoğulcu bir sisteme yönelik siyasi geçiş sürecidir...
Ve bu, geleceğe dair en zayıf ihtimaldir.
Çeviri: YDH