
YDH -Beşar Esed dönemindeki Suriye hükümeti, İran'ın "Direniş Ekseni" olarak adlandırdığı yapının en önemli halkasını oluşturuyordu. Bu durum, Tahran'ın İsrail'i çevrelemeyi amaçlayan "ateş çemberi" stratejisi çerçevesinde Filistin topraklarına yakın bir noktada doğrudan varlık göstermesini sağlıyordu.
Bu ani dönüşümün ardından İranlı karar alıcılar, en tehlikeli sonuçlarla meşgul olmaya başladı. Bu sonuçların başında, İran güçlerinin Suriye'den çekilmesinin, ülkenin Hizbullah'a yönelik ikmal hatlarını güvence altına alma ve yeniden silahlandırma kapasitesini zayıflatacağı endişesi geliyordu.
Suriye'deki bu gelişmeler, İsrail'in Lübnan'a yönelik şiddetli savaşının sona erdiği bir döneme denk geldi. Bu savaşta Hizbullah, Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın öldürülmesi başta olmak üzere ağır darbeler almıştı.
El-Ahbar gazetesinden Hüseyin el-Emin'in haberine göre Tahran'da, Hizbullah'ın zayıflaması ve Esed hükümetinin çökmesinin, İslam Cumhuriyeti'nin ön savunma hattında tehlikeli bir boşluk yaratacağı hissi güçlendi. Bu durumun, İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini doğrudan tehdit etmesine olanak tanıyabileceği değerlendirildi.
İran için mesele, yalnızca Lübnan'daki müttefikinin gücünü nasıl yeniden inşa edeceğiyle sınırlı değil. Konu, her şeyden önce İran'ın kendi stratejik güvenlik alanını korumasıyla ilgili.
Bu değerlendirmelerden hareketle Tahran'ın, uzun süre bölgedeki direniş güçlerine dayanan eski politikasından farklı temellere oturan yeni bir caydırıcılık politikası geliştirmek zorunda kalacağı açıkça görüldü. Bu yeni politika, geleneksel Suriyeli müttefikinin düşmesinin ardından İran'ın bölgesel haritadaki yeni konumunu da dikkate alacak.
İran, değişen bölgesel gerçekliğe uyum sağlamak için yeni bir aşamaya girdi. Mart 2025'ten itibaren İran Dışişleri Bakanlığı, Suriye'de "ulusal diyalog" ve "kapsayıcı bir hükümet kurulması" çağrısı yapan daha esnek bir söylem benimsedi.
Bu dönüşümle birlikte İran, Suriye dosyasına yaklaşımını yeniden formüle ederek doğrudan askeri müdahaleden diplomatik araçları ve dolaylı nüfuz yöntemlerini kullanmaya geçti.
Şu anda İran'ın Suriye içinde resmi bir askeri varlığı bulunmuyor ve Şam'daki büyükelçiliği kapalı durumda.
İran Dışişleri Bakanlığının Suriye Özel Temsilcisi Muhammed Şeybani'ye göre İslam Cumhuriyeti, Suriye'deki yeni dönemin hatları netleşene kadar gelişmeleri "bekleyip gözlemleyecek" ve adımlarını buna göre atacak.
Diğer taraftan, değişim sonrası Şam yönetimi, Batılı güçlere artan bir şekilde açılmasıyla Tahran'la bir ortaklığa yönelme konusunda daha az istekli görünüyor.
Her iki tarafın da, ABD'nin istikrarsız politikalarının belirsizlik yarattığı çalkantılı bir bölgesel ortamda, ilişkinin sınırlarını test etmeye ve pragmatik, gayriresmi bir formatta yeniden tanımlamaya çalıştığı anlaşılıyor.
Bu süreçte Türkiye ve Katar, Şam ile Tahran arasında bir "köprü" rolü oynayarak Suriye sahasında bir denge kurmaya çalışıyor. Ankara ve Doha, Suriye'nin yeniden "İran nüfuz alanı" haline gelmesini istemeseler de Tahran'ın yeni Suriye rejimini tanımasının öneminin farkındalar.
Bu sayede İran'ın denklemden tamamen dışlanmaması ve olumsuz bir aktöre dönüşmemesi hedefleniyor.
Ayrıca, Suriye'nin toprak bütünlüğü konusunda İran, Türkiye ve hatta Suudi Arabistan arasında belirgin kesişim noktaları bulunuyor. İsrail dışında hiçbir bölgesel gücün bölünme senaryosundan fayda sağlamayacağı düşünülüyor.
Bu nedenle İsrail'in nüfuzu ve Suriye topraklarının bir kısmını işgal etmesi, İran, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan'ın paylaştığı ortak bir endişe haline geliyor.
Buna paralel olarak İran, başta Irak olmak üzere bölgesel arabuluculara daha fazla güvenmeye başladı. Irak, istihbarat ve dışişleri bakanlığı temsilcilerinin Şam'a düzenlediği sürekli ziyaretler aracılığıyla gizli diplomatik kanalları yönetmede aktif bir rol oynuyor. Bu girişimler, Tahran ile yeni Suriye yönetimi arasında dolaylı bir iletişim hattı açmayı amaçlıyor.
Aynı zamanda Rusya da İran ile Ahmed el Şara hükümeti arasında dolaylı iletişimin devamını sağlayan diplomatik bir kanal olarak rolünü sürdürdü.
El-Ehbar'a konuşan kaynaklara göre, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) rejimi ile Tahran bu yılın ilk yarısında Iraklı arabulucu aracılığıyla birçok mesaj alışverişinde bulundu.
Bu mesajlarda, "bazı İran vatandaşlarının Suriye'den geri gönderilmesi, ülkedeki Şii Suriyelilerin veya geri dönmek isteyenlerin durumuna ilişkin uzlaşma" gibi karmaşık dosyalar ele alındı.
Bunun yanı sıra yeni Suriye rejimi, Tahran'dan "Şii Suriyelilerin, özellikle de eski rejim safında savaşanların herhangi bir ayrılıkçı projeye katılmasının engellenmesini" talep etti.
HTŞ ayrıca, yeni rejime bağlı silahlı grupların sahil bölgesinde gerçekleştirdiği bir dizi cinayet ve şiddet eyleminin ardından Tahran'dan "eski rejimin üst düzey subayları, özellikle de Aleviler üzerindeki nüfuzunu kullanarak sahil bölgesindeki durumu yatıştırmasını" istedi.
Yeni hükümet, sahil bölgesindeki olaylardan İran ve Hizbullah'ı sorumlu tutarken, Tahran aynı yazışmalar üzerinden bu suçlamaları reddetti.
Konuyla bağlantılı olarak el-Ahbar'ın diplomatik kaynaklardan edindiği bilgiye göre, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani'nin Moskova ziyaretinin ardından Şam'dan Tahran'a ek mesajlar ulaştı.
Bu mesajlarda, İran'ın önceki yıllarda karşıladığı türden, Suriye için mevcut aşamada acil olan ekonomik taleplerin yerine getirilmesi karşılığında "iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden kurulabileceği ve İran'ın Şam'daki büyükelçiliğinin yeniden açılabileceği" ihtimalinden bahsedildi.
Ancak kaynaklar, İranlıların "belirgin bir şekilde temkinli davrandığını" ve arabuluculara "Şam'daki yeni rejime yönelik ciddi adımlar atmak için acele etmediklerini" ifade ettiklerini belirtiyor.
Bu temkinliliğin arkasında "güven eksikliği" faktörü yatıyor. Özellikle Esed'in düşüşüyle sonuçlanan deneyim, İran kurumlarının Suriye dosyasını yönetme konusunda hem Türkiye'ye hem de Rusya'ya olan güvenini azalttı.
Öte yandan gözlemciler, İran'ın bu tereddüdünü, İran istihbarat kurumlarının yeni Suriye hükümetinin tüm ülke coğrafyasında kontrolü sağlama ve kendisini istikrarlı, meşru bir otorite olarak kabul ettirme kabiliyetine dair derin şüphelerine bağlıyor.
Tahran'da ve diğer bölgesel başkentlerde, "Suriye'nin önümüzdeki dönemde büyük bir kaosa sürükleneceği" yönünde bir kanı hakim. Bu kaosun sadece güneyle sınırlı kalmayıp sahil ve doğu bölgelerine de yayılabileceği düşünülüyor. Bu durum, İran dahil bölge ülkelerini, Suriye'deki tablonun nihai yönü netleşene kadar daha fazla ihtiyatlı olmaya itiyor.
Bu veriler ışığında en olası senaryo, İran'ın orta vadede Suriye sahnesinde ikincil bir aktör konumuna gelmesi olarak öne çıkıyor. Eğer yeni Suriye hükümeti, Türkiye, Katar ve Körfez ülkeleriyle stratejik ortaklıklarını derinleştirmeyi başarır ve aynı zamanda İsrail ile ilişkilerinde bir denge kurabilirse, İran'ın nüfuzu asgari düzeyde dar sınırlar içinde kalacak.
El-Emin'e göre Tahran açısından en iyi senaryo ise resmi iletişim kanallarının yeniden açılması ve büyükelçiliklerin faaliyete geçmesi dahil olmak üzere diplomatik ilişkilerin yeniden başlaması. Ancak bu hedefin gerçekleşmesi, muhtemelen Moskova veya üçüncü bir ülke aracılığıyla yürütülecek etkili bir diplomatik müdahaleye bağlı görünüyor.
Geleneksel bağlamların dışında yaşanacak gelişmeler İran'ın Suriye'deki rolünü değiştirebilir, ancak bu şu an için yakın bir ihtimal olarak görülmüyor.