Suudi Arabistan, Colani'yi kanatları altına alıyor

28 Kasım 2025

"Colani'nin önemi, temsil ettiği güçle Suriye'yi Trump ve bin Selman'ın ortak hedeflerini pekiştirecek bir konuma taşımaya hazır olmasında yatıyor."

YDH - El-Ahbar yazarı Hüseyin el-İbrahim, HTŞ lideri Ebu Muhammed el-Colani'nin (Ahmed eş-Şaraa), ABD ve Suudi Arabistan tarafından meşrulaştırılarak "yeni cihatçıları" Amerikan çıkarlarına hizmet eden bir güce dönüştürmesini ele alıyor. Muhammed bin Selman'ın arabuluculuğuyla kurulan bu yeni ittifak, İran ve Hizbullah'ın etkisini kırmayı amaçlarken, 1980'ler ABD'nin cihatçılarla ilişkisinin modern ve daha karmaşık bir versiyonu.

Suriye Geçiş Dönemi Devlet Başkanı Ebu Muhammed el-Colani, iktidara gelmesiyle birlikte, artık "yeni cihatçılar" olarak adlandırılabilecek kesimi, Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgedeki çıkarlarına hizmet edecek görevleri yerine getiren aleni bir kola dönüştürdü.

Amerikalıların söz konusu operasyonların sonuçlarından sorumlu tutulmak istememesi nedeniyle "cihatçılarla" ilişkinin her zaman herkesin bildiği bir sır olduğu gerçeği saklı kalmak kaydıyla; Washington belki de ilk kez, "cihatçılar" tarafından yönetilen bir devletle açıkça ittifak kuruyor.

Çoğu ifşa edilmesine rağmen, Amerikan devlet aygıtları ve müttefik liderler için utanç kaynağı oluşturduğu gerekçesiyle ABD'nin bir kısmını hala gizli tuttuğu 11 Eylül belgeleri, belki de bu gerçeğin bir kanıtı niteliğinde.

Washington, el-Colani ile ilişkinin, ancak bu şahsın cihatçı geçmişini terk etmesi ve hatta terörle mücadeleye dahil olmasının ardından geliştiği izlenimini verse de; bu bağ, Amerika'nın Türkiye ve Katar'daki müttefikleri üzerinden yıllardır varlığını sürdürüyor.

Öyle ki Türkiye cihatçıların Suriye'ye geçiş güzergâhını oluştururken, Katar silahlanma ve maaş finansmanını üstlenmiş; Suudi Arabistan ise kendisine muhalif olmadığı önceki rejimin varlığı nedeniyle Suriye sahasından geri çekilmişti.

Batılı gazetecilerin haberlerine göre, 2016 sonrasında terörle mücadele operasyonlarında etkisiz hale getirilen IŞİD ve el-Kaide liderlerinin pek çoğu, el-Colani liderliğindeki Heyet Tahrir eş-Şam'ın kontrol ettiği ve örgütün bu ölümlerde parmağı olduğuna dair suçlamaların yoğunlaştığı Kuzey Suriye bölgelerinde öldürüldü.

"Cihatçılarla" kurulan bu uzun soluklu ilişki bağlamı, her şeyin en başından beri planlandığı anlamına gelmiyor.

Kuşkusuz, koşulların bugünkü noktaya evrilmesinde çatışmanın kendisi temel bir rol oynadı; ancak Amerikalılar, doğrudan veya Suriye içindeki ve dışındaki müttefikleri aracılığıyla gerekli kartları ellerinde tutarak mevcut duruma geçişi mümkün kıldı.

Bu meseleyi gün yüzüne çıkaran isim ise Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman oldu. Bin Selman, geçtiğimiz bahar aylarında gerçekleştirdiği Körfez turu kapsamında Riyad'ı ziyaret eden ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesi sırasında el-Colani'yi de çağırdı.

Suriye Geçiş Dönemi Devlet Başkanı'nı, ABD liderliğindeki bölgesel ittifaka entegre etmede en büyük rolü oynayan ve ona Beyaz Saray'ın kapılarını açan da yine odur. Ne ironiktir ki Suudi Arabistan, 1980'lerin başında cihatçıların yükselişe geçtiği dönemde de Amerikalılar ile cihatçılar arasında aracı konumundaydı.

O dönemde ABD, Sovyetleri Afganistan'dan çıkarmak için onları kullanmış ve bunu başarmalarını sağlayan nitelikli silahları temin etmişti. O zamanlar da herkesin bildiği bir sır olan bu ilişki, Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra Amerikalıların benimsediği yeni yaklaşımdaki kadar utanç barındırmıyordu.

Zira yeni dönemde ABD, bir yandan "cihatçıları" demokrasiye tehdit oluşturan bir düşman gibi resmederken, diğer yandan özellikle Irak işgali sırasında fitne çıkarmak ve karşılaştığı direnişi bastırmak gibi belirli hedefler için onları dolaylı yoldan kullanmayı sürdürdü.

Başlangıçlara ve Amerikalılar ile el-Colani arasındaki mevcut ilişkinin kurgulanışına tanıklık eden isimlerden biri de muhtemelen Türki el-Faysal'dır. Suudi İstihbarat Başkanı sıfatıyla "ilk cihadı" himaye eden Faysal, şimdi de bin Selman ile ittifak kuran az sayıdaki kıdemli aile üyesinden biri olarak, perde arkasından bu "yenilenmeye" şahitlik ediyor.

Geçen hafta Beyaz Saray'daki görüşmeleri sırasında Trump'ın şaka yollu "Trump haricinde" en favori Amerikan başkanlarını sorduğu İbn Selman'ın, "Reagan ve Roosevelt. Ama sen, sen başka bir seviyedesin" cevabını vermesi bir tesadüf değildi.

Nitekim bin Selman, tıpkı dedesinin 1945 yılında ABD Başkanı Franklin Roosevelt ile yaptığı anlaşmada olduğu gibi, bu ziyaretin de iktidarının geleceğini garanti altına alacak Amerikan-Suudi ilişkileri için ikinci bir kuruluş niteliği taşımasını arzuluyordu.

Bu bağlamda el-Colani'nin önemi, temsil ettiği güçle Suriye'yi Trump ve bin Selman'ın ortak hedeflerini pekiştirecek bir konuma taşımaya hazır olmasında yatıyor.

Zira el-Colani, İran ve Hizbullah'ın Suriye'den çıkarılmasını kendi başarısı olarak sunarken, aynı zamanda -henüz Suriye ve İsrail arasında bir anlaşmaya varılamamış olsa da- dışişleri bakanı aracılığıyla İsraillilerle masaya oturmayı kabul etmiş durumda.

El-Colani'nin içinde bulunduğu mevcut durum, onu iki ihtimal arasında gidip gelen bir belirsizliğe hapsediyor: Birincisi, İsrail'e gerekli bedeli ödemesi; ki bu sadece isteği değil, aynı zamanda gücü ve özellikle Türkiye ile Suudi Arabistan'daki müttefiklerinin onayını da gerektiriyor.

İkincisi ise Amerikan-İsrail projesinin onu, Riyad'ı ve Ankara'yı aşması; yani sunabileceği her şeyi sunduktan ve rolü bittikten sonra tasfiye edilmesi, ardından Washington ve Tel Aviv'in Suriye'yi devletçiklere bölme projesini hayata geçirmesi.

Bahsi geçen iki ihtimal arasındaki bu gelgit, Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında yüzeyde görünen anlaşmazlığın da özünü oluşturuyor.

Trump tüm bölge için geniş kapsamlı düzenlemeler isterken, Netanyahu daha fazla toprak işgal ederek bunları ilhak etmeyi veya İsrail için hayati bir güvenlik alanı olarak tutmayı hedefliyor.

Fakat bu durum, başta İsrail'i dizginlemesi için Amerikalılardan daha fazlasını talep eden Türkiye olmak üzere, ABD'nin bölgedeki müttefikleri tarafından kendi varlıklarına tehdit oluşturduğu gerekçesiyle kabul edilemez bulunuyor.

Tamamı Amerikan şemsiyesi altında cereyan eden bu çatışmada el-Colani merkezi bir figür olarak öne çıkıyor ve İsrail karşısındaki temel güç noktası da bu.

Eğer bu denge olmasaydı, İsrail onu güpegündüz ortadan kaldırmakta tereddüt etmezdi. Ancak el-Colani'nin asıl sorunu, bu siyasetini Suriye sokaklarında pazarlama konusundaki yetersizliğinde yatıyor.

Zira sokağa tam anlamıyla hakim değil ve içeride, özellikle Sünni bileşen arasında, kimisi kendisi gibi silaha, kimisi ise nüfuza sahip pek çok düşmanı var.

Yine de uluslararası ilişkileri, bölgesel ittifakları ve destekçilerini Suriye'deki durumu düzeltmek için zamana oynamaya ikna etmesini sağlayan karizması sayesinde, diğer güçlere kıyasla açık ara önde ve hareket kabiliyeti en yüksek aktör olmayı sürdürüyor.

Fakat rejimin istikrarını sağlayacak basit güvenlik düzenlemeleriyle yetinmeyen; Golan işgalinin tanınması, Esed hükümetinin düşüşünden sonra işgal ettiği toprakların kabulü ve SDG, Süveyda Dürzileri ve belki ileride Suriye sahilindeki yapılarla kurduğu ittifaklar üzerinden elini Suriye'nin geri kalanına uzatmak gibi çok daha fazlasını hedefleyen İsrail ile onur kırıcı bir anlaşmayı kabul etmesi halinde, el-Colani silahlı ve siyasi güçlerden yükselen devasa bir muhalefetle karşı karşıya kalabilir.

Çeviri: YDH