Beyt Cinn operasyonunun ardından: Washington gerilimi kontrol etme arayışında

02 Aralık 2025

"Washington’ın baskıyı Suriye-Lübnan tarafı ile İsrail tarafına eşit şekilde mi uygulayacağı, yoksa alışılageldiği üzere 'ağırlıkların' yine ilk kefeye mi yükleneceği, ya da 'Nobel hayallerinin' iki taraf arasında bir denge mi dayatacağı yakında netleşecek."

YDH - İşgalci İsrail güçlerinin Güney Suriye’deki Beyt Cinn beldesine düzenlediği ve beklenmedik bir direnişle karşılaşarak tahliye operasyonlarına mecbur kaldığı son baskın, Tel Aviv’in bölgedeki kontrol algısını derinden sarstı. HTŞ saldırıyı savaş suçu olarak niteleyip saldırılar durmadan herhangi bir güvenlik anlaşması yapmayacağını belirtirken, ed-Diyar gazetesinden Abdulmunim Ali İsa'nın aktarımına göre ABD yönetimi çatışmanın genişlemesini önlemek amacıyla bölgeye diplomatik heyetler göndermeye hazırlanıyor.

Geçtiğimiz cuma günü Beyt Cinn beldesini hedef alan saldırı, önceki rejimin düşüşünden bu yana türünün dördüncü örneğini teşkil ediyor.

İşgal güçleri geçtiğimiz ocak ayında beldeye geniş çaplı bir baskın düzenlemiş ve bu hamle, Güney Suriye’deki "Hamas kolunun lideri" olmakla suçlanan Hasan Ukaşe’nin tutuklanmasıyla sonuçlanmıştı.

Haziran ayında ise bir İsrail devriyesi beldenin derinliklerine sızarak yedi genci alıkoydu. Benzer bir tablo eylül ayında da tekrarlandı; işgal ordusu, eylemin amacını "Hasan Ukaşe hücresini" tasfiye etmek olarak duyurdu ve bu süreçte saldırgan güçler Ukaşe’nin kardeşini katletti.

28 Kasım’da gerçekleşen dördüncü baskın ise çok sayıda gerekçeye dayanıyordu. Bunlar arasında, Hamas'ın müttefiki Cemaat-i İslami örgütüne üye olmakla, Golan tepelerine füze fırlatmakla ve sınır çitlerine patlayıcı yerleştirmekle suçlanan iki kardeşin yakalanması; "Ensarullah'ın Suriye topraklarındaki faaliyetlerinin" tespit edilmesi ve nihayetinde "Suriye istihbaratının bu saldırıların arkasında olduğu" iddiası yer alıyordu.

Fakat bu son operasyonun seyri, öncekilerden oldukça farklı gelişti. Yaklaşık yarım saat süren çatışmalar, işgal güçlerini yoğun ateş desteği altında iki saate yakın süren tahliye operasyonları yürütmek zorunda bıraktı.

Bu durumun, çeşitli nedenlerle ciddi yansımaları olacağı neredeyse kesin. Bu nedenlerin başında, Tel Aviv’in geçtiğimiz on bir ay boyunca Güney Suriye’yi tamamen kontrol altına aldığına dair inancı geliyor.

Nitekim işgalci başbakanın, Beyt Cinn operasyonundan yaklaşık on gün önce güvenlik ve askeri yetkililer eşliğinde işgal altındaki Golan ve Cebel eş-Şeyh çevresine yaptığı ziyaret de bu inancı pekiştiriyordu.

Ancak son operasyon, Tel Aviv’i bu görüşünü değiştirmeye veya en azından gözden geçirmeye mecbur bıraktı.

Bu gelişmelerin ortasında Suriye’nin tutumu "gerçekçi" bir kararlılıkla sahneye yansıdı. Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) rejiminin Dışişleri Bakanlığı yaşananları "tüm unsurlarıyla bir savaş suçu" olarak nitelendirirken, BM Daimi Temsilcisi İbrahim el-Ulabi, Şam’ın saldırılar durmadan İsrail ile herhangi bir güvenlik anlaşması imzalamayacağını vurguladı.

Meseleyi kendi üzerine alan Washington ise bu mesajın, başka herhangi birinden önce kendisine yönelik olduğunu kavramış görünüyor.

İsrail yayın kuruluşu KAN, cumartesi günü yayınladığı haberde, Amerikan yönetiminin İsrail ile HTŞ arasındaki gerilimi kontrol altına almak adına diplomatik bir hamle başlattığını duyurdu.

Habere göre Washington, taraflar arasında sükuneti sağlamak amacıyla önümüzdeki günlerde bölgeye özel temsilciler göndermeye hazırlanıyor. Bu temsilcilerin görevi, çatışma çemberinin genişlemesini önlemek ve öncelikli uzlaşı kanalları açmak olarak tanımlanırken, heyetin hem Suriyeli hem de Lübnanlı yetkililerle görüşmeler yapacağı belirtiliyor.

Dikkat çekici bir diğer husus, haberde temsilci Tom Barrack’ın adının geçmemesi. Bu durum, Barrack’ın artık Lübnan dosyasından sorumlu olmadığına ve Amerikan yönetiminin bu görevi yeniden Morgan Ortagus’a vereceğine dair iddiaları güçlendiriyor.

Her ne kadar bu haberlerin içeriğini doğrulayan resmi bir açıklama henüz yapılmasa da, Barrack’ın görevine devam edip etmediğine dair şüpheler artıyor.

Nitekim Barrack’ın iki gün önce New York Times gazetesine verdiği demeçte, Lübnan ordusunun Hizbullah’ı bu yılın sonuna kadar silahsızlandırma hedefine ulaşabileceğine dair "şüphelerini" dile getirmesi, görevin bir nevi "sekteye uğradığına" işaret ediyor.

Bu bağlamda Yedioth Ahronoth gazetesi de Güney Suriye’deki durumu "tehlikeli bir olay" olarak niteleyen ayrıntılı bir makale yayımladı. Gazete, İsrail’in sessizliğinin temel nedeninin ABD’nin tepkisinden duyulan endişe olduğunu öne sürdü.

Makelye göre Netanyahu, Orta Doğu’da bir barış anlaşması ve muhtemelen bir Nobel Ödülü hedefleyen ve bu çabaların bir parçası olarak Suriye ile İsrail arasında bir güvenlik anlaşması için bastıran Trump’ı kışkırtmaktan çekiniyor.

Ancak gazete, İsrail’in sessizliği için muhtemel bir başka nedene daha dikkat çekiyor: Operasyondaki sürpriz faktörü. İster istihbarat açığından ister saldırı güçlerine dair sızıntılardan kaynaklansın, bu sürprizin "İsrail’i şaşırttığı" ifade ediliyor.

Tel Aviv’deki askeri ve güvenlik kurumlarının sözcüsü konumundaki gazetenin haberine göre bu durum, HTŞ rejiminin Hamas ve İslami Cihad unsurlarına karşı koyma konusundaki "eylemsizliği" olarak algılanan tablo karşısında derin bir endişe yaratıyor. Bu ifade, üzerinde durulmayı fazlasıyla hak ediyor.

Tüm bu veriler, gerilimin Amerikan heyetinin ziyaretine kadar ertelendiğini gösteriyor. Heyetteki isimler, ABD’nin gerçek niyetini de ortaya koyacak.

Washington’ın baskıyı Suriye-Lübnan tarafı ile İsrail tarafına eşit şekilde mi uygulayacağı, yoksa alışılageldiği üzere "ağırlıkların" yine ilk kefeye mi yükleneceği, ya da "Nobel hayallerinin" iki taraf arasında bir denge mi dayatacağı yakında netleşecek.

Çeviri: YDH