
YDH- ABD ile İsrail arasındaki ilişki, son otuz yıldır olağanüstü bir yakınlıkla devam ediyor. Bu süre zarfında ABD, barış döneminde ya da savaş ortamında, İsrail ile tam bir uyum içinde hareket ederek, ona koşulsuz diplomatik ve askeri destek sağladı.
Foreign Affairs dergisi, bu özel ilişkiye dair kapsamlı bir analiz yayımladı.
Makalede, söz konusu ilişkinin onlarca yıldır koşulsuz destek ve benzeri görülmemiş bir kayırmacılık temelinde istisnai biçimde şekillendiği vurgulanırken, bunun Amerikalılar, İsrailliler ve Filistinliler üzerinde yarattığı siyasi, güvenlik ve insani zararlar sebebiyle artık sürdürülemez olduğu ifade edildi.
Andrew Miller’ın kaleme aldığı makalede, bu ilişkinin kökeninin 1990’lara dayandığı belirtiliyor. O dönemde Washington, İsrail’e verdiği koşulsuz desteğin ABD’yi barış yönünde adımlar atmaya teşvik edeceğine inanıyordu.
ABD’nin İsrail ile ilişkisi ise dört temel varsayıma dayanıyordu: Birincisi, Amerikan ile İsrail çıkarlarının çoğunlukla uyumlu hatta özdeş olduğuydu. İkincisi, İsrail’in kendi çıkarlarını ve karşılaştığı tehditleri iyi anladığı kabul ediliyordu. Üçüncüsü, aralarındaki anlaşmazlıkların kamuoyunda tartışılmayacağı varsayımıydı. Son olarak ise, İsrail’in Amerikan kaygılarına yanıt vereceği beklentisi vardı.
Zamanla ise bu ilişki, İsrail’e siyasi ve askeri dokunulmazlık tanıyan; politikaları ne olursa olsun ona büyük yardımlar yapılmasını garanti eden; ABD’nin Birleşmiş Milletler’de İsrail’i diplomatik olarak koruduğu; insan hakları ihlalleri konusunda bile diğer ülkelere uygulanan Amerikan yasalarının İsrail için askıya alındığı bir sisteme dönüştü.
2023 yılının 7 Ekim’inde gerçekleşen saldırının ardından başlayan Gazze savaşı ise bu tür ilişkilerin yüksek maliyetini gözler önüne serdi. Washington, İsrail ile olan “istisnai” ilişkisinin getirdiği kısıtlamalar nedeniyle, İsrail’in savaş yönetimi stratejisini yeniden şekillendirmekte başarısız kaldı.
Artan Filistinli sivil kayıpları ve İsrail ordusunun kullandığı yöntemlerle ilgili endişelerine rağmen, ABD gerçek bir baskı uygulamaktan kaçındı. Yazar, Washington’un, yardımları engelleyen ülkelere askeri yardım sağlamayı engelleyecek yasalar çıkarmadığı gibi, yardımları somut koşullara da bağlamadığını vurguluyor.
Washington ile Tel Aviv arasındaki bu özel ilişki, İsrail’e siyasi ve askeri dokunulmazlık tanıyan; politikaları ne olursa olsun ona büyük yardımlar yapılmasını garanti eden bir mekanizmaya dönüştü.
Miller, bu istisnacılığın hem iki ülkenin çıkarlarına zarar verdiğini hem de Filistinlilere ağır bedeller ödettiğini ifade ediyor.
Koşulsuz Amerikan desteği, İsrail liderlerinin en kötü içgüdülerini körükledi. Bunun sonucunda, Batı Şeria’daki yasadışı yerleşim faaliyetleri ve yerleşimci şiddeti artmaya devam etti; Gazze’de ise binlerce sivil hayatını kaybetti, kıtlık yaygınlaştı.
Bu politika, Tel Aviv’in Ortadoğu’da pervasız askeri operasyonlar yapmasına, Suriye ve Lübnan’da saldırılar düzenlemesine, İran ile çatışmayı tırmandırmasına ve böylece karşı karşıya olduğu varoluşsal tehlikeleri artırmasına zemin hazırladı.
Washington, bölgedeki tırmanışı kısmen kontrol altına almaya çalışsa da, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hükümeti ile ilişkilerindeki tereddüt bu çabaların etkisini sınırladı.
Dahası, Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönmesi ve Gazze’deki tüm kararları destekleyen tutumlar benimsemesi, İsrail’in hareket alanını genişletti ve insani felaketin derinleşmesine yol açtı.
Filistinlilere verilen zararların yanında, İsrail de uluslararası izolasyonun artması, özellikle genç Amerikalılar arasında desteğin daha önce görülmemiş biçimde azalması, Netanyahu hükümetinin politikaları yüzünden yükselen iç gerilimler ve İran, Gazze ile Batı Şeria kaynaklı stratejik riskler gibi tehlikelerle karşı karşıya bulunuyor.
Yazar, ABD’nin de bu durumdan ağır bedeller ödediğini; uluslararası itibarının zedelendiğini; Çin ve Rusya gibi rakiplerinin zayıflayan Amerikan imajından faydalandığını; ayrıca savaşın Amerikan iç siyasi kutuplaşmasını derinleştirdiğini ileri sürüyor. Koşulsuz destek, her iki taraf için ahlaki riskler taşıyor.
İsrail artık Amerikan kaygılarını ve çıkarlarını gözetmek zorunda hissetmiyor çünkü bunu yapmamanın bedeli yok. Bu durum, İsrail’i çoğu zaman Amerikan çıkarlarıyla çelişen hatta bazen kendi çıkarlarıyla çelişen sert politikalar izlemeye itiyor.
Sonuç olarak Miller, İsrail-ABD ilişkilerinin mevcut “istisnai” halinin devam etmesinin, daha tehlikeli İsrail politikalarını teşvik ettiğini, siyasi çözümlerin önünde engel oluşturduğunu ve ABD’nin küresel çıkarlarını zayıflattığını savunuyor.
Makalede önerilen yeni model ise, yardımlara açık koşullar getirilmesi; Amerikan ve uluslararası hukukun İsrail’e de diğer devletlere uygulandığı gibi uygulanması; ortak kırmızı çizgilerin belirlenmesi; tarafların iç politikalarına müdahalenin engellenmesi ve böylece ilişkilerin “normalleştirilmesi” esasına dayanıyor.
Miller, bu değişikliğin gecikmiş olsa da, özellikle normal bir ABD-İsrail ilişkisinin; sıklıkla tehlikeli İsrail davranışlarını teşvik eden ve Amerikan küresel nüfuzunu tüketen istisnai ilişkiden çok daha olumlu sonuçlar vereceğini vurguluyor.
Kapsamlı analizde ayrıca, böyle bir dönüşümün İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak gibi tehlikeli adımlarını engelleyebileceği, İran’la daha etkili bir koordinasyona kapı açabileceği ve Filistinliler için yeniden siyasi bir yolun inşasına katkıda bulunabileceği savunuluyor.
Andrew Miller, bu analiz yapılmadığı takdirde tüm tarafların kayıplarının artacağını ve özellikle katı bir İsrail hükümeti ile kararsız bir Amerikan yönetimi varken, ilişkilerin onarılmadan sürdürülmesinin gelecekte temellerinin çökmesine yol açabileceğini uyarıyor.
Miller, ABD-İsrail ilişkilerinin yeniden düzenlenmesini düşmanca bir hareket olarak görmediğini; bunun, Amerikalılar ve İsraillilerin çıkarlarını koruyacak; ayrıca Filistinlilere yaşayabilir bir siyasi hayat şansı sunacak zorunlu bir adım olduğunu ifade ediyor.