İsrailli analist: Oslo defteri kapandı; ABD, Ortadoğu'yu yeniden yazıyor

08 Aralık 2025

İsrailli analist Filber’e göre Washington’un yayımladığı strateji, Oslo sürecini fiilen sona erdirirken ABD’nin Ortadoğu politikasını İsrail’in güvenliği, enerji geçiş hatlarının korunması ve İran merkezli tehdit algısı ekseninde yeniden şekillendirdiğini; normalleşme sürecini genişletmeyi ve müdahaleci politikaları terk etmeyi hedefleyen köklü bir yön değişikliğini ilan ediyor.

YDH- İsrail Kanal 14 analisti Şlomo Filber, Washington’un geçtiğimiz hafta yayımladığı “Ulusal Güvenlik Stratejisi 2025” belgesinin, Oslo sürecinin fiili olarak sona erdiğini resmen duyurduğunu belirtiyor.

Analiste göre, ABD yönetimi söz konusu belgeyle barış sürecini doğrudan sonlandırdığını ya da en azından süresiz olarak askıya aldığını tüm dünyaya ilan etmiş oldu.

Filber’e göre yeni güvenlik stratejisi yalnızca ABD’nin küresel rolüne dair çerçeveyi güncellemekle kalmıyor, aynı zamanda Ortadoğu’ya yönelik yaklaşımda köklü bir yön değişikliğini de ortaya koyuyor.

Belgenin merkezinde yer alan Ortadoğu bölümünün, Washington’un bölgeye dair geleneksel önceliklerini büyük ölçüde tersine çevirdiğine dikkat çeken Filber, ABD’nin artık bölgeyi dış politikasının merkezinde görmediğini iddia ediyor.

Analiste göre ABD, enerji kaynaklarını çeşitlendirmesinin ardından Ortadoğu’nun küresel stratejik öneminin azaldığı değerlendirmesini yapıyor.

Bölgedeki güç mücadelelerinin artık Washington ile Moskova arasında doğrudan bir rekabet sahası oluşturmadığı, Amerikan yönetiminin de “anlamsız savaşlardan” uzak durmayı tercih ettiği yeni strateji belgesinde açık biçimde ifade ediliyor.

Filber, Beyaz Saray’ın bölgeye ilişkin temel çıkarlarını üç ana başlık altında topladığını aktarıyor. Buna göre ABD yönetimi, başta Hürmüz Boğazı ve Kızıldeniz olmak üzere enerji kaynakları ve geçiş hatlarının düşmanca bir gücün kontrolüne girmesini engellenmesi gerektiğini savunuyor.

Bu ifadenin spesifik olarak yalnızca İran’ı değil, genel bir güvenlik çerçevesini hedeflediğini belirten Filber, Washington’un ikinci temel önceliğinin ise İsrail’in güvenliğinin garanti altına alınması olduğunu vurguluyor.

Analiste göre belge, İsrail’e yönelik güvenlik taahhüdünü açık ve net biçimde ilan ediyor. Üçüncü başlık ise terörle mücadele olarak tanımlanıyor; bölgenin ABD’ye ya da Amerikan anavatanına karşı terör tehdidinin kaynağı haline gelmesinin önlenmesi hedefleniyor.

Bunun yanı sıra Filber, strateji belgesinde İbrahim Anlaşmaları çizgisinde ilerleyen bölgesel normalleşmenin genişletilmesine özel vurgu yapıldığını belirtiyor.

ABD’nin, İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşme sürecinin daha fazla ülkeye ve daha geniş Müslüman coğrafyaya yayılmasını teşvik etmeyi amaçladığını ifade ediyor.

Belgenin bölgesel kriz başlıklarına ilişkin değerlendirmelerini aktaran Filber, İran’ın “bölgenin başlıca istikrarsızlaştırıcı gücü” olarak tanımlandığını dikkat çekiyor.

7 Ekim 2023 sonrasında yaşanan gelişmelerin ve Trump yönetiminin Haziran 2025’te gerçekleştirdiği, İran’ın nükleer programına ciddi hasar verdiği ileri sürülen “Gece Yarısı Çekici Harekâtı” sonrasında Tahran’ın gücünün zayıfladığı yönünde bir değerlendirmeye yer verildiğini aktarıyor.

İsrail-Filistin başlığında ise Filber, Trump’ın arabuluculuğuyla sağlandığı ifade edilen ateşkes ve bazı rehinelerin serbest bırakılmasının daha kalıcı bir çözüme giden yol adına bir zemin oluşturduğunun savunulduğunu belirtiyor.

Belgede, Hamas’a destek veren bölgesel aktörlerin de güç kaybettiği ya da sahadan çekildiği yönünde iddiaların yer aldığını aktarıyor.

Suriye konusunda ise Filber, belgenin daha temkinli bir dil benimsediğini ifade ediyor. Buna göre Suriye hâlen potansiyel bir risk alanı olarak görülse de, ABD yönetimi Arap ülkeleri, İsrail ve Türkiye’nin katkılarıyla ülkenin uzun vadede istikrara kavuşabileceği ve bölge içinde daha yapıcı bir aktör haline gelebileceği görüşünü dile getiriyor.

Filber’in aktardığına göre yeni strateji, geçmişte uygulanan zorla rejim değiştirme ve dış müdahale yoluyla “ulus inşası” politikalarının terk edildiğini de net şekilde ortaya koyuyor. Washington’un bundan sonra dışarıdan dayatılan reformlardan uzak durmayı ve bölgeyle daha pragmatik, çıkar temelli ilişkiler kurmayı esas aldığını vurguluyor.

Analist, yeni dönemin üç temel ilke üzerine inşa edildiğini belirtiyor: Bölge ülkelerinin siyasal gerçekliğinin olduğu gibi kabul edilmesi ve ortak çıkarlar üzerinden ilişki geliştirilmesi; reformların dış baskıyla değil ülkelerin kendi iç dinamikleriyle şekillenmesinin teşvik edilmesi—özellikle Körfez monarşilerine yönelik ideolojik ve yaşam tarzı temelli müdahalelerden kaçınılması; ekonomik ilişkilerde ise yardım anlayışından çıkılarak teknoloji, yapay zekâ, nükleer enerji, savunma sanayii ve tedarik zincirleri gibi alanlara dönük yatırım ortaklıklarının teşvik edilmesi.

Filber, belgenin Filistin meselesine dair yarım asırlık “dayatmacı çözüm” modellerinin yerine somut bir yeni formül önermediğini de aktarıyor. Bunun yerine İsrail’in bölgesel kalkınma, entegrasyon ve refah projeleri içinde merkezi bir ortak olarak konumlandırıldığını vurguluyor.

Analiste göre Trump yönetiminin Gazze anlaşmasının bir sonraki aşamasına geçilmesi yönündeki ısrarı da bu stratejik yaklaşımın bir yansıması niteliğinde. Bu planlamada Hamas’a herhangi bir rol tanınmadığı ise belgede açık biçimde ifade ediliyor.