Türkiye'nin İran'la yakınlaşması ve İsrail'den uzaklaşması

13 Aralık 2025

''Ankara’da İsrail’in yayılmacı politikalarının Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiği algısı giderek güçlenmektedir. Türk-İran yakınlaşması, İran’ın bölgesel izolasyonunu kısmen kırarken, Türkiye’ye çok yönlü denge siyaseti imkânı sunmaktadır.''

YDH- Lübnan merkezli el-Ahbar, Türkiye’nin İran, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri ile aynı anda yürüttüğü çok katmanlı ilişki mimarisini çözümledi. Türkiye–İran yakınlaşmasını bir ittifak olarak değil, rekabet ve işbirliğinin iç içe geçtiği pragmatik bir dengeleme aracı olarak ele alan el-Ahbar, bu yakınlaşmanın ideolojik değil, zorunluluklardan kaynaklanan işlevsel bir nitelik taşıdığını savunuyor.

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Kasım 2025’te İran’a gerçekleştirdiği ziyaret, Türk-İran ilişkilerinin pragmatik bir işbirliği ile işlevsel bir rekabetin iç içe geçtiği bir çerçevede yönetildiğini açık biçimde ortaya koyuyor.

Uzmanlar, bu yakınlaşmayı belirleyen en güçlü etken konusunda farklı değerlendirmeler yapıyor. Bazı yorumcular bölgesel istikrarı ve Suriye meselesini temel odak noktası olarak öne çıkarırken, diğerleri İsrail kaynaklı tehdit algısını, ekonomik faktörleri ya da Amerika Birleşik Devletleri’ne yönelik tutumu vurguluyor.

Öte yandan, Türkiye’nin İsrail’den kademeli olarak uzaklaşmasının Gazze meselesi, kamuoyu baskısı ve Suriye’deki nüfuz mücadelesiyle doğrudan bağlantılı olduğu; bu uzaklaşmanın önemli bir kırılmaya işaret etmekle birlikte tam anlamıyla bir kopuş anlamına gelmediği yönünde genel bir görüş birliği bulunuyor.

 

Türk-İran yakınlaşmasına katkıda bulunan faktörler

El-İttihad Araştırma ve Geliştirme Merkezi tarafından yayımlanan ve bir grup uzmanın görüşlerini içeren bir araştırmaya göre, Türkiye ile İran arasındaki yakınlaşma, tarihsel rekabete—rekabetçi ortaklık niteliğine—rağmen, çok sayıda pragmatik ve işlevsel çıkar tarafından yönlendirilmektedir. Bu yakınlaşmanın arka planındaki faktörler dört ana eksen altında gruplandırılabilir:

1. Ortak bölgesel tehdit (siyasi ve güvenlik):

a) İsrail tehdidiyle yüzleşmek: Uzmanlar, İsrail'in saldırganlığının (özellikle 7 Ekim 2023'ten sonra) ve bu oluşumun bölgesel istikrara yönelik varoluşsal tehdidinin, İsrail'in aşırı gücüyle birlikte, iki ülkeyi yakınlaşma ve koordinasyona doğru ittiğine inanıyor.

b) Yabancı hegemonyaya karşı koyma: Bölgede İsrail'in elini güçlendiren Amerikan hegemonyasına karşı koymak için stratejik entegrasyonu güçlendirme konusunda karşılıklı bir istek var.

c) Bölgesel parçalanmaya ilişkin endişe: Bölge ülkelerinin etnik ve mezhepsel olarak parçalanmasından kaynaklanan ve her iki ülkeyi de olumsuz etkileyen ortak bir tehdit duygusu mevcut. 

2. Güvenlik ve sınır gereklilikleri:

a) Ortak ulusal güvenlik: Sınır boyunca her iki ülkenin güvenliğini tehdit eden silahlı gruplarla (Türkiye için PKK ve İran için Kürt muhalefet partileri gibi) mücadele etmek için sürekli istihbarat ve güvenlik koordinasyonuna ihtiyaç var.

b) Kürt sorunu: Her iki ülkede de, özellikle Batı veya İsrail'den potansiyel destek alan Kürt ayrılıkçı eğilimlerinin reddedilmesinin, işbirliği için hayati bir ortak payda olduğu konusunda tüm görüşler hemfikir.

3. Ekonomik ve enerji çıkarları:

a) Ticaret ve çıkış noktası: Ekonomi belirleyici bir faktör. Türkiye, İran'ı büyük bir pazar olarak görürken, İran da Türkiye'yi Amerikan ve Avrupa'nın azami baskı ve yaptırımlarından kaçınmak için hayati bir geçiş noktası (stratejik çıkış noktası) olarak görüyor.

b) Enerji: İran, Türkiye için tercihli fiyatlarla güvenilir bir enerji (doğalgaz) kaynağı olarak duruyor ve bu da bu sektörde iş birliğini geliştirmeye yönelik sürekli bir karşılıklı ilgi yaratıyor.

4. Bölgesel dosyaların (sıcak noktaların) yönetimi:

a) Suriye ve Irak: Suriye, Türkiye'nin kuzeydeki varlığının etkisini pekiştirmek ve "Astana yolu" aracılığıyla gerilimleri yönetmek için bir diyalog platformuna ihtiyaç duyması nedeniyle hayati bir yakınlaşma faktörü olarak görülüyor. 

b) Irak'ın istikrarı: Her iki taraf da Irak'ın istikrarının korunmasının ve topraklarının ulusal güvenliklerini tehdit etmek için kullanılmasının önlenmesinin önemi konusunda hemfikir.

c) Bölgesel manevralar: Yakınlaşma, Türkiye'ye Kıbrıs ve Doğu Akdeniz gibi konularda Atlantik ve İsrail baskılarına karşı manevra alanı sağlıyor ve Filistin ile Lübnan'ın İsrail'in gerilimi tırmandırmasına karşı ilk savunma hattı olarak önemini vurguluyor.

 

Türk-İran yakınlaşmasının geleceğini şekillendiren en etkili faktör

Uzmanlar, bazı faktörlerin önceliklendirilmesi konusunda farklı görüşler ortaya koyuyor; bunlardan bazıları İsrail tehdidinin en önemli ve en etkili unsur olduğunu savuuyor.

İsrail’in Suriye’de Türk etkisine alan açma konusundaki isteksizliği ile Gazze’de kurulması muhtemel uluslararası bir güce Türk askerlerinin katılımını reddetmesi, söz konusu tehdidi daha da artırıyor; bu durum ise Türkiye ile İsrail arasında düşmanlık ihtimalini yükseltiyor.

Bir başka görüşe göre ise yaygın kanaatin aksine, her iki ülkedeki iç dinamikler ile Amerika Birleşik Devletleri ve onun rakipleriyle kurulan nihai ilişkilerin niteliği, bu yakınlaşmanın geleceğini belirleyici biçimde etkileyeceği yönünde.

Buna ek olarak, bölgesel istikrar ve Suriye meselesinin en etkili faktör olabileceği değerlendiriliyor; zira bölgesel istikrarın tesis edilmesi ve Suriye’deki çatışmaların çözüme kavuşturulması, İran nükleer dosyası, yaptırımların kaldırılması, enerji sektöründe güvenlik ve ekonomik işbirliği ile Gazze savaşındaki gelişmeler gibi ortak uluslararası başlıklarla birlikte en önemli odak noktaları arasında yer alıyor.

Diğer bazı uzmanlar ise ekonomik ve ticari faktörlerin en etkili unsur olduğuna inanıyor; bu yaklaşım, Ankara açısından ekonomi ve ticaretin, enflasyonu kontrol altına alma ihtiyacı ve Afganistan–İran–Türkiye koridoru üzerinden gerçekleşmesi muhtemel büyük ölçekli göç hareketlerini yönetebilmek için İran pazarına duyulan gereksinimden kaynaklandığını vurguluyor ve söz konusu dinamiklerin derin ekonomik, toplumsal ve güvenlik boyutları bulunduğuna işaret ediyor.

 

Türkiye'nin İsrail'den uzaklaşmasının nedenleri

Türkiye’nin İsrail’den uzaklaşması, ideolojik, siyasi, insani ve güvenlik boyutlarının iç içe geçtiği çok katmanlı bir dinamiğe dayanmaktadır.

Bu süreçte en güçlü ve en acil itici unsur, Gazze’de süregelen saldırganlık ve bunun yol açtığı derin insani kriz karşısında ortaya çıkan yoğun kamuoyu baskısıdır.

Söylem ile uygulama arasındaki tutarsızlıklara—örneğin ticaretin durdurulduğunun ilan edilmesine rağmen fiilen sürdürülmesi gibi—rağmen, bu baskı Türk siyasi liderliğini İsrail’e karşı daha sert bir tutum almaya zorlamış ve kısa vadede normalleşme olasılığını ciddi biçimde zorlaştırmıştır.

Bununla birlikte, stratejik düzeyde belirleyici olan başka faktörler de öne çıkmaktadır:

Genel çerçevede, kamuoyu baskısı en acil ve yoğun motivasyonu temsil ederken; Suriye merkezli anlaşmazlıklar ve Türk ulusal güvenliğine yönelik tehdit algısı, Türkiye–İsrail ayrışmasının geleceğini belirleyen en güçlü ve kalıcı stratejik unsurlar olarak öne çıkıyor.

 

Tahran ve Ankara arasındaki yakınlaşmanın sonucu ve bölgesel etkileri (Suriye ve Lübnan)

Analiz, bu yakınlaşmanın işlevsel, pragmatik ve sınırlı nitelikte olduğunu ve tam bir stratejik ittifak anlamına gelmediğini gösteriyor.

Bazıları Türkiye'nin kendi çıkarlarını en üst düzeye çıkarmak için "manevra ve denge" politikası izlediğine inanırken, diğerleri İran'ın kritik anlarda güvenemeyeceği Türk politikasının fırsatçı ve bencil doğası konusunda uyarıda bulunuyor.

Bununla birlikte, bu yakınlaşma İran'ın izolasyonunu kırmaya ve Batı güçleri ve İsrail karşısında hedef alınmasını önlemeye olanak sağlamaktadır.

Suriye'de, Astana mekanizması aracılığıyla sağlanan yakınlaşma, etki alanlarını geçici olarak istikrara kavuşturmada ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) üzerindeki koordineli baskıyı artırmada önemli bir rol oynamış, böylece ABD güçlerinin misyonunu zorlaştırmıştır. Bu durum aynı zamanda rejimin istikrara kavuşturulması için karşılıklı bir ihtiyacı da yansıtıyor; zira Türkiye, İran'ın istikrarsızlaştırma kapasitesini, İran ise Türkiye'nin müttefikleri üzerinde baskı kurma yeteneğini kabul ediyor.

Bu anlayış, potansiyel bir "barışçıl" İran dönüşüne ve Türkiye'nin aradığı istikrar için ek işbirliği faktörlerinin geliştirilmesine olanak sağlamaktadır.

Lübnan'da bu yakınlaşma, İslamcı siyasi güçler (örneğin Cemaat-i İslami ve Hizbullah) üzerinde olumlu bir etki yaratarak İsrail saldırganlığı karşısında siyasi ve güvenlik desteği sağlıyor. Ayrıca Türkiye'ye, bölgesel ve Batılı aktörlerle iletişim kurarak sınır gerilimlerini hafifletmede dolaylı bir rol oynama olanağı da tanıyabilir.

Bu etki, Hizbullah ile olan ilişkiyle sınırlı kalabilir; bölgesel rakiplerle (Suudi Arabistan ve BAE) bağlantılı diğer Sünni gruplarla ilgili bazı çekinceler de söz konusu olabilir.

 

Türk-İsrail ilişkilerindeki mesafelenmenin etkileri

Türk-İsrail ayrılığının siyasi ve ekonomik etkileri

Siyasi ve güvenlik açısından bakıldığında, bu uzaklaşma, Türkiye'nin İslam dünyasındaki ahlaki imajını güçlendiriyor ve bölgesel liderlik hedeflerini destekliyor; ancak her iki ülke de Amerikan sistemi içinde kaldığı sürece yüzeysel ve belirsiz kalıyor. Bu uzaklaşmayı açık bir düşmanlığa dönüştürebilecek tek istisna, İsrail'in Suriye'deki bir Türk üssüne doğrudan saldırı düzenlemesidir.

Ekonomik açıdan bakıldığında, Türkiye'nin İsrail ekonomisi üzerindeki genel etkisi uzun vadede nispeten sınırlı kalmıştır; ancak özellikle inşaat sektörünü etkileyerek lojistik maliyetlerini artırmış ve bazı ithal malların fiyatlarını yükseltti.

Bununla birlikte, bazıları İsrail'in Türk kaynaklarına bağımlı kaldığını, üçüncü ülkeler (Yunanistan ve Mısır gibi) veya Ramallah ile ticaret yoluyla tedarik yollarının hala geçerli olduğunu ve enerji boru hatlarının (Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı gibi) kesintiye uğramadığını savunuyor.

 

Farklılaşmanın bölgesel çatışmalar üzerindeki etkileri

Suriye: Türkiye-İsrail arasındaki gerilim derinleştikçe, iki ülke arasındaki istihbarat işbirliği azalıyor ve İsrail'in "İran faaliyetlerinin geri dönüşü" konusundaki endişeleri artıyor. Tersine, İsrail, Türkiye-İran yakınlaşmasını engellemek için tırmandırıcı veya düşüncesiz önlemlere başvurabilir.

Türkiye'nin İsrail'den uzaklaşması direniş cephesine fayda sağlasa da, mevcut gerçeklik bunun aksini gösteriyor.

BAE: Her iki taraf da (Libya ve Sudan'daki) rakip bölgesel aktörlere verdikleri desteğe rağmen, 2021'de kurulan uzlaşma sürecini raydan çıkarmak istemediği için önemli doğrudan sonuçlar yok.

Bununla birlikte, bazıları Türk-İsrail ayrılığının, (Siyonist-Körfez ittifakının temel taşı ve Müslüman Kardeşler'in etkisini zayıflatmada kilit oyuncu olan) BAE'yi Suriye'de Ankara'ya karşı projeler (protesto faaliyetlerini desteklemek veya Kürtleri finanse etmek gibi) izlemeye iteceğine ve potansiyel olarak diğer çatışma bölgelerindeki gerilimleri tırmandıracağına inanıyor.

 

Bu kopuşun Washington ile olan ilişkiye yansımaları

Türkiye-İran yakınlaşması, İsrail'i destekleyen Amerika Birleşik Devletleri'ne yönelik güçlü bir siyasi mesaj ve stratejik bir manevra niteliğindedir. Amaç, Türkiye'nin karar alma bağımsızlığını teyit etmektir.

Türkiye'nin İsrail karşıtı tutumu, ABD yönetimi ve Kongresi ile doğrudan çatışmaya yol açarak silah anlaşmalarını (örneğin F-16 anlaşması) tehlikeye atabilir ve uzun vadede Türkiye'nin Batı'dan daha gergin ve izole bir şekilde uzaklaşmasına neden olabilir. İsrail yanlısı lobi grupları da Ankara'ya karşı sert bir ABD tavrı sergilenmesi için baskı yapacak ve yaptırımlarla tehdit edecektir.

Türkiye'nin tutumundaki değişikliğe (İran'la yakınlaşma ve İsrail'den uzaklaşma) Amerikan yanıtı, Washington'ın bölgedeki etkisini ve istikrarı koruma arzusundan kaynaklanan, iki yönlü ve dikkatlice hesaplanmış bir yaklaşım olacağını göstermektedir ve şu biçimleri alabilir:

a) Baskı ve sembolik yaptırımlar: Bir yandan ABD yönetimi, Türkiye'nin İsrail karşıtı söylemlerini kamuoyu önünde kınayacak ve (Kongre'nin baskısı altında) F-16 uçakları gibi silah anlaşmalarını geciktirmek gibi sembolik cezai tedbirler uygulayabilir.

Bu, İran'a uygulanan yaptırımların etkinliğinin aşınmasını veya Türkiye ile İran'ın Amerikan etkisini önemli ölçüde azaltan bölgesel bir güvenlik sistemi kurma başarısını engelleme amacına hizmet eder.

b) Çevreleme ve stratejik pazarlık: Öte yandan Washington, Türkiye'nin NATO üyesi ve bölgesel stratejisinin vazgeçilmez bir ayağı olduğunu kabul etmektedir. Bu nedenle, Türk-İran yakınlaşması, belirli krizlerde Tahran ile dolaylı bir iletişim kanalı sağlama potansiyeli taşıyor. 

Washington, Ankara'nın İran ile işbirliğini azaltması karşılığında Türkiye üzerindeki baskıyı hafifletmeyi (örneğin F-16 anlaşması gibi) tercih eden bir pazarlık stratejisi izlemektedir.

c) Suriye'deki dengeyi yönetmek: Washington, Türkiye'nin çıkarlarını Washington'la uyumlu hale getirmesi ve aynı zamanda İsrail'in güvenlik endişelerini gidermesi koşuluyla, "yeni Suriye"de önemli bir Türk etkisini korurken, Türk-İsrail gelişmelerini ve anlaşmazlıklarını yönetmeyi hedefliyor.

ABD yönetimi, ikili anlaşmaları teşvik ederek, Suriye'de arzuladığı göreceli istikrarın çökmesini önlemek ve bu dengeyi yönetmek istiyor. Çünkü İsrail'in güvenliğini öncelik olarak görüyor, ancak aynı zamanda Türkiye'yi tamamen kaybetmek de istemiyor.

Sonuç olarak, Amerikan yanıtı, doğrudan bir çatışmayı önlemeyi ve Türk-İsrail güç mücadelesini Amerikan gözetimi altında tutarak başlıca bölgesel hedeflerine (Çin'le yüzleşme) hizmet etmeyi amaçlayan, kendi çıkarları için dengeli bir pozisyondur.

Çeviri: YDH