İsrail’in 'hegemonya manifestosu'nun deşifresi: INSS Memorandum 248

16 Aralık 2025

Analiz, “yönetilebilir kaos”tan “merkezi mühendis”e uzanan İsrail'in 7 Ekim sonrası hegemonya projesinin iç yüzünü deşifre ediyor.

YDH- Yuval Eylon ve Yoel Guzansky tarafından kaleme alınan “Israel in the Red Sea Arena: An Updated Maritime Strategy” (Kızıldeniz Sahasında İsrail: Güncellenmiş Bir Deniz Stratejisi) başlıklı “INSS Memorandum 248”, yüzeyde sıradan bir güvenlik raporu gibi görünüyor. Ancak 80 sayfanın satır aralarında, 7 Ekim sonrası İsrail'in kendini nasıl yeniden icat ettiğinin kodları yatıyor. Bu belge bir tehdit analizinden çok, 'yönetilebilir kaos' üzerinden hiyerarşik bir bölgesel düzen kurgulayan, güvenliği küresel ticaret yollarına genişleten, Filistin'i siyasi varlık olarak silen ve İsrail'i 'çevre devlet'ten 'merkezi mühendis'e yükselten kökten bir jeopolitik manifesto.

YDH tarafından kaleme alınan aşağıdaki analiz, bu sözde strateji raporunun perdesini aralıyor ve altında yatan hegemonya inşası projesinin dilini, çelişkilerini ve tehlikelerini ortaya koyuyor.

***

Bir hegemonya projesinin kodu: “INSS Memorandum 248”in stratejik, politik ve etik deşifresi

İsrail Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü’nün (INSS) “Kızıldeniz’de İsrail: Güncellenmiş Bir Deniz Stratejisi” başlıklı “Memorandum 248”i, yüzeyde teknik bir güvenlik raporu izlenimi veriyor. Ancak 80 sayfanın satır aralarında, 7 Ekim sonrasında İsrail devletinin kendini nasıl yeniden konumlandırmaya çalıştığının stratejik kodları gizli.

Bu belge, Husi [Ensarullah] füze tehdidinden veya denizaltı kablolarının korunmasından çok daha ötesini hedefliyor; doğrudan İsrail’in 7 Ekim 2023 sonrası dünyada kendini nasıl yeniden tanımladığının, bu yeni “merkezi mühendis” kimliğini hangi araçlarla dayattığının ve hangi bedelleri göze aldığının ayrıntılı bir beyannamesini sunuyor.

“Memorandum 248” bir tehdit analizinden öte, “yönetilebilir kaos” üzerinden hiyerarşik bir bölgesel düzen kurgulayan, güvenliği küresel ticaret yollarına genişleten, Filistin’in siyasi varlığını sistematik olarak silen ve İsrail’i “çevre devlet”ten “bölgesel mimar” rolüne taşımayı amaçlayan kapsamlı bir jeopolitik projenin manifestosudur. Bu metin, İsrail güvenlik aklının artık bir “savunma refleksi” olmaktan çıkıp, bütün bir bölgenin mimarisini şekillendirmeye yönelik proaktif bir hegemonya projesine evrildiğinin resmi kaydıdır.

Aşağıdaki analiz, bu sözde strateji raporunun perdesini aralayarak, altında yatan hegemonya inşasının dilini, çelişkilerini ve tehlikelerini ortaya koymayı amaçlıyor.

İnceleme, “Memorandum 248”i dört temel katmanda deşifre edecektir:

1. Zihniyet ve dünya görüşü: Metnin altında yatan, dünyayı “yönetilebilir kaos” olarak gören ve güvenliği sınırsızca genişleten temel varsayımlar.

2. Stratejik mimari: Tehdidin kademeli inşası, diplomasi ile hukukun devre dışı bırakılması ve askeri çözümün “tek makul seçenek” haline getirilmesi süreci.

3. Politik Proje: Hedeflenen hiyerarşik bölgesel düzen, aktörlerin konumlandırılışı ve Filistin’in siyasi varlığının silinmesi operasyonu.

4. Çelişkiler ve kırılganlıklar: Projenin içerdiği, onu uzun vadede kırılgan kılan yapısal zayıflıklar ve dışsal riskler.

BÖLÜM I: ZİHNİYET

“Yönetilebilir Kaos” doktrini ve genişletilmiş güvenlik paradigması

1.1. Kaosu normalleştiriyor ve ona hükmetmeyi vadediyor

INSS, Kızıldeniz analizine, bölgeyi doğası gereği patolojik bir alan olarak tanımlayarak başlıyor. Bölgeden "yönetişim eksikliği, terör örgütlerinin varlığı ve devam eden silahlı çatışmalarla" dolu bir yer olarak bahsediyor (s.15). Bu tasvir tesadüfi değil. Klasik güvenlik raporları istikrar arayışını vurgularken, Memo-248 tam tersini yapıyor: Kaosu, ortadan kaldırılması gereken bir anomali olarak değil, yönetilmesi ve yönlendirilmesi gereken kalıcı bir durum, hatta bir fırsat alanı olarak çerçeveliyor. 

Metnin temel mantığı şu şekilde işliyor: "Bu alan kaotiktir. Bu kaos, İran ve onun vekilleri (Husiler) tarafından beslenmekte ve yönlendirilmektedir. Dolayısıyla, bu kaosu kontrol altına alacak, ona müdahale edecek ve onu kendi çıkarlarımız doğrultusunda şekillendirecek olan biz olmalıyız." Bu, pasif bir savunma pozisyonundan, aktif, müdahaleci bir düzen kuruculuk iddiasına geçişin teorik temelini atıyor.

1.2. Güvenlik kavramını coğrafi sınırlardan kurtarıyor ve küresel bir müdahale iznine dönüştürüyor

INSS, "güvenlik" kavramını geleneksel anlamından kökten soyutluyor ve onu neredeyse sınırsız bir şekilde genişletiyor. Memorandum'da ulusal güvenlik artık şunları kapsıyor:

Küresel Kapitalizmin İşleyişi: "Kızıldeniz, küresel deniz ticaret trafiğinin yaklaşık %17'sini oluşturan bir nakliye arteridir" (s.6). Bu istatistik, İsrail'in ulusal çıkarlarını küresel ticaretin kesintisiz akışıyla doğrudan özdeşleştirmek için kullanılıyor.

Küresel İletişimin Nöral Ağı: "Küresel dijital trafiğin yaklaşık %96'sı"nı taşıyan denizaltı fiber optik kablolarının fiziksel bütünlüğü (s.19), artık klasik anlamda bir altyapı meselesi değil, birinci dereceden ulusal güvenlik meselesi olarak kodlanıyor.

Enerji ve Ticaretin Lojistiği: Eliat Limanı'nın "çok boyutlu bir lojistik merkeze" dönüştürülmesi planı (s.67) ve bu limanın "serbest ticaret bölgesi" haline getirilmesi, güvenliğin ekonomik boyutunu öne çıkarıyor.

Askeri Üstünlüğün Sürekliliği: İsrail Donanması'nın "kıyı savaşı" yeteneklerini geliştirmesi ve "denizden karaya güç projeksiyonu" kapasitesi (s. 70, 75), güvenliğin klasik askeri ayağını oluşturuyor.

Bu genişletmenin somut ve tehlikeli sonucu şudur: İsrail'in "güvenlik çıkarı" artık haritada çizili bir sınırla tanımlanmıyor. Somali açıklarında bir korsanlık olayı, Babülmendep Boğazı'nda bir ticaret gemisine yönelik saldırı veya Aden Körfezi'ndeki bir iletişim kablosuna yönelik fiziksel tehdit, doğrudan İsrail'in ulusal güvenliğine yönelik bir saldırı olarak çerçevelenebiliyor. Bu, coğrafi ve hukuki sınır tanımayan, küresel ölçekte bir müdahale ve askeri varlık gösterme meşruiyeti yaratıyor.

1.3. “Kuşatılmış kale” mitini yıkıyor ve “merkezi mühendis” rolünü biçiyor

İsrail, on yıllardır "düşmanlarla çevrili bir ada" veya "kuşatılmış kale" metaforu üzerinden kendini tanımladı. Memo-248 bu temel öz-anlatıyı tersyüz ediyor. Kızıldeniz, İsrail'in "doğal etki alanının bir uzantısı", İsrail ise bu etki alanının doğal merkezi ve düzenleyicisi olarak konumlandırılıyor. Bu, psikolojik ve stratejik bir devrimdir. İsrail artık tehditlere tepki veren edilgen bir “kurban” değil; kaotik bir ortamda kuralları koyan, tehditleri tanımlayan ve çözümleri dayatan aktif bir mimar, bir "güvenlik mühendisi" olarak yeniden yazılıyor. Belge, İsrail'i Akdeniz'in kıyısına sıkışmış bir devlet olmaktan çıkarıp, Kızıldeniz üzerinden Hint Okyanusu'na uzanan bir hat üzerinde etkin bir yarı-küresel deniz gücü adayı haline getirmeyi amaçlıyor.

BÖLÜM II: STRATEJİK MİMARİ

Tehdit propagandası, hukukun imhası ve askeri normalleşme

2.1. Tehdidi bir propaganda ve meşrulaştırma aracı olarak kademeli inşa ediyor

Belge, "İran düşmandır" gibi basit bir ilanla yetinmiyor. Bunun yerine, okuyucunun zihninde tehdidi, kaçınılmaz ve yakıcı bir gerçeklik haline getirmek için sofistike, beş aşamalı bir inşa süreci işletiyor:

1. Alanı suçluyor (coğrafi belirlenimcilik): Sorunun kökenini siyasete, tarihe veya adaletsizliğe değil, coğrafyaya yüklüyor. "Dar boğazlar", "başarısız devletler", "istikrarsız kıyı şeridi" gibi ifadelerle, çatışmanın kaçınılmaz ve doğal olduğu izlenimini veriyor.

2. Belirsizlik ve kontrol edilemezlik korkusu yayıyor: "Öngörülemez saldırılar", "kontrol edilemeyen aktörler", "asimetrik tehdit" gibi terimleri sıklıkla kullanıyor. Bu dil, klasik caydırıcılık mantığını aşıyor; karşı tarafı rasyonel olmayan, bu nedenle müzakere edilemez ve ancak fiziksel olarak bastırılabilecek bir varlık olarak sunuyor.

3. Somut bir "araç" seçip onu kişiselleştiriyor: Husiler, "İran destekli terör ordusu" olarak öne çıkarılıyor (s.25). Devlet-dışı bir aktörün seçilmesi stratejiktir: Uluslararası hukukta gri alanda kalırlar, devlet statüsünde olmadıkları için müzakere masasına oturtulmaları zordur ve askeri müdahaleyi "terörle mücadele" kisvesi altında kolayca meşrulaştırırlar.

4. Gölgesel bir "merkez" yaratıyor ve tüm tehditleri ona bağlıyor: İran, doğrudan her şeyin faili ilan edilmiyor. Bunun yerine, "Husi vekilleri, istihbarat gemileri... İran'ın Kızıldeniz'deki doğrudan ve dolaylı yerleşimi" (s.24) gibi ifadelerle, tüm tehditlerin arka planına, görünmez ama her yerde hazır bir merkez olarak yerleştiriliyor. Böylece İsrail'in Kızıldeniz'deki her askeri hamlesi, daha geniş bir "İran'la mücadele" çerçevesine oturtulabiliyor.

5. Siyasi ve tarihsel bağlamı tamamen soyutluyor ve siliyor: 7 Ekim 2023 saldırısı ve ardından yaşanan Gazze Savaşı, belgede merkezi bir siyasi gerçeklik, bir dönüm noktası olarak ele alınmıyor. Husilerin saldırıları, "Demir Kılıçlar savaşı bağlamında şiddetlendi" (s. 6) gibi bir cümleyle geçiştiriliyor, soyutlanıyor ve bağlamından koparılıyor. Bu kasıtlı hamle, İsrail'in Kızıldeniz'deki varlık ve müdahale iddiasını, Gazze'deki yıkım, insani kriz ve işgal gerçeğinden tamamen ayırıyor. Meseleyi, soyut, teknik, "apolitik" bir "deniz güvenliği ve özgür seyrüsefer" sorununa indirgiyor.

2.2. Uluslararası hukuk ve diplomasiyi etkisizleştiriyor ve kenara itiyor

Tehdit bu şekilde "mutlak" ve "acil" kılındıktan sonra, “çözüm yolları” sunuluyor. Burada belge, temel meşruiyet kaynaklarını altüst eden kritik bir hamle yapıyor:

Diplomasiyi askıya alıyor ve onu askeri gücün uşağı haline getiriyor: "Bölgesel koordinasyon" ve "uluslararası işbirliği"nden bahsediliyor, ancak bunlar bağımsız çözüm yolları olarak değil, askeri gücü tamamlayan, ona siyasi kılıf giydiren ikincil araçlar olarak sunuluyor. Metnin alt metni nettir: "Diplomasi tek başına bu tür tehditlerle başa çıkamaz; ancak askeri başarıyı pekiştirebilir."

Uluslararası hukuk mekanizmalarını hantal ve gerçekdışı ilan ediyor: Birleşmiş Milletler veya uluslararası hukukun yargısal süreçleri, "hızlı gelişen tehditler" ve "anında müdahale ihtiyacı" karşısında yavaş, bürokratik ve etkisiz kurumlar olarak resmediliyor. Bu, İsrail'in kendi inisiyatifiyle, uluslararası hukukun "yavaş" prosedürlerini beklemeden hareket etmesini tek gerçekçi ve pratik seçenek haline getiriyor.

Uluslararası hukukun temel kavramlarını tamamen görünmez kılıyor: Abluka, işgal, işgal altındaki topraklarda işgalci gücün sorumlulukları, deniz hukuku (UNCLOS), sivillerin korunması gibi kavramlar belgede neredeyse hiç geçmiyor. Bu bir ihmalkârlık değil, bilinçli ve kökten bir reddediş ve susturma stratejisidir. Tartışmanın zeminini, "hukuka uygunluk" kriterinden, "güvenlik zorunluluğu" kriterine kaydırıyor. Hukuk, güvenliğe hizmet ettiği sürece anlamlıdır; aksi takdirde görmezden gelinebilir.

2.3. Kalıcı askeri varlığı ve müdahaleyi "tek rasyonel çözüm" olarak normalleştiriyor

Diğer tüm yollar etkisiz kılındığında, geriye kalan "tek rasyonel seçenek" askeri güç oluyor. Ancak bu da klasik bir savaş ilanı değil:

Geçici değil, kalıcı askeri varlık öngörüyor: Belgede açıkça "kalıcı üs" ifadeleri kullanılmıyor. Ancak "uzun vadeli hazırlık", "sürdürülebilir güvenlik", "operasyonel süreklilik" ve "kapasite inşası" vurguları, geçici olmayan, sürekli bir askeri mevcudiyetin zeminini döşüyor. Tehdit sürekliyse, çözüm de sürekli olmalıdır mantığı işliyor.

Deniz gücünü "en esnek" müdahale aracı olarak öne çıkarıyor: Neden kara veya hava değil de deniz? Çünkü deniz gücü, sınır ihlali ve işgal algısını minimize ediyor, son derece esnek, gerektiğinde görünür veya gizli olabiliyor, ve uluslararası sularda hareket özgürlüğü sağlıyor. İsrail Donanması'nın "Sa’ar 6 sınıfı korvetler" gibi platformlarla (s.70) uzun menzilli operasyon kabiliyetini savunması, İsrail'i "kıyı savunmacısı" olmaktan çıkarıp "açık deniz projeksiyon gücü" yapma projesinin bir parçası.

Uzaktan güç kullanma yeteneğini normalleştiriyor: "Denizden karaya güç projeksiyonu" yeteneklerinin geliştirilmesi (s.75), İsrail'in kendi sınırlarından yüzlerce, hatta binlerce kilometre uzaktaki hedeflere hassas müdahale kapasitesini olağan bir askeri yetenek, hatta bir gereklilik haline getiriyor.

BÖLÜM III: POLİTİK PROJE

Hiyerarşik ittifaklar, teknikleşme ve filistin'in siyasi yok edilişi

3.1. "Çok taraflılık" retoriği altında açık bir hiyerarşi ve bağımlılık zinciri kuruyor

Memo-248, İsrail'i yalnız bir savaşçı olarak göstermek istemiyor. Onu bir işbirliği ağının merkezine yerleştiriyor. Ancak bu işbirliği, eşitler arası bir ortaklık değil, açıkça tanımlanmış, hiyerarşik bir güç ve fonksiyon dağılımı:

İsrail (teknolojik üstünlük sahibi, bilgi üreticisi, koordinatör): "İsrail, bölge ülkeleri için bir 'varlık'tır (asset)." (s.7). Bu anahtar ifade, İsrail'in konumunu özetliyor: Değeri, sahip olduğu teknolojik kapasite (Iron Dome, siber, istihbarat), operasyonel deneyim ve bilgi üretme yeteneğinden geliyor. Bu onu, bilgiyi ve eylem çerçevesini belirleyen, diğerlerine danışmanlık yapan doğal merkez aktör yapıyor.

Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Ürdün (teknik ve lojistik hizmet sağlayıcıları): Bu devletler, kendi bağımsız siyasi iradeleri, kamuoyu baskıları ve tarihsel pozisyonları olan aktörler olarak değil; lojistik üs, finansman kaynağı, altyapı sağlayıcısı ve bölgesel meşruiyet temin edici olarak konumlandırılıyorlar. Örneğin Mısır için "Süveyş Kanalı’nın güvenliğinde sessiz bir ortak" (s.38) denmesi, onun rolünü teknik ve işlevsel bir alana hapsediyor. Normalleşme süreci de bu çerçevede, siyasi bir uzlaşı ve adalet arayışından ziyade, bu teknik işbirliği zemininde ilerleyen bir "pragmatik ortaklık" olarak kurgulanıyor.

ABD (görünmez altyapı, nihai garantör, çatı kurum): ABD, sahnede emir veren bir aktör olarak sunulmuyor. Ancak, İsrail'in 2021'de entegre olduğu ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) şemsiyesi (s.42), tüm bu işbirliğinin askeri ve istihbari altyapısını, çatısını oluşturuyor. ABD, teknoloji transferi, istihbarat paylaşımı, siyasi koruma ve nihai caydırıcılık sağlayarak, bu mimarinin vazgeçilmez arka plan gücü, mühendisi ve garantörü rolünü üstleniyor.

Diğer küresel aktörler (rakip veya ikincil ortaklar): Çin ve Rusya, "istikrar karşıtı eğilimler" sergileyen veya "Batı merkezli uluslararası düzene meydan okuyan" güçler olarak tanımlanıyor (s.43-44). Avrupa ise ekonomik çıkarı olan, askeri angajmandan kaçınan ve dolayısıyla sessiz ve edilgen bir ortak olarak resmediliyor.

3.2. Filistin'in siyasi varlığını ve tarihsel taleplerini sistemli bir şekilde tamamen siliyor

Belgenin en çarpıcı, en anlamlı ve en kasıtlı sessizliği ve silme operasyonu, Filistin ve Filistinlilere yönelik. Filistin halkı, Gazze, Batı Şeria, Doğu Kudüs veya işgal gerçeği, bu kapsamlı güvenlik ve işbirliği mimarisinde tamamen yok, görünmez, dile getirilmemiş. Onlar:

Kendi kaderini tayin hakkı olan bir siyasi özne,

Müzakerenin ve çözümün bir tarafı,

Tarihsel bir haksızlığın ve adalet arayışının sahibi

olarak görülmüyor. Nadiren geçtiklerinde ise sadece "güvenlik riski", "radikalleşme potansiyeli", "insani yardım alıcısı" veya "istikrarsızlık kaynağı" olarak anılıyorlar.

Bu, bir ihmal değil, stratejik ve ideolojik bir silme operasyonudur. Filistin meselesi, kurulmak istenen bu yeni hiyerarşik, askeri-teknik-merkezli, "pragmatik" bölgesel düzenin önündeki en büyük siyasi, ahlaki ve tarihsel engeldir. Onu tartışma dışı bırakmak, görünmez kılmak, İsrail'in Arap rejimleriyle ilişkisini "siyaset-üstü", "tarih-üstü" bir teknik işbirliği ve güvenlik ortaklığı zeminine çekmek için zorunlu bir önkoşuldur. 

INSS, Filistin'i bir "güvenlik dosyasına" indirgeyerek, işgalin kalıcılığını ve Gazze'deki insani felaketi, siyasi bir çözüm gerekliliği olmaktan çıkarıp, sadece yönetilmesi, kontrol altında tutulması ve bastırılması gereken bir "vakaya", bir "güvenlik probleminin semptomu"na dönüştürüyor.

BÖLÜM IV: ÇELİŞKİLER, KIRILGANLIKLAR VE PROJENİN İÇİNDEKİ ÇÖKÜŞ TOHUMLARI

Memo-248, “tutarlı ve güçlü bir stratejik vizyon” sunuyor gibi görünse de kendi içinde barındırdığı derin çelişkiler ve dış dünyanın dinamikleriyle çarpışma riski, onu son derece kırılgan bir proje haline getiriyor.

4.1. İçsel çelişkiler: Projenin kendini tüketme dinamikleri

Sürekli güç ve sürekli yıpranma paradoksu: Strateji, İsrail'in sınırsız bir süre boyunca, aynı anda birden fazla karmaşık cephede (Gazze'de yeniden yapılanma ve kontrol, Lübnan sınırında yüksek gerilim, Kızıldeniz'de sürekli deniz operasyonları, İran'a karşı stratejik mücadele) yüksek düzeyde askeri hazırlık, operasyonel baskı ve toplumsal seferberliği sürdürebileceğini varsayıyor. Bu, İsrail toplumu, ekonomisi ve sosyal dokusu üzerinde önceden tahmin edilemeyecek düzeyde bir yıpranma ve tükenme yükü bindiriyor.

Askeri gücü 'meşruiyet' iddiasının yerine koyma çabası ve bunun iflası: Rapor, İsrail rejiminin uluslararası alandaki temel siyasi ve ahlaki meşruiyet açığını kapatmak yerine, bu açığı askeri kapasite ve teknolojik üstünlük gösterisiyle örtbas etmeye çalışıyor. Hukuki temeli zayıf olan bir varlığın, güç gösterisiyle 'meşru bir aktör' görüntüsü yaratma stratejisini benimsiyor. Ancak bu, kalıcı bir çözüm değil, derinleşen bir krizin ertelenmesidir. Silahlı güce dayalı bir “meşruiyet” performansı, ancak o gücün mutlak üstünlüğü sürdüğü sürece bir illüzyon olarak ayakta kalabilir. Gerçek meşruiyet ise adalet, hukuk ve siyasi rızadan doğar; bunların yokluğunda, ne kadar gelişmiş füze savunma sistemleri kurulursa kurulsun, rejimin uluslararası sistemdeki yalnızlığı ve itibarsızlığı kaçınılmaz olarak derinleşecektir.

ABD'ye Yapısal ve Varoluşsal Bağımlılık: Tüm mimarinin askeri, teknolojik, istihbari ve siyasi altyapısı, ABD'nin değişmez ve koşulsuz desteği varsayımına dayanıyor. ABD iç siyasetindeki köklü bir değişim (yönetim değişikliği, öncelik kayması, içe kapanma eğilimi), kamuoyundaki baskı veya askeri kaynakların Asya-Pasifik'e kaydırılması, bu yapıyı temelinden sarsabilecek bir risk faktörü.

4.2. Dışsal riskler ve kontrol edilemeyen tepkiler:

Direnişin İnsiyatif Alma, Stratejik Derinlik Kazanma ve Projeyi Boşa Çıkarma Dinamiği: Raporun dayattığı bu hegemonya projesi, kaçınılmaz olarak güçlü bir karşı-dirençle çarpışacaktır. “Direniş Ekseni” olarak anılan aktörler, bu askeri ve siyasi kuşatma projesine karşı yalnızca reaktif değil, proaktif ve uyarlanabilir bir mücadele hattı örgütlemektedir.

INSS'nin öngördüğü 'kapasite imhası” yaklaşımı, direnişi merkezsizleştirip dağıtmak bir yana, onu daha derin bir toplumsal köklenmeye, daha esnek operasyonel yöntemlere ve jeopolitik manevra alanlarını genişletmeye zorlayabilir.

Asimetrik mücadele araçları ortadan kalkmaz; aksine, karşı hegemonyanın somut ifadesi olarak daha yaratıcı, daha sürdürülebilir ve meşruiyetini halkların adalet arayışından alan yeni formlar kazanır. Bu proje, direnişi bastırmak şöyle dursun, onun tarihsel iddiasını ve bölgedeki ahlaki pozisyonunu daha da güçlendiren bir katalizör işlevi görebilir.

"Yönetilen kaos"un kontrolden çıkma ve bölgeyi kemiren bir kangrene dönüşme tehlikesi: "Yönetilen kaos" doktrini, bölgede kalıcı bir düşük yoğunluklu çatışma, gerilim ve istikrarsızlık halini norm haline getiriyor. Bu durum, ekonomik kalkınmanın, demokratik kurumların inşasının, sosyal refahın ve nihayetinde her türlü kalıcı barış umudunun önünü tıkıyor. Kaos, yönetilemez bir noktaya varabilir.

Değişen küresel sistemde yalnızlaşma: Belge, esas olarak sorgulanmakta olan Batı-merkezli, güvenlik odaklı eski uluslararası düzene eklemleniyor. Çin'in artan etkisi, Rusya'nın alternatif ittifak arayışları, küresel Güney'de yükselen anti-emperyalist ve adalet talepli söylemler, bu raporun öngördüğü düzeni ve İsrail'in bu düzendeki konumunu tarihsel olarak savunmasız kılıyor.

Ekonomik boyutun gölgede kalışı: "Güvenlik" perdesi arkasındaki neoliberal jandarmalık: Rapor, Eliat'ın bir "serbest ticaret bölgesi" ve "lojistik merkez" olarak geliştirilmesinden bahsederken, projenin ekonomik boyutunu güvenlik retoriğinin gerisine itiyor. Bu hamle, İsrail'in rolünü salt askeri bir güvenden, küresel neoliberal ticaret ağlarının bölgesel jandarmalığı ve altyapı denetçiliğine genişletme niyetini işaret ediyor. Güvenlik, burada sadece devletleri değil, sermaye akışlarının ve tedarik zincirlerinin kesintisiz işleyişini de güvence altına alan bir araç haline geliyor.

Tekno-fetişizm ve şiddetin insansızlaştırılması: Raporun İsrail'i bir "teknolojik varlık" (asset) olarak pazarlaması ve insansız sistemlere yaptığı vurgu, şiddetin doğasını dönüştürmeye yönelik bir stratejiyi ele veriyor. Bu yaklaşım, işgal ve baskı gerçekliğini, "ileri savunma", "siber operasyon" ve "yüksek teknoloji" gibi steril ve teknik bir terminolojinin arkasına saklamaya çalışıyor. Amaç, siyasi bir çatışma ve adaletsizliği, yönetilmesi gereken bir "teknik arıza" veya "sistem optimizasyonu problemi" olarak sunmak. İnsansız dronelar ve siber saldırılar, fiziksel işgalin ve kolektif cezalandırmanın insani yüzünü ve ahlaki yükünü buharlaştırmayı hedefliyor. Bunun, bir “meşruiyet” arayışı olmadığı, meşruiyetsizliğin teknolojik bir sis perdesiyle kamufle edilmesi olduğu görülüyor.

Sonuç Yerine: Bir hegemonya inşasının dilbilgisi ve onun içindeki çatlaklar

INSS Memorandum 248, İsrail'in 7 Ekim sonrasında yaşadığı derin travmayı, jeopolitik bir sıçrama tahtasına, yeni ve iddialı bir hegemonya projesine dönüştürme girişiminin operasyonel kodlarını içeriyor. Bu bir savunma doktrini değil; bir hegemonya inşası projesinin stratejik, politik ve retorik dilbilgisidir.

Belge, İsrail'i bir süper güç olarak değil ama bölgesel ölçekte bir "güvenlik mühendisi", bir "düzen garantörü", bir "teknolojik ve istihbari merkez" olarak tasarlıyor. Bu tasarımı hayata geçirmek için üç temel operasyon yapıyor:

1. Genişletiyor ve askıya alıyor: Güvenlik kavramını genişleterek sınırsız müdahale hakkı yaratıyor; uluslararası hukuku askıya alıyor.

2. İnşa ediyor ve siliyor: Tehdidi kademeli olarak inşa ediyor; siyasi bağlamı ve Filistin'in siyasi varlığını sistematik olarak siliyor.

3. Konumlandırıyor ve hiyerarşileştiriyor: Kendini hiyerarşik bir işbirliği ağının merkezine konumlandırıyor; diğer aktörleri teknik işlevlerle sınırlandırıyor.

Ancak bu iddialı proje, kendi içindeki çelişkileri ve dış dünyanın direncini hafife alıyor. "Daha fazla güvenlik için daha fazla kontrol, daha fazla kontrol için daha fazla askeri güç, daha fazla askeri güç için daha fazla tehdit algısı üretme" şeklinde özetlenebilecek ölümcül bir sarmala işaret ediyor.

INSS'nin Kızıldeniz vizyonu, bu nedenle, sadece İsrail'in gücünü değil, aynı zamanda derin bir varoluşsal ikilemini ve stratejik kırılganlığını da yansıtıyor: Mutlak güvenlik arayışının, kaçınılmaz olarak mutlak bir güvensizlik, sürekli savaş hali ve nihai yalnızlaşma tuzağına dönüşme riski.

Bu belge, bu nedenle, sadece Kızıldeniz'in geleceğini değil, İsrail devletinin 21. yüzyılın geri kalanında nasıl bir varlık olmayı seçtiğini ve bu seçimin Ortadoğu'yu nasıl bir girdaba sürükleyebileceğini anlamak isteyen herkes için vazgeçilmez ve ürkütücü bir okumadır.