
YDH- El-Diyar'dan Nebih el-Berci, Hizbullah’ın mezhepçi nefret propagandalarının aksine, mezhepçi şiddet ve vahşetle anılan diğer milislerden farklı bir duruş sergilediğini vurgulayarak Parti'nin Lübnan’ın ve bölgenin özgürleşmesinde merkezi bir rol oynadığını ve dış güçlerin Hizbullah karşıtı söylemlerle Lübnan toplumunu manipüle ettiğini belirtiyor.
Nefret ideolojisinin yayılmasını engellemek ve Lübnan’daki ilişkilerin yapıcı ve olumlu olmasını savunmak için, iç tehditlerin dış tehditlerden çok daha tehlikeli hale geldiği bu dönemde, bazı siyasi partilere ve medya temsilcilerine (özellikle David Schenker’in sık sık yaptığı düşmanca röportajlara dikkat edin) şunu net olarak söylemek istiyoruz: Hizbullah, başka bir dini gruba ait insanların mezarlarını kazıp kemiklerini ağaçlara asmamıştır. Bu durum, bir korku filmi sahnesi gibi değil; çünkü geçen sabah, genç birinin bana “Mezarlarını kazdık!” diye övündüğünü bizzat duydum.
Parti, kimsenin kafasını baltayla kesip “bu pislikten kurtulduk” diye övünmedi, rakiplerinin kafataslarını toplayıp bir sebze arabasına yükleyerek mahalle mahalle dolaşıp “Kim kafatası almak ister?” diye sormadı. İç savaş döneminde, dini sloganlar ve ritüeller arkasına saklanarak, Lübnan ve Filistin’deki bazı milisler akıl almaz vahşetlere imza attı.
Peki, Hizbullah, İsrail işgalinin yararına korkunç eylemler yapan “Güney Lübnan Ordusu” milislerinin üyeleriyle ilişkilerinde bile, Fransızların Nazi işgali sırasında işbirliği yapanlara nasıl davrandığını düşünürsek, böyle barbarca davranışlarda bulundu mu?
Parti siyasi veya askeri hatalar yapmış olabilir; ötekiler Ariel Şaron’un tanklarına çiçekler yağdırırken, o Parti kendi oğullarının kanıyla Güney’i özgürleştiren Parti'ydi. Yine de, diğer hiçbir partiye benzemeyen bir şekilde, sadece o ve destekçileri böylesine büyük acılara katlandı ve katlanmaya devam ediyor.
Buna rağmen, ona yöneltilen bu siyasi ve mezhepsel nefret seline şaşırıyoruz. Bu yönde iten dış güçlerin olduğunu ve bazı parti liderlerinin altın paraların şıkırtısına ne denli hevesli olduklarını biliyoruz; bu da onları tahtlarında tutan şeydir: Daha doğrusu, Lübnan’ı ve Lübnan halkını harap eden yıkıcı bir mezhepsel ve siyasi manipülasyon sürecine maruz kalan halkın sırtında kalmalarını sağlayan şey.
“Beşar Esed Suriye’den çekildi ve İran’ın kontrolüne geri döndü; bu yüzden tüm izleri silinmeli” diyen parti lideri... Peki, bunu nasıl yapacaklar? Hizbullah’ı ve onun destekçilerini Lübnan haritasından silerek ülkeyi kurtarmak mı tek çözüm? Küllerinden yeniden doğan anka kuşu böyle mi doğar? Kanla temizlenmek gibi bir işaret hiç yok...
Siyasi anlaşmazlıklar, tüm ülkelerde olduğu gibi normaldir. Bunlar, anlık öfke veya sokak şiddeti değil, çıkar çatışmaları ya da politika farklarıdır. Ancak mezhepçi kışkırtmalar, siyasi sistemin temel yapıtaşlarından biridir; bunlar, ülkeyi yaşatmak ya da zar zor ayakta tutmak yerine, sarayların ve hazinelerin kapılarında yalvarıp yakarmaya zorlayanlardır. Bu kişilerden hiç kimse hapiste değil; sanki Platon’un “Devlet” kitabındaymışız da, çocuk yiyen Afrika lideri Bokassa’nın yönetiminde değilmişiz gibi. Burada sadece insan yiyen yamyamlarla değil, insan kemiklerini yiyen daha tehlikeli düşmanlarla karşı karşıyayız.
Lübnan tehlikede. Suriye’de fraksiyon liderleri açıkça tehdit ediyor: “Sıra size de gelecek çocuklar!”... Bu, sokaklarda ve kamuoyu önünde yaşanıyor.
İsrail ise dikkatle izliyor ve Lübnan devletinin kontrolünü ele geçirmesine engel olan her gücü ortadan kaldırmak için fırsat kolluyor. İçeride, Hizbullah’a karşı sürekli ve sert açıklamalar yapmak, bıçaklar veya son gösterilerde gördüğümüz gibi palalar hazırlamak ve İsrail ya da Suriye’nin harekete geçmesini beklemekten başka ne anlama geliyor? Tüm bu hazırlıklar intihar değil mi?
Böyle bir durumda, bir milyondan fazla Lübnanlı hayatını herhangi bir zorbanın ya da celladın insafına mı bırakacak? Hizbullah duruşunu net şekilde açıkladı: “Savaş ve barış kararı devlete aittir.” Teslim olma kararı ise devlete ait değildir.
Bizce Cumhurbaşkanı Jozef Aun'un görüşü de buna paraleldir; barış, teslim olmak demek değildir. Bu anlayış askeri kurumdan geliyor ve uzun zamandır, halkın emeğiyle değil, kanıyla yeniden inşa edilen ülkeyi yok etmeye çalışan o acımasız güçlerin planlarını çok iyi kavrıyor.
Peki Lübnan müzakere masasında her şeyi sunarken, İsrail uluslararası anlaşmaları veya kararları hiç dikkate almadan hiçbir şey sunmuyor, bu nasıl mümkün olabilir?
Lübnan ordusu görevini yerine getirdi; ancak İsrail, öldürme ve yıkım politikasından asla vazgeçmedi. İsrail koalisyon liderlerinin amacı, sadece Hizbullah’ı silahsızlandırmak değil; aynı zamanda Lübnan devletinin tarihsel ve stratejik geleceğini kontrol altına almaktır. Donald Trump’ın özel temsilcisi Tom Barrack’ın, zorla silahsızlanmanın mümkün olmadığını açıklamasına sebep olan da direnişin güçlü duruşudur.
Ancak burada dikkat çekici olan, Suriye çevrelerinde dolaşan bir iddiadır: Lübnan’ın tutumu, Şam’ın tavrını etkilemiştir; Şam, HTŞ lideri Colani'nin de belirttiği gibi, Tel Aviv ile bir güvenlik anlaşması ve diğer anlaşmaları imzalamaya oldukça istekliydi.
Beyrut, Netanyahu’nun kontrolünde olmadığı gibi Şam da değildir. Suriye rejiminin, yönetim şekli ve başında kimlerin olduğu göz önüne alındığında, Hizbullah’ı silahsızlandırma bahanesiyle ele geçirme gibi eski bir ayartmaya kapılmak yerine, en azından Lübnan ile aynı diplomatik tarafta yer alması daha iyi olmaz mıydı?
Gerek açıkça gerekse kapalı kapılar ardında söylenenler, Barrack ve diğerlerinin söylediklerini dikkate aldığımızda, Lübnan’ın müzakerelere eli boş gittiği iddiasının yanlışlığını ortaya koymaktadır. Hizbullah, Lübnan’ı koruduğunda Suriye’yi de koruyor: İşlerin mantığı da budur, gücü de budur...
Çeviri: YDH