
YDH - Shaoxing Üniversitesi'nde Çin-Ortadoğu Merkezi Başkanı Fan Hongda, Gazze savaşı ve 12 Gün Savaşı gibi gelişmelerin ardından İran'ın zayıflayan bölgesel konumunu ve Çin ile yakınlaşma arayışını ele alıyor. İran, iç ve dış baskılar altında stratejik bir çıkış yolu olarak Pekin ile ilişkilerini derinleştirmek istese de, Çin tarafı yaptırımlar, İran'ın iç istikrarsızlığı ve net bir stratejiden yoksun olması nedeniyle bu yakınlaşmaya temkinli yaklaşıyor. Fan, Çin'in İran'ı hâlâ vazgeçilmez bir bölgesel güç olarak gördüğünü, ancak kapsamlı bir iş birliğinin ve askeri ortaklığın ancak yaptırımların kalkması ve İran'ın istikrarlı bir kalkınma yoluna girmesiyle mümkün olabileceğini vurguluyor.
Gazze-İsrail savaşının 7 Ekim 2023’te patlak vermesinden bu yana Orta Doğu’daki jeopolitik manzara önemli değişimler geçirdi. İran, en azından şimdilik, kendini zorlu bir konumda buluyor.
Tahran’ın on yıllardır desteklediği "Direniş Ekseni" çöküyor gibi görünüyor; dahası İran, bizzat İsrail ve ABD’nin doğrudan askeri saldırılarına maruz kalarak bölgesel stratejik konumunda ciddi bir sarsıntı yaşadı.
Bu koşullar altında, İran’ın Çin ile işbirliği yapma isteği gözle görülür şekilde arttı.
Elbette İran ile işbirliği Çin’in yararına olabilir. Çin ve İran arasındaki ikili ilişkileri daha da derinleştirmek için hâlâ bir alan mevcut.
İsrail’in 13 Haziran’da İran’a karşı bir savaş başlatmasından ve özellikle ABD’nin 22 Haziran’da İran’ın nükleer tesislerini bombalamasından bu yana, İran içinde, bilhassa halk arasında çatışmanın tırmanmasına dair endişeler artarken, ülkenin bu savaşı önemli bir dönüşüm fırsatı olarak kullanabileceğine dair umutlar da yeşerdi.
Ancak karar alıcılar henüz kayda değer bir reformu hayata geçirmediği için İran halkı hayal kırıklığına uğradı.
Örneğin, Tahran gibi büyük şehirlerde daha fazla kadın başörtüsü takmamayı tercih etse de, 2022’de İran’da yoğun toplumsal huzursuzluklara yol açan başörtüsü gibi kadın kıyafetlerine ilişkin meseleler, yakın zamanda sona eren Kiş Adası maratonunu çevreleyen ciddi tartışmaların da yansıttığı üzere, son derece hassas olmaya devam ediyor.
Göz ardı edilemeyecek bir diğer gerçek de İran içindeki siyasi mücadelelerin daha da şiddetlenmiş olmasıdır. İran Cumhurbaşkanı Mesud Pizişkiyan tarafından temsil edilen reform yanlısı güçler, İsrail ile yaşanan 12 Gün Savaşı nedeniyle iç durumlarında herhangi bir iyileşme göremedi.
Çekirdek iktidarı elinde bulundurmayan reformistlerin hâlâ idealleri var ancak bunları pratiğe dökemiyorlar. Bununla birlikte, gerçek gücü elinde tutan muhafazakârların giderek artan güçlü bir halk öfkesiyle karşı karşıya olduğu da aşikâr.
İsrail ve ABD’nin İran üzerindeki süregelen baskısı ve hatta bir sonraki savaş ihtimali göz önüne alındığında, muhafazakârlar ülkelerinin ve hatta kendilerinin geleceğini düşünmek zorunda. İç siyasi çekişmeler ve toplumsal bölünmeler, İran’ın yaşadığı zorlukları daha da derinleştirdi.
Dış bir perspektiften bakıldığında, Hamas, Hizbullah ve Suriye’deki eski Esed hükümeti gibi çevre güçlerin işbirliği ve desteği olmadan, buna bir de İsrail ve ABD’nin doğrudan askeri saldırılarının yarattığı caydırıcılık eklenince, İran’ın bölgesel etkisi önemli ölçüde azaldı. Jeopolitik konumu yükselen İsrail, İran’a karşı daha büyük bir psikolojik üstünlük elde etti.
12 Gün Savaşı’nın ardından İranlılar genel olarak ABD ile İran arasındaki müzakerelerin, İsrail’in savaş başlatması için sadece bir kılıf olduğuna inanıyor ve bu durum İran’ın ABD’ye duyduğu güvensizliği daha da pekiştiriyor. Aynı zamanda, İran’ın Çin ile işbirliğini derinleştirme isteği de artış gösterdi.
Aslında, 12 Gün Savaşı hâlâ devam ederken İran içinde Çin ile askeri işbirliğini güçlendirme, özellikle de Çin menşeli askeri teçhizat ve silah tedarik etme yönünde çağrılar yapıldı.
Savaş sırasında ve sonrasında, Çin’in İran’a silah tedarik ettiğine dair söylentiler, kısmen İranlı yetkililer ve devlet medyası tarafından da körüklenerek uluslararası kamuoyunda geniş yankı buldu.
Milli savunma yapılanmasını güçlendirmenin İranlı karar alıcılar için şu anda en büyük öncelik olduğu aşikar.
Rusya, İran’a vaat edilen silahları ve savunma teçhizatını sağlayamadığında, Pakistan-Hindistan çatışmasında öne çıkan Çin savaş uçakları ve Çin’in hava savunma ekipmanları İran’ın arzuladığı hedefler haline geldi.
Geçtiğimiz altı ayda, birçok ana akım İran medya kuruluşu bana, esas olarak İran-Çin ilişkilerinin nasıl derinleştirilebileceği üzerine röportaj talepleri gönderdi.
12 Gün Savaşı’ndan önce bir İran medya organı, İran, Rusya ve Çin arasında üçlü bir "ittifak" vurgusu yapıyordu ki bu benim paylaşmadığım bir yorumdur.
İran medyasının bir diğer odak noktası ise uluslararası yaptırımların Çin’in İran ile etkileşimlerini nasıl etkilediği.
Yaptırımlar kesinlikle Çin ve İran arasındaki ilişkiyi kısıtlayan temel bir faktör ancak tek faktör değil. Benim bu görüşüm, Tahran’ın Çin politikasının sorunlu olduğuna inanan bazı İranlı akademisyenler de dâhil olmak üzere İranlılar tarafından giderek daha fazla kabul görüyor.
Uzun süredir İran-Çin ilişkilerine odaklanan İranlı uzman Hüseyin Kahiri, yakın zamanda yaptığı bir açıklamada, yaptırımların yanı sıra bu ikili ilişkinin önündeki temel zorluğun İran’ın net mekanizmalara ve gerekli siyasi iradeye sahip olmaması olduğunu ifade etti.
Kahiri, İran’ın Çin’in stratejik öncelikleriyle uyumlu hareket etmediğini, buna karşın Çin’den gerçekçi olmayan beklentiler içine girdiğini düşünüyor.
Ayrıca İran’ın şu ana kadar Çin ile ilişkileri konusunda ne kapsamlı bir stratejisi ne de uzun vadeli bir planı olduğuna inanıyor. Çin’in yardımının yeterli olmadığını sıklıkla eleştiren İranlıların aksine Kahiri, İran’ın kendi kötü yönetiminin Çin’in yeni yardımlar sağlama konusundaki isteksizliğine yol açtığı görüşünde.
Kahiri, "Henüz yarısını bile kullanamadık; yine de Çin’in daha fazla finansman sağlamamasından memnuniyetsizlik duyuyoruz" dedi. Bu tür görüşler bugün İran’da daha fazla kabul görüyor.
Şu anda İran, Çin ile ikili ilişkilerini daha da derinleştirmeye istekli ve bu kesinlikle Çin için iyi bir şey.
Ne de olsa İran’ın gücü ve etkisi ne kadar zayıflarsa zayıflasın, Orta Doğu’da, özellikle de Batı Asya’da bir güç olmayı sürdürüyor ve bölgedeki her türlü barış ve siyasi düzenlemede vazgeçilmez bir rol oynuyor.
Sadece Washington’a bel bağlayan eski bir dış politikanın bedellerinin ağırlığını hisseden Tahran, artık daha çeşitlendirilmiş bir diplomasiye yöneliyor.
ABD gibi Batılı ülkelerle ilişkilerini düzeltse bile İran, Çin ile işbirliğinden kolay kolay vazgeçmeyecektir.
Ancak Çin için İran ile işbirliğini derinleştirmek hâlâ bazı pratik zorluklarla karşı karşıya. Birincisi, yaptırımlar Çin’in güçlü şirketlerinin ve işletmelerinin İran ile iş yapmasının önündeki en büyük engel olmaya devam ediyor.
İkincisi, İran’ın yatırım ve ticaret ortamı da Çin’in hevesi ve istekliliği üzerinde bazı olumsuz etkiler yarattı. Özellikle İran’daki yatırım ortamının iyileştirilmesi gerekiyor.
Üçüncüsü, İran’ın geleceğindeki belirsizlik de Çin’e bu ülkeye karşı temkinli yaklaşması gerektiğini hatırlatıyor.
İranlıların kendileri bile ülkelerinin geleceğinin nasıl olacağını kestiremezken, yabancı bir ülkenin bu konuda daha da belirsiz olması, Çin’in İran ile etkileşime girme isteğini şüphesiz sınırlayacaktır.
Pekin’in, İran’a uygulanan yaptırımların yakında kaldırılabileceğini umduğuna ve bu amaçla çalışmaya istekli olduğuna inanıyorum.
Çin ayrıca İran’ın çalkantılı bir şekilde radikal değişimler geçirmesini istemiyor. İran sağlıklı bir kalkınma yoluna girdiğinde ve yaptırımlar azaltıldığında veya kaldırıldığında, Çin İran ile kapsamlı bir işbirliğine girişmeye çalışacaktır.
İki ülke arasındaki stratejik karşılıklı güven tatmin edici düzeye ulaşırsa, askeri alanda işbirliği de mümkün olabilir.
Çeviri: YDH