
YDH- El-Meyadin'deki analiz, ABD Başkanı Donald Trump’ın 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesini ve bu belge bağlamında ABD’nin Orta Doğu’ya, özellikle İran’a yönelik politikalarını tartışıyor. Analiz, İsrail’de sağ kanadın İran’a karşı daha agresif politikalar izlemek istediğini ve bu durumun ABD’nin bölgedeki tutumuna etkisini değerlendiriyor.
ABD Başkanı Donald Trump'ın bu ayın ilk haftasında Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesini açıklamasıyla birlikte, yeni stratejinin yalnızca geleneksel öncelikleri yeniden düzenlemekle kalmayıp, Washington’ın doğrudan çıkarlarına hizmet edecek şekilde uluslararası etki haritasını yeniden şekillendirmeye yönelik daha geniş bir girişim olduğu açıkça ortaya çıktı.
Analizlerin çoğu göç, uyuşturucu kaçakçılığı çeteleriyle mücadele ve Batı askeri ittifaklarıyla ilgili düzenlemelere odaklanmış olsa da, İran sorunu kamuoyunda nispeten göz ardı edilmesine rağmen belgede önemli bir yer tutuyor.
Ortadoğu’ya olan Amerikan ilgisinin azaldığına dair açık bir göndermeye rağmen, İran’la başa çıkmak ve İsrail’in güvenliğini sağlamak, Amerika’nın bölgeye yönelik vizyonunun merkezinde yer almaya devam ediyor.
Belgeyle ilgili tartışma ve analizlerin ana noktaları üç temel başlık altında özetlenebilir:
Birincisi, özellikle kitlesel göçü kısıtlamak, uluslararası suç örgütleriyle mücadele etmek ve kıtayı Amerikan çıkarlarına hizmet eden kapalı bir güvenlik ve ekonomik alana dönüştürmek amacıyla Güney Amerika kıtasına odaklanıyor.
İkinci olarak, Rusya'nın tehditlerin ön saflarında yer almaması, savunma harcamalarını GSYİH’nin %5’ine çıkarmaları istenen NATO liderlerinin beklentilerine aykırı olsa da belge daha da ileri giderek, Avrupa’daki sağcı eğilimleri ve bunların göçten kaynaklanan demografik değişimlerle “Batı medeniyetini” korumadaki rollerini övüyor.
Üçüncüsü, mevcut tüm araçlarla Çin’i ekonomik olarak hedef almak, aynı zamanda Tayvan konusunda olası bir çatışmayı caydırmada askeri rolü vurgulamak ve yıllık küresel deniz trafiğinin yaklaşık üçte birinin geçtiği Güney Çin Denizi’ndeki Amerikan çıkarlarını güvence altına almak; ayrıca Japonya ve Güney Kore ile işbirliğini genişletmek.
Trump’ın belgesinin merkezinde İran meselesi de yer alıyordu ancak bu konu medyada yeterince ilgi görmedi.
Batılı siyasi analistler Avrupa ve Batı Yarımküre ile ilgili konulara yoğunlaşırken, Arap düzeyinde ise İran’ın bölgesel konumu ya da Amerikan stratejisindeki önemi kasıtlı olarak ihmal edildi.
Belgenin girişinde, “Sevgili Amerikan Vatandaşları” konuşmasından sadece birkaç satır sonra, Trump dokuz gün boyunca İran füzelerine maruz kalan İsrail’i desteklemek amacıyla, 22 Haziran 2025 sabahı şafak vakti İran nükleer tesislerini hedef alan askeri operasyon olan Gece Yarısı Çekiç Operasyonu’na atıfta bulunuyor.
Belgenin 27. ve 28. sayfalarında belirtildiği üzere, bu operasyon Trump ve danışmanlarının ABD ordusunun “başarılarını” göstermek için kullandığı tek askeri örnek olması açısından dikkat çekici ve Amerika’nın Orta Doğu’ya yaklaşımını anlamak bakımından büyük önem taşıyor.
Orta Doğu, petrol bağımlılığı ve Soğuk Savaş döneminde Doğu ile Batı blokları arasında bir savaş alanı olması nedeniyle uzun süredir ABD dış politikasının merkezinde yer alıyor. Ancak yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, bu gerçekliğin önemli ölçüde değiştiğini öne sürdü.
Belgeye göre, “Orta Doğu’nun Amerikan dış politikasına hakim olduğu dönem şükürler olsun ki sona erdi” ve bunun iki ana nedeni var:
İlk neden, küresel enerji piyasasındaki radikal dönüşümdür. ABD petrol üretimi, 2010 öncesinde günde yaklaşık 5-6 milyon varilden, 2025’te günde 18 ila 20 milyon varile yükselerek dünyanın en büyük petrol üreticisi ve net enerji ihracatçısı konumuna gelmiştir.
Şist petrolünün yükselişiyle eski denklemler değişmiş; bir zamanlar petrol ihtiyacının %60-65’ini çoğunlukla Orta Doğu ve Venezuela’dan ithal eden Washington, artık Avrupa’ya petrol ihraç etmektedir.
Bu bağlamda Trump, Orta Doğu petrolüne olan bağımlılığın azalmasının bölgenin stratejik öneminin azalmasını haklı çıkardığını savunmaktadır.
İkinci neden ise Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından ABD’nin uluslararası rekabet haritasındaki konumu ve Ortadoğu’da açık bir avantaja sahip olduğu hissine dayanıyor.
Belgede açıkça belirtilmemekle birlikte, ABD yönetimi özellikle bölgede Rusya’nın — ve muhtemelen Çin’in — en önemli müttefiki olarak kabul edilen Suriye’deki Esed hükümetinin düşüşünden sonra bugün açık bir avantaja sahip olduğunu düşünüyor.
Gelgelelim, Ortadoğu’nun öneminde yaşanan bu göreceli düşüşe rağmen, İran Trump yönetiminin stratejik düşüncesinde merkezi bir konu olmaya devam ediyor. Belgeye göre İran, “bölgedeki en istikrarsızlaştırıcı güç,” ABD politikalarıyla aynı çizgide olmayan tek bölgesel aktör ve Washington’ın küresel düzeni tasarlama ve yönetme projesini tehdit edebilecek güç olarak algılanıyor.
Bu görüş, “İsrail”in güvenliğini garanti altına alma ve onu ideolojik ya da askeri olarak tehdit eden her şeyle mücadele etme konusundaki mutlak Amerikan kararlılığında, Direniş Ekseni'ne doğrudan atıfta bulunarak açıkça kendini gösteriyor.
Daha genel anlamda, Donald Trump’ın uluslararası politika vizyonu ikili bir pragmatik yaklaşımı yansıtmaktadır: Bir yandan Amerikan küresel hegemonyasını korumaya çalışırken, diğer yandan ABD’nin ekonomik kaynaklarını zorlayacak uzun vadeli taahhütlerden veya maliyetli savaşlardan kaçınmaktadır. Bu çerçevede temel amaç, en düşük maliyetle Amerikan etkisini en üst düzeye çıkarmaktır.
Bu bakış açısıyla Trump, 1970 ile 2005 yılları arasında bölgenin küresel petrol üretiminin %35 ila %42’sini sağladığı döneme kıyasla, küresel enerji piyasalarında yaşanan yapısal dönüşümler ve ABD’nin uluslararası rakiplerinin bölgedeki göreceli ağırlığındaki düşüş ışığında, Orta Doğu’nun artık Amerikan öncelik listesinde aynı konumda olmadığını değerlendiriyor.
Ancak bu değişim, Orta Doğu’nun Amerikan hesaplamalarında artık bir tehdit olmadığı anlamına gelmez; Ulusal Güvenlik Belgesi, Washington’ın hayati çıkarlarının Körfez’deki enerji kaynaklarının “düşman güçlerin” eline geçmesini engellemeyi gerektirdiğini teyit ederken, Hürmüz Boğazı’nın açık tutulmasının ve Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğünün sağlanmasının önemini vurgulamaktadır. Bu durum, doğrudan Tahran ve Sana’a’ya bir gönderme niteliğindedir.
Bu bağlamda Donald Trump, bölgesel dengeleri yeniden kurabilecek bir aktör olarak kendini gösteriyor ve iki ay önce Şarm el-Şeyh barış konferansında Arap dünyasını birleştirme rolünden gururla bahsediyor.
İsrail-Filistin çatışmasının karmaşıklığını kabul ediyor olmakla birlikte, söylemi Gazze Şeridi’nde ateşkes sağlanması ve İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasına katkıda bulunulması gibi acil kazanımlara odaklanıyor. Ancak bu söylem, daha geniş güvenlik boyutundan ayrı tutulamıyor; zira Trump, ABD’nin Hamas destekçilerini zayıflatmadaki “başarısı” olarak nitelendirdiği şeyle övünüyor.
Bu, dolaylı olarak Sana’a’dan Beyrut’a kadar çeşitli direniş alanlarını hedef alan ve Aksa Tufanı'nı takiben İsrail’in saldırganlığının başlamasından bu yana Filistinli grupları desteklemeye devam eden ortak Amerikan-İsrail operasyonlarına bir göndermede bulunuyor.
Esasen Trump, 12 Aralık 2025 tarihli açıklamasında bu yaklaşımı yeniden teyit ederek “İran etkili bir şekilde etkisiz hale getirilmemiş olsaydı, bölge ülkeleri Şarm el-Şeyh anlaşmasına varamazlardı” diyor.
Bu açıklama, 13 Ekim 2025’te İsrail’e giderken uçakta söylediği, “İran’ı zayıflatmanın Hamas’ı taviz vermeye daha istekli hale getirdiği” görüşünü hatırlatıyor. 7 Ekim’den sonraki gelişmeler ışığında Trump, İran’ın bölgeyi etkileme gücünü küçümsemeye çalışıyor olsa da, Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinin tamamı bunun aksini gösteriyor.
Bu belge de en nihayetinde, İran’ın Amerikan hesaplamalarında önemli bir faktör olmaya devam ettiğini ve Orta Doğu’ya olan Amerikan ilgisinin azaldığı yönündeki söylemlerin, bölgeye yönelik Amerikan stratejisinde merkezi bir konumda bulunan Tahran’ı zayıflatma arzusunun azaldığını yansıtmadığını teyit etti.
Ulusal Güvenlik Belgesi, Trump yönetiminin İsrail ile Arap ve İslam devletleri arasındaki normalleşme anlaşmalarını genişletme niyetini ortaya koyuyor ve bu anlaşmaları bölgesel ilişkilerde yapısal değişiklik sağlamak için bir araç olarak görüyor. Trump, daha önce İbrahim Anlaşmaları’nın diğer Arap ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletilmesini beklediğini ifade ediyor ve bunu bölgede “kalıcı barışın kurulması” olarak adlandırdığı şeyin temel taşı olarak değerlendiriyor.
Normalleşmeye odaklanmanın nedeni, İsrail ile çeşitli Arap devletleri arasında ortak çıkarlar ağı oluşturmanın İran etkisini sınırlamanın en etkili yolu olarak görülüyor olmasıdır. Bu bağlamda Trump, belgede Körfez rejimlerinin aşırıcılıkla mücadeledeki rollerini övüyor ve onlara baskı uygulayan ABD politikalarına son verme sözü vererek bu rejimlerin güvenini kazanmaya özen gösteriyor.
Başka bir ifadeyle, Trump Arap Yarımadası’ndaki yönetici ailelere doğrudan bir güvence mesajı gönderiyor: Yönetimin, rejimlerinin istikrarını destekleyecek ve demokrasi, insan hakları ile modern değerler söylemiyle ilişkili baskılardan vazgeçeceğini belirtiyor. Hatta daha ileri giderek, “bölgeyi, liderlerini ve devletlerini oldukları gibi kabul edeceğini” taahhüt ediyor.
Aynı bağlamda, belge Türkiye’nin İsrail ve bazı Arap ülkeleriyle koordinasyon içinde Suriye’nin istikrarına katkıda bulunma ve krizlerin, potansiyel sorunların daha da kötüleşmesini önleme rolünü vurgulayarak Türkiye’ye yönelik olumlu bir Amerikan mesajı taşıyor.
Ancak yukarıdakilerin tümü, “ortak çıkar alanlarında işbirliği” şartına bağlı kalıyor; bu da şu şekilde anlaşılıyor:
a) Normalizasyonun “İsrail” ile genişletilmesi;
b) Petrol ve doğalgazdan çok daha geniş sektörleri kapsayan, nükleer enerji, yapay zeka ve savunma teknolojileri gibi alanlarda daha fazla Amerikan yatırımının önünün açılması.
Bu ekonomik iş birliği, Afrika gibi dünyanın diğer bölgelerine bir köprü görevi görebiliyor. Trump, Çin ile ilgili bölümde, Mayıs 2025’te Körfez ülkelerine yaptığı ziyaretten ve Pekin ile yaşanan ticaret ve sanayi çatışması bağlamında, çok önemli bir kazanım olarak değerlendirdiği üstün Amerikan teknolojisine desteklerini nasıl sağladığından bahsediyor.
Sonuç olarak, Donald Trump tarafından yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, Amerika’nın Orta Doğu’ya olan ilgisinin azalmasına dair söylemlerin bölgeden stratejik bir geri çekilme anlamına gelmediğini, aksine etki önceliklerinin ve araçlarının yeniden tanımlanmasını yansıttığını ortaya koyuyor.
ABD artık Orta Doğu’yu vazgeçilmez bir petrol gücü merkezi olarak görmüyor; ancak yine de uluslararası güç dengeleri için hassas bir alan ve Amerikan çerçevesinin dışındaki karşıt güçler tarafından yeniden şekillendirilemeyecek bir alan olarak değerlendiriyor.
Bu bağlamda İran, Amerikan vizyonunda yalnızca bölgesel bir düşman olarak değil, aynı zamanda Washington’ın bölgeyi mümkün olan en düşük maliyetle yönetme projesini sekteye uğratabilecek tek aktör olarak da merkezi bir konumda yer alıyor.
Amerikan bakış açısından İran, yalnızca İsrail’in güvenliğini tehdit etmekle kalmayıp, aynı zamanda seyrüsefer özgürlüğünü, enerji piyasalarının istikrarını ve ABD’nin büyük ölçekli doğrudan askeri müdahale olmadan bölgesel dengeleri koruma yeteneğini de baltalıyor.
Bu Amerikan yaklaşımı, özellikle daha aşırı dindar sağın yükselişiyle birlikte İsrail’deki içsel değişimlerle örtüşüyor; bu kesim artık İran’la olan çatışmayı bölgenin güvenlik manzarasını yeniden şekillendirmek için tarihi bir fırsat olarak görüyor.
Tel Aviv’deki iktidar elitleri, artık çevreleme politikası veya sınırlı saldırılarla yetinmeyip daha agresif bir yaklaşım için bastırıyor ve Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme anının, İran’ın gücünü kırmak ya da radikal şekilde kısıtlamak yoluyla gelmesi gerektiğine inanıyor.
Amerikanın pragmatik vizyonu ile İsrail sağ kanadının çatışmacı vizyonu arasındaki bu yakınlaşma, yaptırımlar, müttefiklerini hedef alma kapsamının genişletilmesi ya da sürekli askeri müdahale tehdidi yoluyla İran’a yönelik baskıyı artırmaya iten bir siyasi ortam yaratıyor.
Bu bağlamda Washington, bu tırmanışın temel amacına hizmet ettiği sürece — yani İran’ın kendi bağımsız çatışma kurallarını dayatabilecek bölgesel bir güç haline gelmesini engellemek olduğu sürece — İsrail’i dizginleme konusunda daha az istekli görünüyor.
Çeviri: YDH