BAE-İsrail, Yemen'de vekâlet savaşına hazırlanıyor

24 Aralık 2025

''Abu Dabi, Tel Aviv açısından kilit bir ortak olarak öne çıkıyor. Tel Aviv, bu aktörleri yeni “İsrail güvenlik doktrini”ne hizmet edecek şekilde yönlendirmeyi gerekli görüyor.''

YDH- El-Ahbar yazarlarından Lokman Abdullah, Yemen sahasının İsrail güvenlik doktrininde geçirdiği niteliksel dönüşümü tartıştığı yazısında, Kızıldeniz–Aden Körfezi–Hint Okyanusu hattının İsrail için jeostratejik bir yaşam hattına dönüşmesine, dolayısıyla Yemen’in artık ikincil bir çevre cephe değil, İsrail’in doğu güvenlik mimarisinin ayrılmaz bir parçası hâline gelmesine odaklanıyor. Abdullah, İsrail karar alıcı çevrelerinin Yemen bağlamında doğrudan ve maliyetli bir askerî müdahaleden bilinçli biçimde kaçındığını, bunun yerine “vekâlet yoluyla kesin zafer” olarak tanımlanan bir stratejik yaklaşımı benimsediğini belirtiyor.

Birleşik Arap Emirlikleri destekli Güney Geçiş Konseyi’nin Yemen’in doğu vilayetlerini kontrol altına almasına yol açan gelişmeler, İsrail’in dikkatinden kaçmadı. İsrail, bu süreci çatışmanın dinamiklerinde yapısal bir değişim olarak değerlendirdiğini ve kendi çıkarlarına hizmet edecek biçimde müdahaleye hazır olduğunu açıkça ortaya koydu.

İsrail, Kızıldeniz ile Hint Okyanusu arasındaki bağlantıyı temsil eden ve ülkenin neredeyse tek doğu geçidi konumunda bulunan Babülmendep Boğazı’nın son derece stratejik öneminin de farkında. Bu nedenle, Ensarullah'ın bu boğazda seyrüsefer açısından bir tehdit oluşturmasını, dolayısıyla deniz ticaretini ve Eylat Limanı’nın güvenliğini tehlikeye atmasını önlemeye yönelik her türlü adımı destekliyor.

Aynı şekilde İsrail, boğazın başta İran olmak üzere rakip aktörlerin elinde stratejik bir pazarlık aracına dönüşmesini engellemeyi de temel bir hedef olarak görmektedir. İsrail ayrıca, Ensarullah’ın göreli bir sakinlik dönemini, özellikle İsrail ana karasını tehdit edebilecek daha gelişmiş silah sistemleri geliştirmek ve İran ile Hizbullah’la ilişkilerini derinleştirmek için kullanmasından endişe duyuyor; Yemen’in kalıcı bir baskı cephesine dönüşmesinden kaygı duyuyor.

İsrail’deki araştırma merkezleri ve karar alıcı çevreler tarafından yapılan çalışmalar, değerlendirmeler ve ortaya konan görüşler, Ensarullah hareketini kontrol altına almak için hava ve deniz saldırılarının artık yeterli olmadığı noktasında büyük ölçüde örtüşüyor. Buna karşılık, kara harekâtının gerekliliği konusunda da giderek belirginleşen bir fikir birliği oluşmaktadır.

Bu harekâtın, Sana’a karşıtı yerel vekil güçlerin saflarını birleştirmeye ve kuzeye doğru ilerleme için bir fırlatma rampası işlevi görecek ortak bir askerî ve siyasi üs kurmaya dayanması öngörülmektedir. Bu yaklaşım, özellikle doğrudan dış müdahalenin maliyetli olacağı ve sonuçlarının öngörülemez nitelik taşıdığı dikkate alındığında önem kazanmaktadır. Bu çerçevede, “vekâlet yoluyla kesin zafer” seçeneği, en güvenli ve en az risk barındıran yol olarak değerlendirilmektedir.

Söz konusu yaklaşıma göre, güney ve batı kıyı bölgeleri fırlatma noktaları ve hazırlık alanları olarak görülürken, kuzey Yemen—özellikle Sana’a ve Sa’de—hareketin asıl ağırlık merkezi olarak tanımlanıyor. Bu bölgenin kontrol altında tutulması, uluslararası seyrüsefer tehdidinin sürmesi, füze ve insansız hava aracı sistemlerinin geliştirilmeye devam edilmesi ve Direniş Ekseni'yle yürütülen çatışma bağlamında İsrail’e yönelik tehdidin kalıcı hâle gelmesi anlamına geliyor.

El-Aksa Tufanı ve onu izleyen destek savaşlarından bu yana İsrail, İran ve müttefikleriyle yüzleşmenin “ortak bir kolektif çıkar” olduğu iddiasıyla, kendisiyle normalleşme sürecine girmiş Körfez ülkelerinin kapasite ve imkânlarından yararlanarak Yemen ile arasındaki coğrafi mesafeyi fiilen kapatmaya çalışmaktadır.

Bu bağlamda Abu Dabi, Tel Aviv açısından kilit bir ortak olarak öne çıktı. Tel Aviv, bu aktörleri yeni “İsrail güvenlik doktrini”ne hizmet edecek şekilde yönlendirmenin, Ensarullah'ın Siyonist varlığın doğu kapısında beliren somut ve kalıcı bir tehdide dönüşmesini engellemek açısından zorunlu olduğuna inanıyor.

Bu nedenle İsrail medyası, BAE ile ittifak hâlindeki yerel vekillerin Yemen’in doğu vilayetleri üzerindeki kontrolünden duyulan memnuniyeti açıkça dile getirmekte; bu durumu, askerî disiplinle karakterize edilen ve stratejik kıyı şeritleri ile adaları kontrol edebilen “istikrarlı” bir güney varlığının güçlendirilmesi için önemli bir fırsat olarak sunmaktadır. Bu kontrolün, doğrudan Abu Dabi yönetimi altında ya da onun aktif desteğiyle sağlanabileceği ifade edilmektedir.

Tel Aviv, söz konusu dönüşümü, İran’ın Arap Denizi ve Aden Körfezi’ndeki nüfuzunu sınırlandırmaya yönelik diplomatik ve güvenlik alanlarında yeni fırsatlar sunan bir gelişme olarak görmektedir. Aynı zamanda bu süreci, Suudi Arabistan’ı hayati ve stratejik derinliğinden yoksun bırakmak, Krallığın Yemen’de tarihsel olarak kendi münhasır nüfuz alanı saydığı en önemli kozlardan birini elinden almak suretiyle Riyad üzerinde baskı kurmak için bir kaldıraç olarak kullanmayı hedeflemektedir.

Bu tablonun, Amerikan yönetimiyle koordinasyon hâlinde yürütülen ve Suudi Arabistan’ın pozisyonunu İsrail’in koşullarına uyarlamayı, nihayetinde de normalleşme sürecine zorlamayı amaçlayan daha geniş kapsamlı bir projenin parçası olduğu görülmektedir.

Geçtiğimiz ağustos ayında Tel Aviv merkezli Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü, İsrail Donanması tersanesinin eski başkanı Yuval Ayalon ile İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi’nin eski üyelerinden Yoel Guzansky tarafından kaleme alınan “Kızıldeniz Arenasında İsrail: Güncellenmiş Bir Denizcilik Stratejisi” başlıklı bir memorandum yayımladı.

Memorandumda, Kızıldeniz yalnızca bir güvenlik alanı olarak değil, “İsrail ulusal güvenliğinin temel sütunlarından biri” olarak ele alınıyor ve bu doğrultuda “uzun vadeli stratejik bir kavramın formüle edilmesi” gereği vurgulanıyor.

Belgede, bölge ülkelerini “İsrail’in güvenlik doktrininde ortak” hâline getirecek kapsamlı bir bölgesel ittifakın kurulması savunulmakta; jeopolitik çıkarların, küresel ekonomik dinamiklerin, büyük güçler arasındaki rekabetin ve alışılmadık güvenlik tehditlerinin kesiştiği bu alanda İsrail’in Kızıldeniz’deki varlığının “stratejik bir değer” olarak kalıcı biçimde tahkim edilmesi gerektiği belirtiliyor.

Çeviri: YDH