
YDH - Tahririye Enstitüsü'nden Xie Xiaorong, Benyamin Netanyahu'nun, İran'ın yıllık 3 bin adedi aşan füze üretim kapasitesini gerekçe göstererek ABD ile ortak bir askeri harekât planlamak üzere Washington'a yapacağı ziyareti ele alıyor. Xie, İsrail'in bu savaş isteğini üç temel nedene dayandırıyor: İsrail'in tarihsel "önleyici saldırı" doktrini, İran'ın askeri gücünün artmasıyla bozulan güç dengesi ve Trump yönetiminin "küresel stratejik geri çekilme" kararı. Sonuç olarak İsrail, İran tehdidini kasten büyüterek ve bölgesel gerilimi tırmandırarak ABD'yi Orta Doğu'da kalmaya zorlamayı ve kendi güvenliğini Amerikan kaynaklarıyla garanti altına almayı hedefliyor.
Amerikan medyasında yer alan haberlere göre 20 Aralık 2025 tarihinde İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, 29 Aralık’tan önce Amerika Birleşik Devletleri’ni ziyaret etme ve Donald Trump ile görüşme niyetini açıkça ilan etti.
İki ülke liderinin, İran’ın balistik füze üretim kapasitesini yeniden inşa etmesinin ve canlandırmasının nasıl engellenebileceği konusunda istişarelerde bulunması planlanıyor.
Mossad ve diğer İsrail istihbarat kurumları tarafından toplanan bilgilere göre, İran balistik füze üretim kapasitesini geri kazanmış durumda ve yıllık üretim hacmi 3 bin adedi aşıyor.
Bu rakam, İsrail’in İran’ın füze kapasitesine dair önceki tahminlerini fersah fersah aşıyor ve İsrail’in İran ile yaşanacak olası bir çatışmada tolere edebileceği eşiği geride bırakıyor.
İsrail’in çıkarlarını koruma doğrultusunda, Netanyahu’nun bu seferki Washington ziyareti, esasen Trump ile eş güdüm sağlama hedefini taşıyor. Amaç, Amerika’nın bu yıl İsrail ile birlikte, İran’ın nükleer tesislerini yok etmeyi hedefleyen "Gece Yarısı Çekici" adlı operasyonel planı hazırlayıp uygulayıp uygulayamayacağını netleştirmek.
Şayet böyle bir operasyon tekrar hayata geçirilirse, İran’ın balistik füze üretim kapasitesinin tamamen yok edilmesi veya en azından, kısa vadede üretim yapamayacak ya da kapasitesini onaramayacak ölçüde ağır bir darbe alması muhtemel.
En azından böyle bir adım, kısa bir süre için de olsa İsrail’in Orta Doğu’daki ulusal güvenliğini garanti altına alabilir.
Netanyahu’nun görüşlerine karşılık olarak, Amerikan medya çevreleri ve kamuoyu genel itibarıyla bu durumun doğrudan Trump yönetiminin ilan ettiği stratejiye dayandığı kanaatinde.
Amerikan ulusal güvenlik belgesinde ortaya konan bu stratejiye göre, Amerika Birleşik Devletleri Orta Doğu da dâhil olmak üzere dünyanın pek çok kriz noktasından stratejik bir geri çekilme gerçekleştirmeyi ve odağını Kuzey Amerika’ya ya da genel olarak Batı Yarımküre’ye çevirmeyi amaçlıyor.
Amerikan stratejisindeki bu büyük değişim, ülkenin dünya genelindeki müttefiklerinde bir kafa karışıklığı yarattı; zira bu ülkeler daha önce tam da Amerika’nın desteğine güvenerek bölgelerinde güç gösterisinde bulunuyor ve üstünlüğü ellerinde tutuyorlardı.
Şimdi Trump net bir taahhüt dahi vermezken, bu müttefikler "Ne yapmalıyız?" sorusuyla karşı karşıya kalmış durumda.
İşte bu yüzden İsrail şu anda derin bir endişe içinde: Amerika’nın "stratejik geri çekilme" olarak adlandırdığı şey ciddi ve gerçek bir karar mı, yoksa sadece siyasi bir taktik ve blöf mü?
Netanyahu, Washington ziyaretiyle bu sorunun yanıtına ulaşmayı umuyor ve İran, bu durumun açıklığa kavuşması için en iyi bahane ve başlangıç noktası sayılıyor.
Bugün, Benyamin Netanyahu’nun İran’a yönelik önleyici bir saldırıyı neden doğal ve kaçınılmaz bir gereklilik olarak gördüğünü inceleyeceğiz. Kanaatimce Netanyahu’nun bu düşünce yapısı temel olarak üç ana faktörden besleniyor:
İlk faktör, İsrail’in geleneksel olarak "saldırıda ön alma" (önleyici vuruş) askeri stratejisine ve düşüncesine bağlı kalmasıdır; bu, ülkenin Orta Doğu’da kuruluşundan bu yana ısrarla vurguladığı bir ilkedir.
Neticede İsrail’in elde ettiği topraklar -başlangıçta sadece kıyılar boyunca uzanan küçük bir şeritten ibaret olan bir toprak parçası- aslında Birleşmiş Milletler mekanizmaları aracılığıyla Britanya’nın sunduğu bir hediyedir.
Ancak İsrail, Orta Doğu’daki çeşitli savaşlara dayanarak adım adım topraklarını genişletti ve bugünkü büyüklüğüne ulaştı.
Bu süreçte İsrail, çevresindeki neredeyse tüm Arap ülkelerini düşmana dönüştürdü ve toprak genişletme süreci aslında diğer Arap milletlerinin mağduriyeti pahasına gerçekleşti.
İşte bu toprak genişletme yöntemi ve İsrail devletinin şekillenme temeli, rejimde çevredeki hiçbir ülkenin "hayırsever" olmadığı ve etraftaki tüm milletlerin Yahudi halkı için potansiyel bir tehdit oluşturduğu zihniyetini yerleştirdi.
Bu nedenle İsrail, önleyici stratejiye başvurarak, kendince tehdit olarak belirlediği düşmanları henüz harekete geçmeden ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Aslında bu yaklaşım, şiddetli bir korku ortamında şekillenen içgüdüsel ve güvenlik odaklı bir tepki olarak görülebilir; zira İsrail, bu toprakların ele geçirilmesinin kökeninin temiz ve meşru olmadığını, kuruluş temellerinin yeterince sağlam olmadığını gayet iyi biliyor. Bu sebeple, içsel korku ve kaygılarını ancak bu tür saldırgan eylemlerle gizleyebiliyor.
İkinci faktör, İran’ın artan gücüne dayanıyor; bu durum İsrail’in artık eskiden olduğu gibi İran’a karşı gerçek ve belirleyici bir tehdit oluşturamamasına yol açtı.
Yılın ilk yarısındaki gelişmelere bakmak yeterli; İsrail ile İran arasında yaşanan 12 günlük savaşta bile, İsrail, Amerika’nın gücüne ve desteğine yaslanmasına rağmen İran’ı eskisi gibi tamamen baskı altına alamadı veya "avucunun içine" alamadı. Aksine, İran füzeleri ve roketleri çeşitli savunma hatlarını aşarak doğrudan İsrail topraklarına isabet etti.
İsrail ile İran arasındaki askeri güç dengesi değişime uğradı. Geçmişte İran, İsrail’in gözünde ve Amerika’nın desteğiyle "aciz bir rakip"ten öteye geçemezken, bugün İran gücünün büyüme ve olgunlaşma evresine ulaştı.
İran artık bir müttefikler ağına sahip ve İsrail’in elindeki pek çok araca o da sahip. Bu durum, İsrail’in kaygı ve endişesini daha da artırdı.
Tel Aviv’in bakış açısına göre, İran’ın askeri kapasitesindeki her artış, İsrail güvenliğine yönelik doğrudan bir tehdit ve bu içsel korku ile öfkeyi dizginlemenin tek yolu önleyici saldırı stratejisine başvurmak.
Bu nedenle Netanyahu’nun İran’a karşı askeri harekât isteği, doğrudan İran’ın güçlenmesiyle bağlantılı. İki taraf arasındaki 12 gün savaşının durması da esasen her iki tarafın füze stoklarının tükenme noktasına gelmesinden kaynaklanıyordu.
Fakat şimdi şartlar değişti; İran yılda 3 binden fazla füze üretiyor ve mevcut kısıtlamalar ile engeller kaldırılırsa bu kapasite daha büyük bir sıçrama yapabilir.
Böyle bir durum İsrail için son derece endişe verici; zira benzer bir savaşın tekrarlanması halinde İsrail’in uğrayacağı hasar, geçmişe kıyasla çok daha ağır olabilir.
Üçüncü ve son faktör, Amerika Birleşik Devletleri’nin stratejik kararıyla ilgili. 5 Aralık’ta Donald Trump, Amerika’nın yeni ulusal güvenlik strateji belgesini onayladı; bu belge açıkça "Küresel Stratejik Geri Çekilme" politikasının uygulanmasını vurguluyor.
Daha önce de belirtildiği gibi, bu geri çekilmenin başlamasıyla İsrail için asıl soru şu: Orta Doğu’daki konumu ne olacak?
Her ne kadar Amerika İsrail’i terk etmeyecek olsa da, Tel Aviv’in Amerikan kaynaklarını ve desteğini sınırsızca kullanmasına eskisi gibi izin vermeyeceği kesin; çünkü Amerika’nın harcamalarının da bir sınırı var.
Bu büyük stratejik değişim çerçevesinde İsrail, Amerika’yı Orta Doğu’da nasıl meşgul tutabileceğinin yollarını arıyor.
Tel Aviv’in bu yoldaki stratejisi, sürekli olarak "İran’ın Orta Doğu’daki Amerikan hegemonyası için temel tehdit olduğu" iddiasını öne çıkarmak ve devamında İran ile gerilimi ve çatışmaları sürekli kışkırtıp tırmandırmaktır.
İsrail, Amerika’nın dikkatini, kaynaklarını ve odağını ancak bu yolla Orta Doğu’da tutabilir ve kenara itilmekten kurtulabilir.
Bu yüzden Netanyahu’nun son Washington ziyaretinin asıl amacı, kriz çıkarmak, gerilimi körüklemek ve Amerika’yı Orta Doğu’da kalmaya zorlamaktan başka bir şey değil.
Çeviri: YDH