Tufan sonrası İsrail: Vuran bir el ve titreyen bir ayak

26 Aralık 2025

"Kendini dayatan sonuç ne hamasi ne de propagandacı: İsrail bugün taktiksel olarak daha tehlikeli ancak stratejik olarak daha zayıf."

YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Muhammed Kereki, 7 Ekim'deki Aksa Tufanı sonrasında Siyonist rejim askeri yıkım kapasitesini korumasına rağmen, stratejik dengelerini yitirdiğini ve caydırıcılığının zedelendiğini vurguluyor. Yedek subay Noam'ın bireysel tükenmişliği üzerinden toplumdaki derin çatlağı ve ekonomik erozyonu resmeden Kereki, İsrail'in "daimi kurban" statüsünden "daimi sanık" konumuna sürüklendiğini ifade ediyor.

Noam, Tel Aviv'de bir ruh sağlığı kliniğinin önündeki uzun kuyrukta bekliyordu. Lübnan'da görev yapmış bir yedek subaydı; elinde soluk renkli plastik bir zarf tutuyordu: Ordudan evraklar ve askeri doktorun net, kısa ve belirsizliğe yer bırakmayan bir notu: "Acil tedavi takibi gerekiyor."

Gözlerini bekleme salonundaki elektronik ekrana dikti, sırasını okudu, sonra sırasından daha ağır gelen şeyi: Beklenen randevu tarihi on bir ay sonraydı.

Akşam, küçük oturma odasında eşiyle oturdu. Konuşma, yüksek sesle telaffuz etmeye cesaret edemedikleri bir karar etrafında dönüyordu: Gitmeli miydiler? Berlin'e mi, Toronto'ya mu? Sadece bir yıl önce bu soru akıllarının ucundan bile geçmezdi.

Noam, miras aldığı o güvenle tekrar ederdi: İsrail güçlü bir devlet, biz yenilmez bir halkız. Ancak küçük ayrıntılar biriktiğinde, en köklü cümleleri bile çürütmeye başlar.

Oğlunun okulunda ciddi öğretmen eksikliği, personel yetersizliğinden kapanan anaokulları, Yüksek Mahkeme etrafında bitmeyen yargı tartışmaları, savaşın dumanına rağmen sokaklara dönen gösteriler ve Tufan şoku ile yarının kaygısı arasında sıkışmış bir toplum.

Noam televizyonu açtı: Gazze'deki yıkım görüntüleri ve "mutlak zafer" nutukları; alttaki haber şeridinde ise kredi notunun düşürülmesi, kapanan şirketler ve yeniden başlayan protestolar akıyordu. Kısa, acı bir gülümsemeyle şöyle dedi: "Her muharebeyi kazanıyoruz... Ama ülkeyi yavaş yavaş kaybediyoruz."

Tel Aviv'deki küçük bir dairede meçhul bir yedek subayın ağzından dökülen bu cümle, çok daha büyük bir soruyu özetliyor: İsrail bugün, Aksa Tufanı operasyonu öncesine kıyasla daha mı zayıf?

Güç şovuna ilk bakışta aldanmak kolay: Bombalayan uçaklar, ilerleyen tanklar, akıllı füzeler ve depolarını hesapsızca açan bir Batı ittifakı... Fakat strateji terazisinde güç, sadece yok etme kapasitesi değildir. Güç; caydırıcılık, heybet, uluslararası meşruiyet, iktisadi temel, toplumsal bütünlük ve siyasi manevra alanının birleşimidir.

Bu ölçüte göre İsrail, Tufan sonrasında farklı bir evreye girdi: Hâlâ güçlü bir ordu, ancak daha zayıf bir devletin içinde işliyor.

Askeri açıdan seferberlik, tecrübe ve Batı savunma sanayisiyle entegrasyon arttı; yıkıcı kapasite zayıflamadı. Fakat asıl hasar "ele" değil, onu saran haleye verildi.

Asla gafil avlanmayan devlet imajı parçalandı; istihbarat kibri, teknolojiye aşırı güven ve hasmın kapasitesini yanlış değerlendirmekten kaynaklanan yapısal bir kusur açığa çıktı.

Sonuç ortada: Daha cüretkâr hasımlar ve daha temkinli müttefikler. Zor kullanma araçları baki, ancak bunların caydırıcılık değeri geriledi.

Siyasi açıdan Batı desteği kesilmedi, hatta pek çok noktada arttı; ancak çerçevesi değişti. Söyleme daha önce merkezi olmayan kavramlar -destek şartları, uluslararası insani hukuk, hesap verebilirlik- girdi. İşler kopma noktasına veya kapsamlı yaptırımlara varmadı ama İsrail, "sabit stratejik varlık" hanesinden "yönetilmesi gereken endişe verici değişken" hanesine taşındı. Silah geliyor, ancak kullanımının meşruiyeti artık garanti değil.

İktisadi açıdan şok derindi. Büyümede yavaşlama, bütçe açığında artış, kredi notunun düşürülmesi ve yatırımcılarda artan tereddüt. 2023'e yüksek bir güvenle giren ekonomi, aylarca süren savaşın ardından kendini uzun vadeli bir askeri ve güvenlik faturasıyla ve sivil faaliyetlerdeki geniş çaplı aksamalarla karşı karşıya buldu.

Askeri güç, onu finanse edecek ve maliyetini taşıyacak bir ekonomik tabana ihtiyaç duyar; bu taban kan kaybetmeye başladığında, kısa vadede ne kadar vahşi görünürse görünsün, güç uzun vadede aşınır.

İçeride ise Tufan'dan önceki yargı krizi, toplumsal sözleşmenin kendisinde daha derin bir krize dönüştü. Toplumsal bölünmeler derinleşti, kurumlara güven zedelendi; eğitim ve ruh sağlığı sistemi kadro kaybediyor.

Noam'ın hikâyesi duygusal bir ayrıntı değil, devletin üzerine yığılan ve aynı güçle devam etme kapasitesini çürüten psikolojik ve toplumsal bir borcun göstergesi.

Anlatı sahnesinde İsrail, eşi görülmemiş bir evreye girdi. Soykırım, apartheid ve sivillerin aç bırakılması gibi terimler, hakim Batı siyasi ve hukuki lügatinin parçası haline geldi.

Bu, yakın bir çöküş anlamına gelmiyor ancak "daimi kurban" imajından "daimi sanık" konumuna kademeli bir geçişi ifade ediyor; sonuçları henüz tam olarak ortaya çıkmasa bile ağır bedelli stratejik bir değişim bu.

Kendini dayatan sonuç ne hamasi ne de propagandacı: İsrail bugün taktiksel olarak daha tehlikeli ancak stratejik olarak daha zayıf.

Daha tehlikeli, çünkü yok etme kapasitesi yerinde duruyor ve baskı altındaki siyasi sistemi hesapsız bir tırmanışa başvurabilir.

Daha zayıf, çünkü caydırıcılık çatladı, uluslararası meşruiyet aşındı, ekonomi ve toplum derin bir tükenmişlik yaşıyor. Bugün sorulması gereken ciddi soru, "İsrail yakında çökecek mi?" değil.

Her başkentte ve her karar masasında sorulması gereken soru şu: Bölge ve dünya, ellerini kullanmakta daha vahşi, ayaklarının yere basışında ise daha güvensiz olan yeni bir İsrail ile nasıl başa çıkacak?

Çeviri: YDH