
YDH - Suudi Arabistan, Yemen'in güneyinde BAE destekli Güney Geçiş Konseyi'nin ani hamleleriyle stratejik bir kuşatmayla karşı karşıya kalırken, bölgedeki nüfuzunu korumakta zorlanıyor. El-Ahbar gazetesi yazarı Hüseyin İbrahim, bu gelişmelerin arka planında İsrail ve ABD'nin de dahil olduğu daha geniş bir bölgesel tasarımın yattığı ve bunun bölgedeki büyük devletlerin toprak bütünlüğünü tehdit ettiği değerlendirmesini yapıyor. Riyad, askeri müdahale ile sessiz kalma arasında sıkışmış durumdayken, Yemen'deki siyasi çözüm arayışları Washington'ın müdahaleleriyle çıkmaza girmiş vaziyette.
Suudi Arabistan, Yemen'in güney ve doğusundaki gelişmelere verdiği tepkilerde, adeta eli kolu bağlanmış veya Krallık ile Yemen arasındaki toplam 1300 kilometreyi aşan sınırın yarısından fazlasını oluşturan Hadramut vilayetiyle olan uzun sınır hattını açıkta bırakan ani bir darbeyle sarsılmış gibi hareket ediyor.
Nitekim Riyad'ın 2023 başlarında kurduğu Vatan Kalkanı güçleri aracılığıyla ve Islah Partisi ile vardığı anlaşma uyarınca Hadramut ve el-Mehra vilayetlerindeki varlığını pekiştirme çabası geç kaldı; zira Abu Dabi bu bölgedeki hayati deniz geçitlerini ve limanları kontrol altına almakta elini çok daha çabuk tutmuştu.
Fakat bu iki vilayetin Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) yanlısı Güney Geçiş Konseyi'nin (GGK) eline birkaç gün içinde bu kadar kolay düşmesi, yalnızca Suudi Arabistan'ın önlem almakta geç kalmasından kaynaklanmıyor.
Bu gelişmeler, esasen İsrail'in aktif olarak katıldığı, ABD'nin zımnen desteklediği, BAE ve Yemen'deki müttefiklerinin ise öncü rolü üstlendiği daha büyük bir projenin parçası niteliğinde.
Söz konusu projenin tek hedefi Yemen'deki Ensarullah'ı kuşatmak değil. Bu durum; bir dizi büyük hava operasyonunun başarısızlığının ve hareket karşıtı güneyli ve kuzeyli güçleri Hudeyde'yi ele geçirip ardından Sana'ya ilerlemek üzere bir kara harekâtı için birleştirme girişimlerinin sonuçsuz kalmasının ardından, İsrail ve Batı'nın bu hedefi gerçekleştirme stratejisinin değişmesiyle de sınırlı kalmıyor.
Aksine bu hamle; bölgede zaten etnik veya mezhepsel çatışmalar yaşayan pek çok ülkeyi kapsayan ve Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye gibi büyük devletleri tehdit eden uzun vadeli bir bölünme çabasının parçası olarak geliyor.
Bu nedenle İsrail'in, Yemen'deki gelişmelerin hemen ardından "Somaliland"i tanıması, bu ülkelerin asabiyetini tetikledi. Özellikle de ABD'nin bu konudaki muğlak tutumu, Washington'ın İsrail'e egemenlik meseleleriyle diplomatik düzeyde ve kendisinden uzak bölgelerde bile oynamasına izin verdiği izlenimini uyandırıyor.
Bu durumun, sadece askeri düzeyde ve yakın çevrede değil, Washington'ın nihayetinde takınacağı tavırdan bağımsız olarak gerçekleşmesi dikkat çekiyor.
Görünen o ki Washington'ın tavrı, nesnel faktörlerin bu tür adımların atılmasına izin verme hızıyla yakından alakalı.
Bölgedeki büyük güçlerin endişeleri, esasen bölünme projelerinin her ülkede köklerinin bulunmasından kaynaklanıyor. Zira mevcut rejimlerin çoğu ya halkı yoksullaştırıyor ya baskıcı bir tutum sergiliyor ya da her ikisini birden yapıyor.
Bu, toplumun bazı kesimlerini yaşam koşullarının iyileşeceği umuduyla ayrılıkçı hareketleri desteklemeye itiyor. Somaliland'de İsrail'in tanıma kararının ardından yapılan kutlamalar ve Yemen'de güneyin ayrılması sloganını atan GGK'nın gücü de buna işaret ediyor.
Kuzeyle birleşme tarihinin sadece 1990 yılına dayandığı ve 1967'de son İngiliz askerinin Aden'den ayrılmasına kadar geçen bağımsızlık sürecinde ayrı kaldığı gerçeği göz önüne alındığında, Suudi Arabistan'ın bizzat kendisi dahi güneydeki bu zemine karşı durmakta zorlanıyor.
BAE, Suudi Arabistan'ın güvenliğini bu şekilde tehdit etmeye cesaret edemezdi, hatta belki bunu arzulamazdı bile; fakat bu görev kendisine bizzat ABD tarafından tevdi edilmiş durumda ve BAE, Washington ile olan güvenlik ilişkileri nedeniyle bunu yerine getirmek zorunda.
Belki de bu yüzden Riyad ve Abu Dabi, Yemen'deki rekabetlerini şu ana kadar ilişkilerde doğrudan ve açık bir krize dönüştürmeden, sükunetle yürütüyor. Hatta Abu Dabi kamuoyuna, Suudi Arabistan'ın milli güvenlik meselesi olarak gördüğü ve sırt çeviremeyeceği bu durumda, GGK'yı Hadramut ve el-Mehra'dan çekilmeye ikna ederek buralara yeniden Vatan Kalkanı güçlerinin konuşlandırılmasına yardımcı olmaya çalıştığı izlenimini veriyor.
BAE, bu durumu ancak GGK'nın eylemleriyle arasına mesafe koyarak ve konseyin kendisine olan bağlılığına rağmen, bu eylemleri Amerika ve muhtemelen zımni İsrail emirlerine uyulmasıyla ilişkilendirerek yönetebiliyor.
Körfezliler, Amerikan müdahalesinin iç işlerindeki işleyiş mekanizmalarını biliyor. Bu nedenle Yemen dosyasından sorumlu Suudi Arabistan Savunma Bakanı Halid bin Selman, GGK ile güney davası arasında bir ayrım yapmaya çalıştı.
Bu davanın "haklı olduğunu ancak kişilere indirgenemeyeceğini" belirten Bakan, Aden'in "kurtarılmasının" Krallık ve kardeşlerinin fedakarlıkları sayesinde gerçekleştiğini söyleyerek, yaşananların bu davaya zarar verdiğini ifade etti.
Suudi Arabistan'ın güneyde yaşananlardan en az kayıpla çıkmak için yapabileceklerinin sınırlılığına karşılık, BAE'nin resmi tutumu genel ve müphem kaldı.
Bu tutum, Abu Dabi'nin diyaloğu tercih etse de bunun Riyad'ın istediği gibi son gelişmelerden önceki duruma dönme temelinde olmasını istemediği izlenimini verdi.
BAE Devlet Başkanı Danışmanı Enver Gargaş'ın "siyasi çıkış yolları üretme, dostluk ve ittifakları koruyup güçlendirme, iletişim ve sevgi bağlarını koparmama" çağrısı ile "Güney'de kendi kaderini tayin hakkını isteyen BAE değil, oranın halkının iradesidir" şeklindeki sözleri de buna delalet ediyor.
Aslında GGK'nın bu hamlesinin, Suudi Arabistan'ın Ensarullah ile gerilimi tırmandırmayı reddetmesine bir ceza olarak, Yemen'de Krallık'a darbe vurmak için uygun bir siyasi momentte yapıldığı bariz.
GGK'nın Hadramut ve el-Mehra'da kontrolü sağlama gerekçesi olarak sunduğu "Husilere silah ulaşmasını engellemek ve onlara yönelik bir kara harekâtına zemin hazırlamak" argümanı ise kimse için ikna edici olmadı.
Zira Ensarullah, Yemen'de eğer kontrollerini güneye yaymak isterlerse GGK'yı mağlup edebilecek tek güç konumunda. Ancak böyle bir dönüşüm Riyad ile bir anlaşmayı gerektiriyor ki Riyad şu an ne buna ne de ABD'nin müdahale ederek engellemesinden önce üzerinde uzlaşılan BM "yol haritasını" uygulamaya muktedir görünüyor.
Sonuç olarak Suudi Arabistan, her ne kadar maruz kaldığı durum nedeniyle Arap dünyasında bir sempati kazansa da bugün Yemen'de zor seçeneklerle karşı karşıya.
GGK'ya karşı askeri müdahale kolay bir seçenek değil, Ensarullah ile ittifak veya kesişme gerçekçi görünmüyor ve aldığı bu ağır yarayı sindirmesi de pek mümkün durmuyor.
Çeviri: YDH