
YDH - Yazar Numan Abdulvahid, Lübnan merkezli el-Meyadin televizyonunun internet sitesinde kaleme aldığı makalede İngiliz istihbaratının jeopolitik çıkarlar doğrultusunda el-Kaide bağlantılı kişi ve gruplarla gizli işbirlikleri yürütürken, aynı zamanda bu grupları kamuoyuna terörist olarak lanse etmesinin yarattığı çelişkiyi ele alıyor. Abdulvahid, Suriye ve Libya örnekleri üzerinden, devletin "düşmanımın düşmanı dostumdur" mantığıyla hareket ettiğini, ancak bu stratejinin Manchester saldırısı gibi olaylarla İngiltere'ye "geri tepme" (blowback) olarak döndüğünü vurguluyor.
MI6 eski başkanı Richard Moore’un, Suriye’nin yeni lideri ve bir zamanlar uluslararası alanda aranan eski el-Kaide teröristi Ebu Muhammed el-Colani ile iktidara gelmeden önce yaptığı gizli görüşmelerle övünmesi, İngiltere’nin sözde bir düşmanla ilişkisinin belirli bir boyutunu gözler önüne seriyor.
Bu görüşmeler, Colani’nin yakalanması için hâlâ uluslararası düzeyde 10 milyon dolarlık bir ödülün bulunduğu sırada gerçekleşmişti.
Sayın Moore, İstanbul’daki bir dinleyici kitlesine, İngiliz istihbaratının Colani ile, onun yeni bir ambalajla sunulan el-Kaide örgütü Heyet Tahrir eş-Şam’ın (HTŞ) 2024 Aralık ayı başlarında Suriye’nin başkenti Şam’ı ele geçirmesinden iki yıl önce temas kurduğunu bildirdi.
Eski İngiliz büyükelçisi Craig Murray’e göre İngiliz istihbaratı, CIA liderliğindeki Suriye rejim değişikliği operasyonu sırasında HTŞ’ye, "[Lübnan] Bekaa Vadisi'ndeki gizli Birleşik Krallık üslerinde ve Rayak hava üssü dahil olmak üzere" istihbarat desteği, eğitim ve silah sağlamıştı.
Dolayısıyla Sayın Moore’un teşkilatı, nakit sıkıntısı çeken İngiltere adına 10 milyon doları talep etmek yerine askeri tavsiyelerde bulunuyordu.
Bu, gerek iç gerekse dış istihbarat olsun, İngiliz istihbaratının bir yandan halka el-Kaide ve bağlantılı grupların terör nedeniyle yasaklı örgütler olduğunu bildirirken, diğer yandan el-Kaide bağlantılı karakterlerle çalışırken yakalandığı ilk vaka değil.
Bu makalede, İngiliz istihbaratının, İngiliz halkını koruduğu iddiasında olduğu karakterlerle gizli bir oynaşma içinde göründüğü veya gösterildiği diğer olayları ana hatlarıyla aktaracağım; ki bu durum, beraberinde bir muammayı getirmektedir.
Beytüllahim doğumlu Ürdünlü Ömer Mahmud Osman, namıdiğer Ebu Katade, cihatçı kimliğini 1980’lerde Afganistan’da kazanmış, ancak Ürdün’e dönüşünde sert bir şekilde gözden düşmüştü.
Terör faaliyetlerine karışmakla suçlanması, onu 1993 yılında Londra’ya sığınmak zorunda bıraktı.
Buradan itibaren, diğer Avrupa ve Arap istihbarat kurumları tarafından sürekli olarak bir el-Kaide ajanı olmakla suçlandı. Hakkındaki diğer suçlamalardan biri de Usame bin Ladin 1990’larda Afganistan’da sürgündeyken, onun dünya görüşüne teolojik bir zemin kazandırdığı yönündeydi.
İngiliz devleti, Ebu Katade’yi yargılanması için Ürdün’e iade etmeye çalışır gibi yaptı ancak bu çabalar, hapishanede işkence görme ihtimali nedeniyle iadeyi engelleyen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından elverişli bir şekilde sekteye uğratıldı.
11 Eylül terör saldırılarından sonra İngiltere, onu iade etme çabalarını sözde artırdı. Ancak Aralık 2001’de, tutuklanmasının arifesinde ortadan kayboldu ve bir yıldan fazla bir süre sonra, MI6’in Londra merkezinin kelimenin tam anlamıyla hemen köşesindeki bir dairede "saklanırken" bulundu.
Bu durum, Pakistan’da on yıl süren Bin Ladin arayışının ardından, onun Abbottabad şehrindeki bir Pakistan askeri akademisine bir milden daha az mesafede bulunup öldürüldüğü anı hatırlatıyor.
Ebu Katade, MI6 merkezinin hemen köşesinde bir yıldan fazla bir süre "kayıp" iken, London Times muhabiri Sean O’Neill’e göre karısı, çocukları ve "yurt dışındaki destekçileri" tarafından "düzenli olarak" ziyaret ediliyordu.
İngiliz istihbaratının bir yıldan fazla bir süre onun nerede olduğunu bilmemesi, buna karşın karısının, çocuklarının ve uluslararası hayran kulübünün tam yerini bilmesi hayret verici. Fransız istihbaratı, oldukça mantıklı bir çıkarımla, onun MI5 için çalışan bir muhbir olduğu spekülasyonunda bulundu.
Londra’da 20 yıl boyunca sürgün hayatı yaşayan bir diğer karakter ise sürgündeki Suriyeli İslamcı Ömer Bekri Muhammed’di.
Bekri, uçaklarla Dünya Ticaret Merkezi ve Washington’a saldıran 11 Eylül saldırganlarını "Muhteşem 19’lu" olarak adlandırdığında kötü bir şöhret kazandı.
Bu saldırılar, ABD ve İngiltere'nin Afganistan ve Irak’ta rejim değişikliği savaşlarına yol açan "Terörle Savaş"ını başlattı. Bekri, her ikisi de nihayetinde yasaklanan el-Muhacirun ve el-Gurba gibi siyasi İslamcı grupların kurulmasına yardımcı oldu.
Amerikalı gazeteci ve Pulitzer Ödülü sahibi Ron Suskind, The Way of the World (Dünyanın Hali) adlı kitabında, bir İngiliz istihbarat görevlisinin kendisine Bekri’nin MI5’a "soruşturmalarının birçoğunda" yardımcı olduğunu bildirdiğini açıkladı.
Bekri, Suskind’e "polise gizli yardımda" bulunduğunu itiraf etti ve bu şekilde işbirliği yapmasının nedeninin, Londra’da "sağlık yardımları" ile yaşamaktan keyif alması olduğunu belirtti.
Bekri, Suskind’e kendisinin ve İngiliz hükümetinin "Müslüman gençliği kontrol edebildiğini" övünerek anlattı ve gruplarının bu gençlerin görüşlerini dışa vurmalarına olanak tanıdığını, bunun da şiddeti önlediğini ima etti.
Bekri’nin cazibesine kapılan gençler gün yüzüne çıkıyor, o da bu bilgileri polise aktarmaya "istekli" oluyordu.
İngiliz yetkililer, Londra’daki 7/7 terör saldırılarından sonra Lübnan gezisinden İngiltere’ye dönmesine izin vermeyi reddederek onu fiilen persona non grata (istenmeyen kişi) ilan etti.
Yasaklı el-Muhacirun örgütü, birkaç yıl sonra takipçilerini IŞİD, namıdiğer İslam Devleti’ne katılmaya teşvik etmekle suçlandı.
Libya İslami Savaş Örgütü (LIFG), Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık destekli, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’daki askeri müdahalesini istikrarsızlaştırma ve geri püskürtme savaşı sırasında ortaya çıkan bir örgüttü.
LIFG, Libya’nın doğu vilayetlerinden gelen Libyalı Arap-Afgan savaşçılardan oluşuyordu. Bu görev tamamlandığında, LIFG bünyesindeki savaşçıların çoğu 1990’larda İngiltere’nin Manchester kentinde sığınak ve iltica hakkı buldu; zira Libya’nın o zamanki lideri Albay Muammer Kaddafi, onların siyasi ideolojisine taban tabana zıttı.
Düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla, bu bireylerden bazıları açıkça İngiliz devletinin unsurlarıyla bir ilişkiye girdi.
İngiliz devletinin, Libya’nın kukla hükümdarı Kral İdris’i 1969’da devirdiği ve Kuzey İrlanda’daki kurtuluş savaşında İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nu (IRA) desteklediği için Albay Kaddafi’ye karşı jeopolitik bir husumeti vardı.
MI6, 1990’ların ortalarında Kaddafi’ye yönelik bir suikast girişimini gerçekleştirmek için "Ebu Abdullah es-Sadık" adlı bir şahısla işbirliği yaptı.
Girişim başarısız oldu ancak yıllar sonra el-Sadık, gerçek adı Abdülhakim Belhac ile yeniden ortaya çıktı ve 2011’deki NATO Libya rejim değişikliği operasyonu sırasında Libya’nın başkenti Trablus’u ele geçirmek için bir grup Libyalı piyadeye liderlik etti.
2011’de Kaddafi güçlerinin sivilleri öldürmesini önlemek amacıyla sözde uçuşa yasak bölge uygulamak için başlatılan NATO’nun Libya savaşında, Manchester merkezli Libyalıların çoğunun, fiilen bir rejim değişikliği operasyonuna dönüşen sürece yardım etmek üzere Libya’ya gitmesine izin verildi.
Oraya giden ailelerden biri de oğulları Salman, Haşim ve İsmail ile birlikte savaşmak üzere dönen Ramazan Abedi’nin ailesiydi.
Abedi ailesinin Libya’daki İngiliz güçlerinden askeri eğitim ve destek alıp almadığı tartışmaya açıktır. Fakat birkaç yıl sonra, Amerikan ordusunun "geri tepme" (blowback) olarak adlandırdığı durumun kasıtsız bir örneği olarak, Abedi ailesinin bir üyesi Manchester Arena’daki bir Ariana Grande konseri çıkışında kendini havaya uçurarak 22 kişinin ölümüne neden oldu.
Birmingham doğumlu İngiliz-Pakistanlı Moazzam Begg, 11 Eylül saldırıları yeni bir dönemi başlattığında Afganistan’da yaşıyordu ve Amerika Birleşik Devletleri o dönemdeki iktidar Taliban rejimini devirmek için savaşa başlamadan önce ailesiyle birlikte memleketi Pakistan’a kaçmaya karar verdi.
Bu durum Begg’e şans getirmedi ve kısa süre sonra Pakistan polisi tarafından kaçırılarak görev bilinciyle Amerikalılara teslim edildi.
Begg önce bir yıl Bagram’da, ardından neredeyse iki yıl Guantanamo Körfezi’nde hapsedildi. Serbest bırakılmasından sonraki on yıl içinde Begg, sözde Kereste Çınarı Operasyonu (Operation Timber Sycamore) olan CIA liderliğindeki rejim değişikliği operasyonuna yardım etmek üzere Suriye’ye yaptığı seyahatler hakkında İngiliz istihbaratı MI5 ile görüşüyordu.
Begg’e göre kendisi, "Terörle Savaş" sırasında İngiltere’nin mahkumlara işkence konusunda Suriye hükümetiyle işbirliğini araştırmak üzere seyahat etmişti.
Bu doğru olabilir ya da olmayabilir. Bu, büyük olasılıkla 2012-2013 yıllarında Suriye’ye yaptığı seyahatlerin ardındaki bir başka neden için, özellikle de Suriye hükümetini devirmek için toplanan bireylere yardım etmek amacıyla uydurulmuş bir kılıftır.
Begg, Siyonist yanlısı yazar Charles Lister’a, o dönemde el-Kaide tarafından atanan lider, "Ahrar eş-Şam [Suriye’deki mevcut iktidar partisinin öncül grubu] içinde üst düzey bir lider ve lideri Hasan Abbud’un fiili sağ kolu" olan Ebu Halid es-Suri ile görüştüğünü itiraf etmiştir.
Begg, Lister’a Ebu Halid ile yaptığı görüşmede "Ahrar’ın [eş-Şam] dünyada nüfuz ve deneyime sahip insanlara sahip olduğunu... ve bu nedenle kolayca göz ardı edilemeyeceğini" öğrendiğini bildirdi.
Begg, bu kişilerin "nüfuz ve deneyimlerini" nerede veya nasıl elde ettiklerini detaylandırmıyor ancak Afganistan veya Irak savaş alanlarına atıfta bulunduğunu söylemek hayal gücünü zorlamak olmaz.
2014 yılında Begg, Suriye’ye yaptığı seyahatlerde savaşçılara eğitim verdiğini reddetti ancak 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya askeri müdahalesinden sonra X platformunda, "2012/13 yıllarında Suriye’de fitness eğitimi verdiğim adamlar arasında Ukraynalı Kırım Tatarları da vardı" paylaşımını yaptı.
Begg’in müttefiki Sayın Cerie Bullivant’a göre eğitim vermiş olabileceği diğer kişiler, Batı’da el bebek gül bebek büyütülmüş Müslümanlardı. İngiliz polisi, 2014 yılında Begg’i Suriye seyahatleri nedeniyle her nedense altı aydan fazla hapis tuttu ancak bu seyahatlerin fiilen MI5 tarafından onaylandığı ortaya çıkınca serbest bırakıldı.
Yine Birmingham’da, eski Kuzey Yemen Büyükelçiliği Kültür Ataşesi Abdullah eş-Şemahi, 1980’lerin başında "Bilimsel Enstitüler" olarak anılan bir İslamcı yetiştirme okulunu paraşütle indirmişti.
Eş-Şemahi’nin İngiliz istihbaratıyla herhangi bir bağlantısı olduğuna dair somut bir kanıt yok. Yine de İngiliz hükümetinden ve güvenlik aygıtından yeşil ışık almadan bu Enstitüyü buraya kondurabileceğine inanmak güç.
Enstitü, Moseley Yolu üzerinde, tarihi Moseley Hamamları’nın yanındaki dönüştürülmüş bir kilisede faaliyet gösteriyordu.
Kuzey Yemen’de bu okullar devlet okullarına paralel olarak işliyor ancak kendi özgün İslami müfredatını öğretiyordu.
Birmingham’da ise enstitü, okul sonrası ek bir "Arapça Okulu" gibi sunularak yapay bir taban oluşturuldu. 1984’te eş-Şemahi, bu sözde eğitim müfredatı için Kuzey Yemen’den sözde öğretmenler getirdi. Eş-Şemahi’nin Birmingham’a paraşütle indirdiği "öğretmenlerden" biri olan Yahya Rassam, daha sonra Suudi yanlısı Islah Partisi’nin liderlerinden biri oldu.
Bu enstitüde yetişen yerel bir öğretmen olan Adnan Saif ise İngiltere’nin sivil toplum sektöründe önemli bir figür haline geldi.
NATO-Belhac grubu Libya devletini devirdiğinde, Saif "Bingazi, Beyda ve Derne şehirlerinde ortaya çıkan yerel yönetim liderliği" için Libya’da eğitim vermek üzere hazırdı.
Saif’in eğitimi avukatlık olan oğlu Abdullah, Libya ve Suriye’deki NATO destekli rejim değişikliklerini destekleyen bir örgüt olan Britanya Müslüman Birliği’nin Birmingham şubesine başkanlık edecekti.
Yemen’de son on yıldır süren savaş sırasında Islah, Ensarullah’a karşı el-Kaide ile yan yana savaştı. Bu Birmingham Kuzey Yemen ağının bundan sonra barışçıl kalıp kalmayacağını zaman gösterecek.
El-Kaide ilhamlı teröre yakın olanlarla yapılan bu jeopolitik fingirdeşme, İngiliz devletinin Terörle Mücadele Polisi’nin (CTP) Prevent (Önle) gibi girişimlerinin amacını sorgulatmaktadır.
Web sitesinde Prevent’in "bireylerin terörist olmasını durdurmayı amaçladığı" iddia ediliyor. Ancak yukarıdaki bulguların ortaya koyduğu üzere, bu sadece hikayenin yarısıdır.
Mantıksal bir çıkarım, İngiliz istihbaratının, İngiltere’nin iç ve jeopolitik çıkarlarıyla uyumlu oldukları sürece, iddia edilen el-Kaide bağlantılı karakterlerin hizmetlerini kullanmakta pek az çekincesi olduğu sonucuna varmalıdır.
İngiliz devletinin karşılaştığı sorun, İslamcı veya el-Kaide ilhamlı bir karakterin artık senaryoya sadık kalmayıp, Londra, Manchester veya Birmingham’da kendini en kan dondurucu şekilde belli etmek gibi İngiliz devletine uygun olmayan bir operasyon yürütmesiyle ortaya çıkıyor gibi görünüyor.
Bu karakter genellikle "Yalnız Kurt", yani kendi isteğiyle hareket eden veya senaryonun dışına çıkan bir terörist olarak adlandırılır.
Aslında, Yalnız Kurt teröristinin nihayetinde, herhangi bir şehir merkezindeki sıradan bir evin döşemelerinin altında değil, şimdiye kadar kabul edilmemiş belirli bir muammanın içinde gizlendiği iddia edilebilir; bu, şu soruda en iyi şekilde resmedilen jeopolitik bir muammadır: İngiliz istihbaratı, el-Kaide bağlantılı şahısları kendi amaçları için el altından kullanırken, aynı zamanda benzer şahısları İngiliz uluslararası çıkarlarına ve iç istikrarına aykırı hareket etmeye teşvik eder durumda görünmekten nasıl kaçınabilir?
Sayın Moore’un da işaret ettiği gibi, yakın zamanda geçerliliğini yitirecek veya yersiz hale gelecek gibi görünmeyen bir soru!
Çeviri: YDH