Irak Satrancında Kaleleri mi Oynuyoruz?

05 Haziran 2006

Michael Rubin, ABD’deki Yeni Muhafazakar kesimin ünlü düşünce kuruluşu American Enterprise Institute’un en etkili isimlerinden biridir. Rubin’in Irak’ta yaşanan gelişmelerle ilgili yaptığı bu analiz 27 Şubat 2006’da Wall Street Journal’de yayımlandı. Yazıyı arkadaşımız Gürkan BAYIR tercüme etti.

YDH- Michael Rubin, ABD’deki Yeni Muhafazakar kesimin ünlü düşünce kuruluşu American Enterprise Institute’un en etkili isimlerinden biridir. Rubin’in Irak’ta yaşanan gelişmelerle ilgili yaptığı bu analiz 27 Şubat 2006’da Wall Street Journal’de yayımlandı. Yazıyı arkadaşımız Gürkan BAYIR tercüme etti.

***

İran bugün Irak'ta, 1980'lerde Lübnan'da Hizbullah'ı güçlendirmek için uyguladığı askeri, ekonomik ve enformasyon taktiklerini tekrarlamaktadır. Buna karşın ABD, bu çabalara karşı çıkacak etkili bir strateji geliştirmekte başarısız olmuştur.

 22 Şubat günü teröristler Irak Samara’daki Askeriye türbesini bombalamışlardır. Bu saldırı Iraklıları şoke ederken Şiileri de çileden çıkarmıştır. İran yönetimi de kamuoyunun öfkesini Washington’a yönlendirmeye çalışmıştır. İran’daki en yetkili makam olan Ali Hamaneî, Irak’ı işgal eden ülkelerin istihbarat servislerini ve Siyonistleri suçlamıştır. İran’da Arapça yayın yapan kanallardan birisi olan el-Alem de 23 Şubat’ta bu suçlamaları tekrarlamıştır. Bu kanal yerel yayın yaptığı için yayınlanan haberler uydu kanallarını izleme imkanı olmayan Iraklılar arasında kısmi bir etkide bulunmuştur. Ancak İran’ın müttefiki olan Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi lideri Abdülaziz el-Hekim, olup bitenlerden ötürü ABD büyükelçisi Zalmay Halilzad’ı suçlamıştır.

 

ABD’li seçkin politika üreticilerin kendilerini zincirle dövme eğilimlerine karşın ne Halilzad ne de Washington bu olaylardan sorumlu değildi. Terörizmin sorumluluğu sadece onu yapanlar ile destekleyenlere aittir. Ancak burada Beyaz Saray sorumlu olmaktan uzaktır. Gazeteciler gündelik kanlı olaylara yoğunlaşırken Iraklılar ABD’li yetkililerin görmek bir yana bakmayı bile beceremedikleri büyük bir plan hazırlamıştır: İranlı yetkililerin 1980’lerde Hizbullah’ın Lübnan’da gerçekleştirdikleri stratejiyi tekrarlamak. Öyle ki, izlenen askeri, ekonomik ve istihbari yöntemler de neredeyse aynıdır.

 

Hizbullah’ın öyküsü 1982’de başlamıştır. İsrail ordusu FKÖ’yü Lübnan dışına çıkartınca Ayetullah Humeyni de seçkin Devrim Muhafızlarını Şiileri organize etmesi amacıyla Bekaa Vadisine göndermiştir. Böylece Hizbullah doğmuştur. İranlı yetkililer eşzamanlı olarak Hizbullah’ın Sünni karşılığı olan İslami Cihad’ı kurmuşlardır. Şiiler ile Sünnilerin savaşmayacağı fikri Lübnan’a nispeten Langley’de daha ciddi olarak ele alınmaktadır. Tahran, 1990’ların başına kadar bu desteği o kadar üst düzeyde sürdürmüştür ki işi özel olarak bütçe ayırmaya kadar getirmiştir. Yatırımlar meyvelerini vermiştir: Geçen yılki Sedir devriminin ardından güney Lübnan Hizbullah’ın kontrolünde kalırken İslami Cihad da varlığını korumuştur.

 Irak'ta tekrarlanan Hizbullah mizanseni

Devrim muhafızlarının yardımı Hizbullah’ı nasıl ölümcül bir güç haline getirmişse, bugün de Bedir Tugayları aynı şekilde desteklenmektedir. Bedir Tugayları daha ABD güçleri Bağdat’a ulaşmadan Irak’a sızmışlardır. Bunun etkileri Sadr Şehrindeki pazarda kendisini göstermiştir: İran pasaportlarının fiyatları düşerken Irak belgelerininki yükselmiştir. İran’ın izlediği strateji sadece temsil(ci) tercihiyle ilgilidir: Saddam sonrası Irak için ilk önce Hasan Kazemi Kumî görevlendirilmiştir. Bu kişi daha önceden Lübnan Hizbullahı ile bağlantıyı sağlamakla görevliydi. Zaten Bedir Tugayları da bu ilişkiyi gizlememiştir. 2004 yılı Ocak ayında Lübnan Hizbullah’ı Basra’nın güneyindeki Bedir Tugayları karargâhlarına sarı bayrak vermiştir. (Yazar Hizbullah bayrağına göndermede bulunuyor. Çeviren.)

Irak’ta yaşanan tecrübeler Lübnan’da Hizbullah’ın geliştirdiği taktikleri hatırlatmaktadır. Devrim Muhafızları’na bağlı çalışan yetkililer Iraklı gençlere şehitlik felsefesi aşılamaktadır. Hizbullah’ın intihar bombacıları ölümcül derecede bir doğrulukla hedefe ulaşmış, nihayetinde ABD ile çokuluslu barış gücünün Lübnan’dan çekilmesine sebep olmuştur. 1984’te Hizbullah adam kaçırmaya başlamıştır. Devrim muhafızları adam kaçırma eylemlerini gerçekleştirenlere istihbari yardımda bulunmuş ve bazı durumlarda kurbanları sorgulamışlardır. Bu grup aralarında 17 Amerikalının da bulunduğu çok sayıda yabancıyı kaçırmıştır. Aynen Irak’ta olduğu gibi gazetecilerin bu durum karşısında bir dokunulmazlığı yoktur. 1987’de Hizbullah ABC’nin Ortadoğu baş temsilcisini kaçırarak 2 ay süreyle rehin tutmuştur. Tıpkı Irak’ta olduğu gibi adam kaçırma eylemlerini gerçekleştirenler hem maddi çıkar sağlamaya hem de Batı’nın güvenirliğini sarsmaya çalışmışlardır.

Gelişmiş bombalar da Hizbullah’ın yardımı sonucu ortaya çıkmıştır. Yüksek derecede patlayıcı taşıyan cihazlar koalisyon devriyelerine büyük zarar vermektedir. 2005 yılı Ekim ayında Tony Blair Irak’ta 8 İngiliz askerinin öldüğü patlamada kullanılan bombaların İran Devrim Muhafızları ile onlarla bağlantısı bulunan Lübnan Hizbullahı’nın kullandığı bombalara benzediğini açıklamıştır. 2005 Kasımında Iraklı Sünni direnişçi liderlerden birisiyle Ürdün’ün Sweileh kentinde yaptığım bir görüşmede, yapılan baskılar sonucunda bazı Iraklı Sünni direnişçilerin bilmeyerek de olsa İran’dan maddi yardım aldıklarına dair bir olasılık bulunduğu konusunda beni bilgilendirmiştir.

Washinton ellerini Samarra bombardımanı üzerinde kurularken İran’ın elini güçlendirmemelidir. Necef’te 29 Ağustos 2003 tarihinde İmam Ali türbesinin bombalanmasının ardından koalisyon yetkilileri güvenlik amacıyla milislerin güçlerini arttırmalarına izin vermişti ki bu da İran’ın elini güçlendiren bir hata idi. Milisler bir kere beslenirse kök salmaları kaçınılmazdır. İran sabırlıdır, Washington kısa vadeli gelişmelere sevinirken İran uzun vadeli nüfuz peşindedir.

Tıpkı Güney Lübnan’da olduğu gibi göz korkutma ya da rüşvet yoluyla elde edilemeyecek bir zafer vardır. Ne Hizbullah ne de Iraklı Şiiler görüş ayrılığına hoşgörü ile bakmamaktadır. Yasaların fazla anlamı yoktur, kanunlar ise daha da anlamsızdır. Güney Lübnan’da Hizbullah yargıç, juri ve infaz memurudur. Irak’ta da Şiiler aynı konumdadır. Milisler, kız-erkek karma pikniklerdedirler, berber ya da içecek dükkânı işletenleri infaz etmişlerdir. Kendi mahkemeleri vardır ve İran tarzı giysilerin giyildiğini garanti altına almak için kız okullarının önüne dini muhafızlar göndermektedirler.

Her şeye rağmen Hizbullah’ın tek yöntemi güç kullanmak değildir. Lübnan’da Hizbullah geniş bir sosyal hizmet ağı oluşturmak için İran’dan parasal yardım almıştır. Okul, yiyecek bankası ve iş merkezleri inşa etmiştir. Bu bir deneme-yanılma stratejisidir. Tacikistan’daki iç savaşın ardından Duşanbe’ye gittiğim zaman Babuşkalar Humeyni’nin portresi altında İmam Humeyni Yardım Komitesinden yiyecek almaktaydılar. Bağdat’ın Şii mahallelerinde de benzer sahneler yaşanmaktadır. ABD elçiliği harcamaları milyar dolarlara çıkarsa da Şii milisler bir yana, sıradan Iraklılar açısından fark eden bir şey olmamaktadır. El-Hekim’in oğlu Ammar güney Irak’ta İslam’ı güçlendirmek için kendisine ait Şehid el-Mihrab Kurumunun yeni şubelerini açmaktadır. Koruyucuları ittifakı devam ettirdiği sürece yiyecek ve para dağıtacaklardır. Elektrik ve diğer temel ihtiyaçlardan yoksun Iraklılar için önlerinde kolay bir tercih bulunmaktadır.

ABD’li yetkililerin buna karşı çıkacak bir stratejileri bulunmamaktadır. Bir süre önce American Enterprise Institute tarafından düzenlenen bir panelde bir konuşma yapan Dışişleri Bakanlığı Irak koordinatörü James Jeffrey “Gecenin bir yarısında – İranlıların yaptığı gibi – çantalarda para taşındığına inanmıyoruz. İlkesel açıdan bu iyidir. Ancak realitede bozguna davetiye çıkarmaktır: Tahran koruyucu şebekenin önemini anladığı halde Washington bunun farkında değildir. ABD yardımları Bechtel ve Halliburton’a giderken İran destekli grupların hedefi acil yardıma ihtiyaç duyan Iraklılardır. ABD politikasının etkisizliği yanında 22 Mayıs 2003 tarihinde BM Güvenlik Konseyinin ABD ve Britanya’yı işgalci güç olarak tanımlayan 1483 sayılı kararı da Tahran’ı güçlendirmiştir. Örneğin ABD’nin de rızasıyla Irak içişleri bakanı olan Irak İslam Devrimi Yüksek Meclisi yetkilisi Beyan Cebr’i ele alalım. Bu şahıs Irak politikasını Bedir Tugayları’nın çalışma programı haline dönüştürmüştür. Iraklı bir bakana göre Necef’teki iş gücünün yüzde 1’i bu şahıs tarafından işe yerleştirilmiştir. Bu acemiler az iş yapmakta ve maaş olarak ABD kongresinin nezaketini kazanmaktadır. Bedir Tugayları da aslan payını elde etmektedir.

Hizbullah’ın stratejisinin son bölümü enformasyon savaşıdır. 1991’den bu yana mesajını yaymak için el-Manar adlı televizyon kanalını kullanmaktadır. İran’da kurulan el-Alam televizyonu da aynı amaca hizmet etmektedir ve üç ay önce ABD destekli Irak Medya Ağı’nda yayına başlamıştır. El-Alam televizyonu öğrencilere araba ve kamera tedarik ederek onları kendi muhabiri yapmakta ve ABD misyonunu zorlaştıranlara ödül vaat etmektedir.

Bu, ABD’nin ciddi bir biçimde başarısız kaldığı bir enformasyon savaşıdır. ABD Irak’ta sanki bu ülke bir boşlukmuş gibi hareket etmektedir. Yeşil Bölge’ye sığınan diplomatlar düşmanın propagandasından bihaberdirler. İşgale karşı direniş bir Hizbullah şiarıdır. Gerek Bedir Tugayları gerekse Mukteda es-Sadr’ın Mehdi Ordusu bu şiarı benimsemiştir. 22 Mayıs 2003 tarihinde BM Güvenlik Konseyinin ABD ve Britanya’yı işgalci güç olarak tanımlayan 1483 sayılı kararı da işin tuzu biberidir. ABD’li diplomatların BM öncesi Avrupalı müttefiklerine uzattıkları zeytin dalı baldırana dönüşmüştür. Basit bir kalem darbesiyle özgürleştirme işgal olarak anılmaya başlanmıştır: El-Menar ve El-Alem televizyonları sıradan Iraklıları kutsal direniş propaganda sağanağına tutmakta ve Vietnam, Lübnan ve Somali gibi örneklerle ABD’nin zayıflığı vurgulanmaktadır.

Tahran’ın Irak’ta başarılı olmak için bir formülü vardır ancak ABD’nin yoktur. ABD’li diplomatlar zafer için gerekli politikanın bizim ve Iraklıların çıkarlarını yüceltmenin yanında düşmanlarımızın çıkarlarını devre dışı bırakması gerektiğini kabul etmelidirler. İran’ın yöntemleri açıkken ABD’ninkiler belirsizdir. Irak’taki çıkarlar büyüktür ve taraflardan birisi kalelerini oynatmaktadır. Peki, bu taraf biz miyiz?