Washington’da ABD Kongresi’ne yönelik olarak kullanılan “İsrail’in işgali altındaki bölge” deyimi belli aralıklarla gündeme gelir. Bu tabirle Yahudi lobisinin Amerikan politikasına uyguladığı her renk ve boyuttaki güçlü etkisi kastedilir. Burada bir hususu hemen belirtmek gerekir ki, İsrail lobisi, mensuplarının çıkarlarını ABD başkentinde temsil eden ne en büyük ne de en güçlü organizasyondur. İç politikada, karşılaştırmalı olarak bakarsak en etkili lobi “Amerikan Senyorları Lobisi” AARP (Üst Düzey Yetkililer Lobisi), ya da “Silah Sahipleri Lobisi” NRA’dır.
Dış politikada ise hiç şüphesiz en etkili iki lobi Petrol Lobisi ve Silah Endüstrisi Lobisi’dir. ABD politikasına etki etmek ve baskı uygulamak Washington’daki günlük rutin işlerdendir. Elbette geçen günlerde yaşanan lobici Jack Abramoff olayında olduğu gibi hukukun sınırları çiğnenmediği müddetçe… Ancak İsrail lobisi bir noktaya kadar yegâne ve eşsiz olma özelliğine sahip bulunmaktadır. Washington’da bir toplumsal kesimin ya da endüstri kesiminin çıkarlarını temsil eden değil, bilakis yabancı bir ülkenin, Siyonist Bernard Rosenblatt’ın yirminci yüzyılın başında söylediği gibi “Ortadoğu’daki küçük Amerika” olan İsrail’in çıkarlarını temsil eden bir lobi olarak algılanmaktadır.
Elbette ABD’de çok sayıda etnik lobi bulunmaktadır: Ermeni lobisi, Alman, Yunan, İrlanda ya da Küba lobileri gibi… Ancak daha çok yerel sınırlarda kalan bu lobilerin güçleri, seçmenleri harekete geçirme yeteneği temeline dayanmaktadır. Buna karşılık İsrail lobisi her şeyden önce finans akıtıcısı olarak ortaya çıkmakta ve lobi ülke çapında kendine yakın aday ve politikacıları desteklerken politik muhaliflerine karşı da mücadele vermektedir. Hiç şüphesiz Washington’daki en etkili lobiciliği gerçekleştiren, 1948`de kurulmuş olan, ülke çapında 100 bin üyesiyle ve yıllık 33 milyon doların üzerindeki bütçesiyle American Israel Public Affairs Committee (AIPAC)’dır.
AIPAC kendi web sitesinde, Washington’da bir yılda “100’den fazla kanun çıkarma inisiyatifi”nin arkasında durduğunu, desteklediğini gururlanarak ilan etmektedir. Bu kanunlar arasında Dışişleri’nin itirazına rağmen 2004’te Kongre’den geçirilen “Global Anti-Semitism Awareness Act” (Anti-Semitizme Karşı Evrensel Bilinç Uyandırma Kanunu) gibi yasalar bulunmakta. Yasa metninde şöyle bir tespit bulunmaktadır: “İsrail’deki veya işgal altındaki bölgelerdeki gelişmelere karşı yapılan İslami direniş” ya da “güçlü anti-İsrailci görüş ve kanaatlere sahip olma” gibi olgular, Yahudi düşmanlığı seklindeki tutumlar olarak kabul edilmelidir.
Daha az tanınan, ancak ABD’de etkisi hiç de az olmayan (Conference of Presidents of Major Jewish Organizations) Yahudi Organizasyonları Genel Başkanlar Konferansı ismini taşıyan 51 Yahudi organizasyonunu bünyesinde barındıran bir şemsiye organizasyon niteliğindeki CPMJO’dur. Bu Başkanlar Konferansı adlı organizasyon bir şahin olan Malcom Hoenlein’in yönetimindedir. Bu şahin görüşlü başkanın 90’lı yıllarda Filistin’deki militan Yahudi yerleşimcileri finansal olarak desteklediği bilinmektedir. Malcom Hoenlein en iyi lobi faaliyetini Amerikan yönetimi nezdinde ve Beyaz Sarayda gerçekleştirmektedir.
Bütün bu bilgiler kamuoyu tarafından bilinmektedir. Pekala iki Amerikalı ünlü siyasal bilimci profesör Chicago üniversitesinden John J. Mearsheimer ve Harvard`tan Stephen M. Walt’ın hazırladıkları 82 sayfalık araştırmada “İsrail Lobisi ve ABD Dış Politikası” başlığıyla konuyu ele almalarıyla ortaya çıkan bu büyük heyecan ve sansasyon nereden kaynaklanmaktadır. Niçin, bir kısmı çok şiddetli olmak üzere, iki profesörü ya “cesaretli aydınlar ve uyandırıcılar” ya da “Yahudi düşmanı ikiyüzlüler ve yalancılar” seklinde nitelendiren tepkiler ortaya çıkmakta.
Yani ABD medyasının olayı pek de gündemine almaması ve soğumaya bırakmasına rağmen Washington’da bir bardak suda fırtına koparılmaktadır. Bu arada hazırlanan çalışmanın İngiltere’de “London Review of Books”ta kısaltılmış bir versiyonu yayınlandı. Öte yandan bu gelişme “Financial Times“in bu ay başında bir baş makale yazısı ile konuyu tekrar gündeme getirmesine vesile oldu: “Biz niçin ABD-İsrail ilişkilerini tartışamayız?” Cevabı da dergi şöyle veriyor: “Refleksler… O refleksler ki açık tartışmaları savunma ve serbest araştırmalar söz konusu olunca çok olağan bir şekilde uyanık olmaktalar… Ancak konu İsrail’i ilgilendirince ve özellikle de ABD dış politikasını şekillendirmede İsrailci lobilerin oynadığı rol olunca, Amerikan politik elitlerinin en azından büyük bir bölümü kör ve sağır olmakta.”
Mearsheimer ve Walt bu rolü nasıl tanımlamaktalar? Özellikle de “1967 Altı Gün Savaşı”ndan sonra İsrail’le ilişki, ABD dış politikasının ana ekseni oldu, seklinde bir tespit yapmakta iki profesör. Bu yaklaşım, ABD’nin Yahudi devletini kayıtsız şartsız desteklemesine ve de Washington’un Ortadoğu’da demokrasiyi yaygınlaştırma çabalarına rağmen, Arapları ve Müslümanları öfkelendirmekte ve nihayetinde sadece ABD’nin güvenliğini değil dünyanın büyük bir bölümünün güvenliğini tehlikeye düşürmekte.
Bununla birlikte yazarlar şu görüşü de savunmakta; iç politika düşünceleri hariç olmak üzere neredeyse dış politikayı tamamen İsrail lobisinin aktiviteleri yönlendirmekte. Bu lobiciler aktif ve dinamik bir şekilde Irak saldırısını desteklediler ve bugün de Suriye ve İran’a karşı bir askerî saldırıyı talep etmekteler: “Eğer ABD politikasına yönelik bu çabalar başarı kazanırsa, İsrail’in düşmanları zayıflatılmış ya da imha edilmiş olacak, İsrail Filistinlilerle tek başına hesaplaşma imkanı bulacak ve her şeyden önce de Amerikalılar savaşacak, ölecek, yeniden yapılandıracak ve mali yükü çekmiş olacaklar.”
Mearsheimer ve Walt`a göre “İsrailci lobi” merkezi bir önderlik altında bütüncül-birleşik bir hareket olmayıp, bilakis bireyler ve organizasyonların oluşturduğu gevşek bir koalisyon yapısı arz etmekte. Bu lobi Yeni Muhafazakâr entelektüellerin ve evangelik Hıristiyanların aktif ve dinamik yardımlarıyla ABD dış politikasını İsrailci (proisraelische) bir istikamete yönlendirmek için çalışmakta. Yazarlara göre İsrailci lobi Amerikan Yahudilerinin karakteristik temsilcileri de değiller. Çünkü lobi, Filistinlilerle barışı reddeden Likud politikasına yakın düşmekte, sertlik yanlısı aşırılar ve şahinler tarafından yönetilmektedir.
Eskiden olduğu gibi Amerikan Yahudilerinin genel çoğunluğu ise Demokratları seçmektedir. İki yazar da, ana hedefi milli çıkarları korumak ve desteklemek olan bir realist dış politikayı savunmakta ve yaptıkları araştırmayı da bu çerçevede bir “tartışmaya katkı” olarak görmekteler. Ancak polemik yanlış kesimlerden gelen büyük övgülerle hızlı başladı: Ku-Klux-Klan örgütünün eski başkanı David Duke haricinde Filistinli militan Hamas temsilcileri de bu tezler hakkında müspet görüş belirttiler. Bir de tam aksi yönde, yazarların araştırması, “komplo teorilerini yayma” ve hem “Ajitasyon-Propagandayla paralelleşme” hem de “Neo-Nazi edebiyatı” gibi suçlamalara maruz kaldı.
Daha da önemlisi ABD’li entelektüel Noam Chomsky’nin eleştirileridir - ki o son dönem Washington dış politikalarını hiç de tasvip etmemekle ünlü birisidir. Radikal solcu Chomsky “Znet” isimli internet dergisinde şu yargıya varmakta; bu iki yazar öne sürdükleri argümanlarda Amerikan Enerji Lobisi’nin rolünü ve önemini küçümsemişlerdir. Ve Ortadoğu’daki Amerikan politikasının başka yerlerdeki dış politikasına çok benzer olduğunu niçin açıklamamışlardır.
Chomsky’ye göre her şeyden önce bu işlerden Beyaz Saray karlı çıkmakta; araştırmadaki teze göre “ABD yönetimi kral koltuğuna hiç eleştirilmeden oturtulmakta ve kendisinden kurtulmanın mümkün olmadığı mutlak güce sahip bir lobi tarafından boğazına yapışılmaktadır.”
Buna karşılık Mearsheimer ve Walt`in tezleri İsrail’de hemen hemen hiç bir heyecan uyandırmadı. Gerçi İsrailliler, Amerikalılardan daha cesur olarak, Yahudi devletini ilgilendiren konularda daha açık, daha şiddetli karşı saldırı yaparak tartışma yapmaya alışkındırlar. Bunun dışında İsrail eski adalet bakanı Yossi Beilin gibi bir İsrailli ise, İsrailci lobilerin etkisini kendi ülkesi için daha çok ters tepki doğurucu olarak göstermekte; “bazı kimseler tamamen yanlış olmasına rağmen AIPAC’ı İsrail’in uzun kolu olarak görmekte”. Bu değerlendirmeye John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt da katılmakta; “İsrailci lobiler daha az güçlü olsaydılar ve ABD Ortadoğu politikası daha dengeli olsaydı, bu durum belki de İsrail için daha iyi olurdu.”