YDH-Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, aşura törenleri dolayısıyla Beyrut’ta bir konuşma yaptı.
Hizbullah Genel Sekreteri Nasrullah, giriş ve sondaki dua bölümlerinin çevrilmediği aşağıdaki konuşmasında şunları söyledi:
“Zillet bizden uzaktır”
Sömürgeci rejim lideri George Bush’un son ziyareti ümmeti iki seçenek arasında bırakmıştır. Ya ümmet topraklarından, kutsallarından vazgeçip Filistin topraklarında bir ırkçı Yahudi devletini tanıyacak; Filistin halkının yarısının vatanlarına dönüş hakkını reddedecek.
Ülkelerimiz, servetlerimiz ve zenginliklerimiz üzerindeki hegemonyalarını kabul edeceğiz; onlarca yıl Irak işgalini kabul edeceğiz; ülkelerimizi, halklarımızı bölmelerini ve bu ülkelerin birbirlerine düşüp savaşmalarını kabul edeceğiz; Bush bu fitneye liderlerimizi, hükümetlerimizi, halklarımızı ikna edecek ki hegemonyasını, çıkarlarını ve Filistin’de ümmetin kalbine ektikleri hastalıklı varlığı kabul edeceğiz...
Ya bu zelil teslimiyeti kabul edeceğiz; yahut reddedeceğiz; direneceğiz; terörist olarak suçlanacağız. Lübnan’da, Gazze Şeridi’nde, Batı Şeria’da ve Irak’ta kovuşturulacağız. Direnişe destek veren İran, Suriye veyahut herhangi bir ülke tehdit edilecek.
Öldürüleceğiz; sürüleceğiz; göç ettirileceğiz; evlerimiz yıkılacak; tüm direniş ve halk hareketlerine karşı en çirkin suretle medya alanında, güvenlik ve askeri alanlarda psikolojik savaş uygulanacak.
O halde iki seçenekle karşı karşıyayız. Bu yeni bir şey değil. Onlarca yıldır ümmet iki seçenek arasında ve seçmek zorunda. Biz Lübnan’daki 1982 yılından beri, İsrail ülkemizi işgal ettiğinde bilincimizle, irademizle, İmam Hüseyin’in çizgisinin bilincinde olarak başkent Beyrut’a giren Siyonist işgal ordularına yanlış yere yanlış zamanda girdiniz dedik.
Çünkü biz karşınızdayız ve size karşı tek bir sloganla duruyoruz. “Zillet bizden uzaktır”. Lübnan’da direniş başladı ve Kerbela düşüncesi, Kerbela ruhu, Kerbela bilinci, Kerbela kararlılığı, Kerbela’da şehit olma iradesi, zilleti reddetme iradesi gösterdi. Direniş gücü, tüm operasyonlarında, cihad faaliyetlerinde, düşman mevzilerini ele geçirmede Hüseyin’den ilham aldı; Hüseyin’i canlı tuttu; her haykırışında ve kurşununda “Lebbeyk ya Huseyn” diyordu.
Bizler onun adıyla mevziler ele geçirdik. Onun ruhuyla şehitlerimizin bedenleri Allah katına ulaştı. Onun kanıyla kılıca galip geldik. Hangi kılıca? Bölgedeki en keskin kılıca, bölgedeki en büyük askerî güce; 18 yıl boyunca direniş devam etti; Allah zafer nasip etti. Direniş 2006 yılında samimiyetini, vefasını ve sebatını gösterdi.
Tüm dünya direnişi bitirmek isteyen İsrail’in arkasında durdu. İsrail savaş uçakları Amerikan mühimmatı ve uluslararası destekle direnişe ve halkına karşı soykırım savaşı başlattı. Ancak biz ayrılmadık; kaçmadık; teslim olmadık; zelil şartları kabul etmedik.
Zilleti reddettik, günlerce, haftalarca savaştık. 33 gün boyunca ayağımız, elimiz ve kalbimiz titremedi. Sonunda Allah bize zafer nasip etti. Savaşırken düşen her şehit, yıkılan her ev, alınan her yara bize Hüseyin’i hatırlattı.
Diyoruz ki “Sana her yıl, Muharrem ayının her günü, Aşura günü biat ediyorduk; Temmuz ve Ağustos savaşında biatimize uyduk. Düşmanınla ve düşmanımızla, peygamber düşmanlarıyla; insanlık düşmanlarıyla savaştık. Onun ruhuyla, kanıyla, iradesiyle, düşüncesiyle ve kararlılığıyla savaştık. Evet, Temmuz Savaşındaki sloganımız “Zillet bizden uzaktır” idi.
Tüm tehditlere karşı sloganımız değişmedi; tavrımız değişmeyecek; konumumuzu değiştirmeyeceğiz. Bedenimizi değiştirmeceğiz; tarihimizden vazgeçmeyeceğiz! Yüce Allah’a olan güvenimiz asla sarsılamayacak. Tavrımız bu ve bu nedenle bugün karşı karşıya bulunduğumuz konularda oldukça net davranıyoruz:
Birincisi; Bush’un gezisi, Filistin ve bölge konusunda direktifleri, şartları, şeytani perspektifi konusunda diyoruz ki “tüm ümmet bu geziye cevap vermeye çağrılmaktadır”. Bunun için de direniş seçeneğine tutunmalı, direnmeli, direniş hareketleri medya alanında, siyasi, maddi, manevi, askeri alanlarda desteklenmelidir.
İkincisi; ümmet topraklarına daha da sarılmalı; göçü reddetmeli; kutsallarının, satılmayacağını yahut kutsallarından taviz verilmeyeceğini ilan etmelidir.
Üçüncüsü; düşmanın gerçek kimliği vurgulanmalı; dost bilinmelidir. Bush, yöneticilerimizi ve halklarımızı İran’ın düşman oluğuna ikna etmeyi istemektedir. Buna göre İsrail bir dosttur, kardeştir, sevgilidir, komşudur. Ona barış eli uzatmalıyız. Acaba bundan da sahte, daha saptırıcı, daha münafıkça bir sahtekarlık olabilir mi?
Düşmanın ve dostun kimliğine vurgu yapılmalı; hükümetlerimiz ve halklarımız Bush’a sadece kendi ve Filistin’deki hastalıklı işgalcinin çıkarlarına yarayacak bir savaşa katılmamalıdır. Zira böylesi bir savaş ülkelerimizi yıkacak; halklarımızı gereksiz savaşlar sonucu öldürecek ve davamıza hiçbir şey kazandırmayacaktır.
İkinci meseleye gelince; Şu günlerde özellikle de Bush’un ziyaretinden sonra Filistin’deki kardeşlerimiz ve halkımız büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Özellikle de Gazze Şeridi’ne her gün operasyonlar düzenlenmektedir. Dün savaş uçakları kullanıldı ki bu çok tehlikeli bir gelişmedir. Tüm yollar ve kapılar kapatıldı. Gazze’ye uygulanan kuşatma artırıldı. Gazze her gün şehitler kurbanlar vermektedir. Açlığa, karanlığa, kuşatmaya sabretmektedir.
Filistin konusunda sorumluluk
Peki bu durum karşısında liderlerin sorumluluğu nedir? Bu ümmetin halklarının sorumluluğu nedir? Yoksa Gazze Şeridi’ni kendi kaderine mi terk edecekler? Ümmetin cevabı nedir? Temmuz savaşında birçok kez çıkıp şunu söyledim: Araplara ve Müslümanlara dedim ki “sizden bir şey istemiyoruz. Biz Lübnan’da elimizdeki imkanlarla savaşacağız.” Ancak bugün İmam Hüseyin’in Aşura’sında tüm Arap ve Müslümanlardan, hükümetler ve halklar olarak Gazze Şeridi’nin yanında yer almaları çağrısında bulunuyorum.
Gazze Şeridi her taraftan kuşatılmıştır! Katliama, toplu kıyımlara maruz kalmaktadır. En basitinden Gazze Şeridi’ne uygulanan ambargo kalkmazsa, bu durum olduğu gibi sürerse, bu ümmetin hiçbir ferdi hareket etmezse ümmet zelil olacak; insanlığından, dininden, milletinden yoksun kalacaktır. Zira bu insanlar kaderine terk edilemez. Bir zalim sandalyesini korumak için; işgalini ve toprak gaspçılığını sürdürmek için kadın, çocuk, yaşlı, masum demeden Gazze Şeridi’ndeki insanları katletmektedir. Bu noktada tüm ümmet gerçekçi bir duruş sergilemekle mükelleftir. Susmak caiz değildir. Sessiz kalmak caiz değildir.
Yeni bir savaşta bölgenin kaderini değiştiririz
Üçüncü meseleye gelince; İsrail’in Lübnan sınır saha ihlalleri artık olağan hale gelmiştir. Ben sadece hava sahası ihlallerinden bahsetmiyorum. Sivillere saldırılıyor; siviller kaçırılıyor; siviller tutuklanıyor. Saatler sonra bırakılıyorlar. Ben Lübnanlılara ve diğer dünya ülkelerine soruyorum. Eğer bazı Lübnanlılar –Hizbullah’tan ve direnişten bahsetmiyorum- ileri köylerde yaşayanlar bir İsrailli çobanı, çiftçiyi ve tarla çalışanını kaçırsa ne olurdu?
Tabi ki hemen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplanırdı. Dünya ayağa kalkardı. İsrail’e Lübnan’a savaş açma hakkı tanınırdı. Ama Lübnanlı çiftçiler, çobanlar ve balıkçılar Birleşmiş Milletlerin gözü önünde kaçırılıyorsa buna daha fazla sessiz kalamayız! Ben onları uyarıyorum. Bu konuda çok ciddiyim. Onlar bizim bu tür konularda ne kadar ciddi olduğumuzu biliyorlar. Bu konuda sessiz kalamayız. Bir gün cevap veririz.
Ara sıra dile getirilen İsraillilerin Lübnan’a saldırma yahut yeni bir Lübnan savaşı başlatma tehditlerine gelince; şu anda İsrailliler siyasi ve askeri komutanın yanı sıra böylesi bir savaşa girişecek orduya sahip olduklarına inanmıyorum. Ancak buna karşılık bizler her halükarda direnişe hazırız. Direniş gerçekten hazırdır; geçen yıl 14 Ağustos zafer kutlamalarında söylediklerim bir kızgınlık yahut hamaset ürünü değildi. Duygusal değildi. Güven vermek için değildi.
O gün demiştim; bugün de tekrar ediyorum: Eğer İsrail Lübnan’a yeni bir savaş açmaya kalkarsa Allah’ın izniyle onlara savaşın gidişatını ve tüm bölgenin geleceğini değiştirecek bir savaş vaat ediyorum. Her gün söylediklerimin ve tehditlerimin doğruluğuna şahit oluyorlar. Biz savaş istemiyoruz. Ancak birinin ülkemize, kentlerimize ve köylerimize saldırmasına da şiddetle karşı duruyoruz.
Esir değişimi meselesi
Dördüncü meseleye gelince; üçüncü meselenin devamı olarak esirler meselesi gelmektedir. Her zaman esirlerin ailelerine ve evlerine döndürüleceğine dair verdiğimiz sözün arkasındayız. Ancak bu İsrailliler işi uzatıyorlar. Çünkü zayıflar; ezikler. Doğal bedeli, insani bedeli ödeyemiyorlar.
Bugün basına aracılığıyla düşmanla pazarlığa girmek istemiyorum. Amacım size ve bu düşmanın halkına şu söylemektedir. Temmuz savaşı, ordusu eskiden halkına sadakati ve dikkatiyle bilinen İsrail’in gerçek yüzünü göstermiştir. Bu ordu gerçekleri ve doğruları saptırmaktadır.
Bugün son televizyon röportajımda da işaret ettiğim bir gerçeği vurgulamak istiyorum. Bunu baskı yapmak için söylemiyorum. Sadece gerçekleri belirtmek için söylüyorum: Ey Siyonistler! Ordunuz size yalan söylüyor. Ordunuz size bir savaş girdiğinde zafer kazandığını ve gerisinde ölü ya da yaralılarını bırakmadığını söylüyor; gurur duyuyordu. Bunun ordu kültürlerinin bir parçası olduğunu savunuyordu.
Size diyorum ki; ordunuz askerlerini cesetlerini köylerimizde ve tarlalarımızda geride bıraktı. Mücahitlerimiz savaşıyor, çarpışıyor, öldürdükleri siyonistlerin cesetlerini topluyorlardı. Ben normal cesetlerden de bahsetmiyorum. İsraillilere diyorum ki: Elimizde askerlerinizin başları var; elleri var; ayakları var! Yarım yamalak cesetler var. Dörtte üçü, dörtte ikisi var.
Acaba İsrail ordusu bu askerlerin ailelerine ne söyledi? İsrail, ben elimizde siyonist askerlerin cesetleri var, dediğimde yalanlamıştı. Ancak hemen geri adım attılar. Çünkü bizim yalan söylemediğimizi, boş iddialarda bulunmadığımızı, sadece gerçeği söylediğimizi biliyorlar.
Benim burada amacım bu ordunun gerçekçiliğini dahi kaybettiğidir. Önceleri böyle bir iddiaları vardı. Ben bir iki üç tane cesetten bahsetmiyorum. İslami direnişteki mücahitlerinizin elleriyle öldürülen birçok askerlerinden bahsediyorum.
İmam Musa Sadr konusunda Arap Birliği’ne ve İKO’ya çağrı
Bu bağlamda esirlerden bahsetmişken; İmam Seyyid Musa Sadr’ı hatırlatmak istiyorum. O direnişin kurucusu, komutanı, imamı, yoldaşıdır. Bu noktada Arap Birliği, İKO’ya çağrıda bulunuyorum. Bu haklı konuda bizim yanımızda dursunlar. Bu büyük imamın tekrar cihad, hizmet ve faaliyet geri kazanmamıza yardım etsinler.
Lübnan siyasi sorunları
Beşinci mesele Lübnan’ın iç işleri konusunda; biz adalet ve insaf istiyoruz. Biz yahut başkaları işi ipoteğine alsın, değil! Bu ülke ancak ulusal birlikle ayakta durabilir. Yadırgıyorum! Bazı Arap yetkililer bize azınlıktan, çoğunluktan, demokrasiden, demokraside kabul edilebilir olan veya olmayandan bahsediyorlar! Kendi rejimlerinin ne durumda olduğunu biliyorsunuz! Ne azınlık var, ne çoğunluk var, ne demokrasi var, ne de başka bir şey var!
Lübnan’da özel bir toplum yapısı var. Bugün eğer halk çoğunluğundan yahut azınlığından söz edersek bu çoğunluğun kimin yanında olduğu bellidir! Ancak biz burada ipotekle işlerin yürümeyeceği bir ülkeden bahsediyoruz. Bu ülke birilerini ötelemekle, birilerini ikinci plana atmakla yürümez. Bu ülke ancak dayanışmayla yürür. Bugün birileri vakit kaybettiriyor. Bunların muhalefeti “ayak diretmeyle” suçlamasının anlamı nedir?!
Örneğin Arap inisiyatifine karşı ayak diretmeyle suçlamaları... Yahut muhalefet bunları Arap inisiyatifine karşı ayak diretmeyle suçlasın! Ne fark eder! İki taraf da vakit kaybediyor. Araplar gece gündüz gerçekçi bir uzlaşma için arabuluculuk yapmalıdır. Bu arabuluculuk gerçekçi bir katılım zemininde temellendirilmelidir. Bir tarafa teslim olması; diğer tarafın ipoteğini kabul etmesi için baskı yaparak bir sonuç elde edilemez.
Biz Arap inisiyatifini olumlu karşıladık. Bugün de aynısını söylüyorum. Tarafların temsilcilerinin görüşmelerini olumlu karşılıyorum. Bizi bu görüşmelerde temsil eden kişiye olan tam güvenimi de vurguluyorum. Bu çabaların sonuca varmasını diliyorum.
Her halükarda vakit harcayanlara diyorum ki; muhalefetin zayıflamasına, geri adım atmasına; haklarından vazgeçmesine oynuyorsa yanılıyor! Lübnan krizini uluslararası arenaya çekmeye çalışanlar hiçbir fayda elde edemeyecekler.
Burada 1559 sayılı kararından üzerinden ne kadar geçti! 2004-2005-2006-2007. Ne oldu? Hiçbir şey! Tüm dünya birleşip bir sabırlı ve mücadeleci bir halka yahut bir ulusal bağımsızlık hareketine bir kararı dayatsa bur bir işe yaramaz! Eğer bu yola başvuran insanlar bu şekilde bize boyun eğdirebileceklerini sanıyorlarsa “Zillet bizden uzaktır” diyen şu insanların sesine kulak versinler!
Daha önce de söylediğim gibi; eğer arabuluculuklar ve inisiyatifler başarısız olursa kapının önünde beklemeyeceğiz. Muhalefet sorumluluğunu yerine getirecektir. Toplumsal, yaşamsal taleplerin arkasında saklanmayacağız. Ne çarşıdaki ekmeğin, ne kesilen elektriğin peşindeyiz. Bölgeler arasında yaptığınız dağıtım ayrımcılığı ilgili kuruluşlara bırakıyorum. Bizim siyasi hedefimiz açıktır.
Tüm sorunların çözümü için ulusal bir yönetim şarttır. Tüm sorunların çözümü yönetimdedir. Bu yönetim halka iki gözüyle değil tek gözüyle bakmakta; halkı özel şirketi gibi görmektedir. Böyle hiçbir iç sorun çözülmez. Biz adalet, insaf talep ediyoruz. Toplumsal sloganlara sarılmıyoruz. Siyasi talebimiz var. Lübnan’ı ne Amerikan projesine, ne Amerika’ya ne de birilerinin ipoteğine bırakırız.
Ey kardeşlerim, bacılarım!
Her yıl Aşura’nın sonunda Hüseyin’e biatimizi tazelediğimiz gibi, tüm mazlumlara desteğimizi vurguladığımız gibi direniş topraklarından, 33 gün boyunca bombalanan ama iradesi kırılmayan Dahiye bölgesinden sesleniyoruz. Lübnan’da direnişe bağlıyız. Filistin’deki direnişi destekliyoruz. Irak’ta direnişi destekliyoruz. İşgale maruz kalan her ülkede direnişi destekliyoruz.
İmam Hüseyin’e dün gece dediğimiz gibi bugün de imanımıza, bağlılığımıza, bilincimize ve irademize dair bildiği hakikati tazeliyoruz. Diyoruz ki evlerimizi yıksalar seninle olacağız demiyoruz; evlerimizi yıktılar ama biz hala seninleyiz ve seninle kalacağız, diyoruz! Eğer çocuklarımızı, kadınlarımızı, yaşlılarımızı öldürseler seninle kalacağız, demiyoruz; diyoruz ki 25 yıldır özellikle de Temmuz Savaşında çocuklarımızı, kadınlarımızı, yaşlılarımızı, erkeklerimizi öldürdüler ve biz seninle kalacağız; diyoruz!
Aşura gününde erkek, kadın, genç, çocuk senin yolunu, çizgini izleyeceğimize dair söz veriyoruz. Önümüzdeki başka bir seçenek yoktur. Hepimiz sözlerini tekrarlayacağız. Senin sözlerini tekrar edeceğiz: “O alçak oğlu alçak George Bush ve İsrailoğulları peygamberlerinin soyundan olduğunu iddia eden Olmert bizi ölümle zillet arasında muhayyer bıraktı!”
Hüseyin’in gününde Hüseyin’e ne diyorsunuz: “Zillet bizden uzaktır”...
Çeviri: Yakındoğuhaber