Amerika’nın yeni stratejisi: Direnişi kuşatma

03 Nisan 2008

YDH-Dr. Abdulvahab el-Efendi, Londra’da yaşayan Sudan asıllı bir akademisyendir. İslam ve Modernliğ Yeniden Düşünmek, Turabi Devrimi, Nasıl Bir Devlet gibi eserleri Türkçeye çevrilen El Efendi, bu yazısında Amerika’nın Ortadoğu’da izlediği stratejinin taktik adımlarını inceliyor.

YDH-Dr. Abdulvahap el-Efendi, Londra’da yaşayan Sudan asıllı bir akademisyendir. İslam ve Modernliğ Yeniden Düşünmek, Turabi Devrimi, Nasıl Bir Devlet gibi eserleri Türkçeye çevrilen El Efendi, bu yazısında Amerika’nın Ortadoğu’da izlediği stratejinin taktik adımlarını inceliyor.

Amerika’nın yeni stratejisi: Direnişi kuşatma

Arap, Batılı ve İsrail kaynaklarından sızan bilgilere göre Hizbullah komutanlarından İmad Muğniye suikasti, Amerikalı istihbaratçılar tarafından birtakım Arap çevrelerin yardımıyla gerçekleşti.

Aslında bu suikastten Amerika’nın mı yoksa İsrail’in mi sorumlu olduğu o kadar önemli değil. Zira her iki yönetim Neo-conların Washington’daki kontrolü ele aldığı döneminde artık iç içe geçmiş durumda. Zira neo-conlar Amerika’dan daha çok İsrail’e bağlı ve birçok olay karşısında İsrail’den daha radikal tavırlar alıyorlar.

Şu da var ki Amerika’nın bu suikastteki rolü, Muğniye’nin kanını her iki kabile arasında bölüştürmüş olacaktır. Bu durumda da Hizbullah’ın el-Kaide gibi herkesin uzak durduğu bir dönüşüme girmeden intikam alması zorlaşacaktır.

Bu durumda bu suikastin İsrail’i destekleme ve bölgeyi Filistin ve Lübnan’dan başlamak ve İran ve Suriye’yle devam ettirmek suretiyle yeniden şekillendirme gibi çok boyutlu projenin bir parçası olarak görmek gerekir.

Görülen o ki Bush yönetimi ve bu yönetim içerisindeki İsrail yanlıları İran’la hesaplaşmayı ertelemek istemiyor. Zira bu ekip, bu yönetimin halefi olan demokratların istenileni yerine getirmeye yanaşmamasından korkuyor.

Ancak İran’a yapılacak herhangi bir saldırı durumunda da İran intikamını Suriye ve Hizbullah aracılığıyla İsrail’den alabilir. Zira İran da direkt olarak Amerika’dan intikam alamaz. Bu durumda başvuracağı yöntem, Amerika’nın Irak ve Körfez’deki çıkarlarını vurmak ve İsrail üzerinde yanıt vermek şeklinde olacaktır.

Şu halde İran’a karşı ciddi bir adım atılmadan önce Hizbullah ve Hamas ortadan kaldırılmalı; Suriye vurulmalı yahut pasifize edilmelidir.

Nitekim Hamas’tan kurtulma çalışmaları bilfiil başlamıştır. Gazze’ye düzenlenen saldırıdan anlaşılan budur. Filistin tabanındaki ayrışma derinleştirilmek suretiyle de bunun altyapısı da başlamıştır. Bu İsrail ve müttefiklerinin hem eski hem de yeni amacıdır.

Bilindiği üzere Oslo Anlaşması’nın amacı Filistinlileri yine Filistinlilere kırdırmaktır. Oslo anlaşması, Filistin polisini sadece Filistin’de güvenliği sağlamak koşuluyla kabul etmiştir. Bunun anlamı da bu güçlerin, başta Hamas olmak üzere Oslo muhalifleriyle mücadele etmesidir.

İsrail’in “terörist Yaser Arafat”la bu anlaşmayı imzalamasının tek nedeni Filistin Kurtuluş Örgütü’nden daha sert bir düşmanla karşı karşıya kaldığını görmesidir. Ancak lider Arafat zeki idi ve İsrail’in planına birebir karşılık vermedi. Bilakis Hamas’ı İsrail’e karşı bir baskı aracı olarak kullanmayı seçti. Böylece İsrail’in planı ters tepti; en azından yakın vadede sonuç getirmedi.

Ancak Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başına geçen yeni ekip İsrail’in şartlarını uygulamaya daha yatkındı. Bu ekip, bu bakımdan aynı Lübnan’daki yeni hükümete benziyordu. Aynı şekilde resmi Arap rejimleri içerisindeki genel eğilim de Amerika’nın planlarına yakın durma noktasında seyrediyordu. Bugün büyük Arap ülkeleri Abbas’a ve Şam yönetimine Hamas’ın ve Hizbullah’ın pasifize edilmesi noktasında büyük bir baskı uyguluyorlar. Diğer yandan da Sinyora hükümeti ve müttefiklerine tam destek veriyorlar.

Bu çıkış itibariyle Amerika’nın planının büyük ölçüde Afganistan senaryosuna benzediğini söyleyebiliriz. Yani Amerika, içerideki Arap güçleri kullanarak Hamas ve Hizbullah’a darbe indirmeye, Irak’ta ve diğer bölgelerde İran’ı karşılamaya çalışıyor.

Daha önceleri de Amerika ve İsrail’in bölgeyle ilgili kurdukları entrikaların hiçbir zaman gizli olmadığını savunuyorduk. Bize göre bu entrikalar okuyan ve dinleyen herkes için aşikardır. Bazı Araplar 1990 Kuveyt Savaşı sonrası 1974’de yayınlanan ve Amerika’nın petrol kaynaklarını kontrol etme planından bahseden makaleleri keşfettiler.

Okuyucularımız hatırlar: Meşhur Amerikalı diplomat George Kennan’ın(1) ölümü münasebetiyle 2005 yılında ABD’nin Sovyetler Birliği’nin nasıl kontrol almayı planladığını ele almıştık. Bu noktada da Kennan’ın 1947 yılında Foreign Affairs’de Mister X künyesiyle yayınladığı makalesini gündeme taşımıştık.

Bizim iddiamız aynı şekilde ABD’nin Irak ve İran’ı kontrol almaya dönük planının ilk kez Washington Enstitüsü’nde 1993 yılı Mart ayında sunulan makaleye dayanmaktadır. Bu makalenin sahibi, o sırada ABD Başkanı’nın Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Ortadoğu İşleri Danışmanı olan büyükelçi Martin Indyk’dir.(2)

Daha sonra Indyk’in çizdiği projenin politik detayları Clinton’un Ulusal Güvenlik danışmanı Anthony Laye (3) tarafından 1994 yılında yine Foreign Affairs’de yazıldığı şekilde belirlenmiştir. Bu politikalar basın organlarında ve uzman çevrelerde tartışılmıştır.

İran konusundaki şu anki politikalar için de aynı şeyleri söylemek mümkündür. Geçen yıl Mart ayında The New Yorker dergisinde yayınlanan Yeniden Yönlendirme başlıklı makalede(4) Seymour Hersh(5), yeni stratejiden ayrıntılarıyla bahsetti. Bu strateji Arap komuşlarından yararlanmak suretiyle İran’ı kuşatmaya dayanıyordu. Hersh ayrıca ABD’nin Suudi Arabistan’la işbirliği yaparak Hizbullah’ı zayıflatma amacıyla gerçekleştirdiği gizli operasyonlardan söz etti.

Hersh, yeni stratejinin ABD Başkan yardımcısı Dick Cheney tarafından yönetildiğini söylüyordu. Cheney, Amerika’ya dost olan Sünni Arap ülkeleri ile İsrail arasında gizli bir ittifak kurmuştu. Hersh, yeni politikanın Amerika’nın Irak direnişini kontrol altına almasını zorlaştıracağından bahseden analistlerin görüşlerine yer verdi. –Ki dikkat edilirse bu makale Uyanış Konseyleri kurulmadan önce yayınlanmıştır-

Hersh, aynı makalede İran asıllı bir Amerikalı akademisyen olan Veli Nasr’dan(6) şöyle bir görüş aktarıyor. Nasr, Suudi Arabistan’ın destekli selefi eğilimli Irak direnişini Afganistan’da el-Kaide’nin oluşumuna zemin hazırlayan gelişmelere benzetiyor ve sonuçlarına karşı uyarıyor. Ancak Hersh Amerikan hükümetinden bir kaynağa dayandırarak Suudi Arabistan’ın bu sefer eli altındaki selefileri kontrol etme güvencesi verdiğine değiniyor.

Diğer yandan Veli Nasr, Foreign Affairs dergisinin sondan bir önceki sayısında Ray Takeyh(7) ile birlikte kaleme aldıkları makalede(8) Amerika’nıun yeni politikasını eleştirmiş; bu politikanın bölgeye istikrarsızlık getireceği uyarısında bulunmuştur.

Nasr ve Takeyh yeni politikanın Hamas’ı dışlama ve İsrail ile Filistin Yönetimi arasında Arap müttefiklerin desteğiyle bir anlaşma sağlamaya; Hizbullah’tan kurtulma ve İran ile komşularının arasını açmaya dayalı olduğunu söylemektedir. Ancak her iki yazar da bu politikanın başarılı olacağından şüphe duymakta ve İran’la ilişkilerde soğuk savaş yöntemlerinin kullanılmasının yarar sağlamayacağı kanaatindedirler. Nitekim onlara göre ABD aynı politikayı daha önce Irak’ı ve Körfez ülkelerini İran’a karşı kışkırtmak suretiyle uygulamış; ancak bu politika başarısız olmuş; radikal selefiliği yükselişe geçirerek ters etkiler yaratmıştır.

Dolayısıyla ABD’nin yeni politikası açıktır. Ayrıntıları birtakım makalelerde yayınlanmıştır. Washington’da da tartışılmaktadır. Yine Arap müttefiklerin verdikleri gizli taahhütler ve oynamaları gereken rollerle ilgili bıktırıcı detaylar da vardır. Ancak Arap aktörlerin yakın ve uzak tecrübeleri tüm bu yayınların planların seyrini etkilemeyeceğini göstermektedir. Belki plana katılan Araplar görevlerini gerektiği gibi yerine getiremeyecektir. Ancak hedefte olan Araplar plan sahiplerine kolaylık sağlayacak şekilde hareket ederek ABD’nin işini kolaylaştıracaktır.

Nitekim Irak ve Kuveyt’in işgali konusunda bunlar olmuştur. Aynı şey daha önce 1967 savaşında yaşanmıştır. Yine Hamas, Oslo oyununa katılarak bu plana güçlü bir aktivite kazandırmıştır. Eğer şu anki yöntemini devam ettirmeyi sürdürürse de proje sahiplerine daha büyük imkanlar sağlayacaktır.

Hizbullah’a gelince, o şu ana kadar uyanık kalmıştır. Özellikle de bir iç savaşa karışmamak suretiyle. Böyle bir savaşa karışması kendisini haklayacak darbeye imkan sağlayacaktır. En azından kendisini bir taifenin milis gücü olarak dönüştürmüş olacaktır.

Ancak son gelişmeler ona başka bir fırsat bırakmayabilir. İran’a darbe indirmek için Hizbullah’ı devirmek isteyen güçlü taraf, en karlı kartın Lübnan’da bir iç savaşın fitilini ateşlemek olduğunu bilmektedir.

Nitekim son operasyonlar ve tahrik eylemleri, ABD ve müttefiklerinin Hizbullah’ın kabul edebileceği hiçbir çözüme razı olmaması bu bekleyişin çok fazla sürmeyebileceğini göstermektedir. Eğer bu süreç uzuyorsa bunda İsrail’in tamamlayamaya çalıştığı füze kalkanı inşasının etkisi olabilir. Zira İsrail 2006 yazında yaşadıklarını tekrar yaşamak istememektedir. Hele İran ve Suriye bu savaşa aktif suretle katılmak durumunda kalırsa...

Her halükarda bu planlarının ABD içerisinde yayınlanıp tartışılması uygulanmayacağı anlamına gelememktedir. Tarih bunu taksitle bile göstermiştir. Irak vurulmadan önce de önce kuşatma, sonra silahlanma ve uçuş yasağı, ardından savunma kuvvetlerinin pasifize edilmesi gibi süreçler yaşanmış ardından birtakım suçlamalar altında kalmıştır.

Bugün aynı etkileri İran ve Suriye’ye uygulanan yaptırımlarda görmekteyiz. Bu iki ülkeye de ekonomik ve silah ambargosu uygulanmaktadır. Hizbullah’a karşı politik kuşatma uygulanmakta; Hamas da kuşatma altına alınmakta ve üst üste darbelere maruz kalmaktadır.

Önceki tecrübelere bakılırsa rakibin saldırı yöntemi ve vaktini belirlemesine izin verilirse ve beklenirse muhakkak hezimet gelecektir. İşin tehlikesi hedefteki tarafın uygulamadığı tehditleri dile getirmesiyle daha da artacaktır. Nitekim Saddam, İsrail’in yarısını yakacağını söylemiştir. Yine İran cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın sözlerinden İsrail’i güç kullanmak suretiyle ortadan kaldırmak istediği anlaşılmıştır. Daha da açık tehdit İmad Muğniye’nin cenaze töreninde konuşan Seyyid Hasan Nasrullah’ın İsrail’in sayılı günleri kaldığına dair sözleridir.

Bu tür tehditleri savuranlar karşılaşmada ilk kurşunu sıkmış gibidir. Eğer bu kurşunu attıktan sonra oturup beklerlerse sonuçlarına da kendisi katlanır.

 

Al Quds Al Arabi, 04.03.08

 

Çeviri: Yakindoguhaber

 

Dipnotlar:

 

(1) Amerika Birleşik Devletleri’nin Sovyetler Birliği büyükelçisidir. Uzun yıllar ABD Dışişleri’nde çalıştı. 40 ve 50’li yıllarda dış politika planlayıcısı olarak bilindi. Soğuk Savaş “mühendisi” olarak tanınan Kennan (http://en.wikipedia.org/wiki/George_F._Kennan)

(2) Yahudi asıllı diplomat Indyk, ABD’deki en büyük Yahudi Lobisi olan AIPAC’de araştırma yöneticiliği yapmıştır. (http://en.wikipedia.org/wiki/Martin_Indyk)

(3) Lake, birçok demokrat başkana danışmanlık yapmış deneyimli bir diplomattır. (http://en.wikipedia.org/wiki/Anthony_Lake)

(4) Hersh’in “Yeniden Yönlendirme” başlıklı makalesinin çevirisi 4 bölüm halinde Yakindoğuhaber’de yayınlanmıştır: http://www.yakindoguhaber.com/haber_detay.php?haber_id=2677

(5) Pulitzer ödüllü Amerikalı gazetecidir. The New Yorker Dergisi’nde askeri ve güvenlik konularında makaleler yazmaktadır. (http://en.wikipedia.org/wiki/Seymour_Hersh)

(6) Ünlü felsefeci ve bilim tarihçisi Seyyid Hüseyin Nasr’ın oğlu olan Veli Nasr, 2006 yılı Ağustos ayında ABD Başkanı George Bush’a Irak’taki şiddetin dinamiklari konusunda birifing vermiş bir akademisyendir. (http://en.wikipedia.org/wiki/Vali_Nasr)

(7) Amerikalı akademisyen Ray Takeyh İran uzmanı olan bir akademisyendir.  (http://en.wikipedia.org/wiki/Ray_Takeyh)

(8) http://www.foreignaffairs.org/20080101faessay87106/vali-nasr-ray-takeyh/the-costs-of-containing-iran.html