YDH-Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid hasan Nasrullah, İmad Muğniye’nin terörist bir saldırı sonucu hayatını kaybetmesinin 40. Günü dolayısıyla Beyrut’ta bir konuşma yaptı. Nasrullah, konuşmasında şunları söyledi.

 

Bismillahirrahmanirrahim,

 

Hac İmad Muğniye münasebetiyle yeniden bir araya geldik. O, bizi bir araya topladı, bundan sonra da toplayacak. 40. Gününde ona veda etmiyoruz, tersine onun varlığını her zamankinden daha güçlü bir şekilde hissediyoruz. O daima aklıyla, bilinciyle, okuluyla, programıyla, azmiyle, yüksek ahlakıyla, hoşgörüsüyle, Allah’a kulluğuyla öncü ve bayraktar olarak aramızda daima var olacaktır.

 

40 gün geçti, biz onun ailesinde de diğer şehit ailelerinde olduğu gibi sabırdan başka bir şey görmedik. Kardeşlerinde direniş için onun yolunu sürdürme, onun hedeflerini gerçekleştirme konusunda azim ve kararlılıktan başka bir şey görmedik. Onun halkında daha güçlü bir varoluştan başka bir şey görmedik. Onun düşmanlarında da onun ruhundan, kanından, intikamından, yolundan ve vaadinden duydukları korku ve endişeden başka bir şey görmedik. Evet, büyük şehitler böyledirler. Büyük intikamcılar ve büyük kahramanlar böyle olacaktırlar.

 

Kardeşlerim,

 

Bugün İmad Muğniye’nin şehadetinin 40. Gününü anıyoruz, bu gün Müslümanlar ve Hıristiyanlar için bayram kabul edilen bir güne denk geldi. Ben bu büyük bayramı, sizler adına Müslümanlara ve Hıristiyanlara tebrik ediyorum. Bu bayramlar iki yüce şahsiyetle ilgilidir. İsa Ruhullah (A) ve Allah’ın yüce Peygamberi Muhammed bin Abdullah (S)… Bu iki yüce şahsiyetin her biri birkaç milyarlık birer ümmete dönüştüler. Biz Müslümanlar ve Hıristiyanlar, özellikle çağımızda bu yüce peygamberlerin öğretilerine her şeyden çok daha fazla ihtiyaç duymaktayız. Bu ilahi şahsiyetler, Allah’ın insanlığa bahşettiği en yüce nimetlerdir. Bizler onların hayatlarını ve öğretilerini örnek almalıyız. Onlardan söz ettiğimiz zaman Allah’a iman ve güvenden, fedakarlıktan, sebattan, halka hizmetten, Kudüs ve Kabe’den söz ediyoruz. Onlardan söz ettiğimiz zaman, ilahi önderlerden söz ediyoruz. Aklımızla ve kalbimizle onlara kulak verirsek dünyadaki tüm sorunlara ve tehlikelere karşı koyabiliriz.

 

Direniş ve onun şehidi İmad Muğniye’den söz etmeden önce bu ilahi şahsiyetlerin kazanımlarından söz etmek istiyorum.

 

Daha önce bazı ressamlar ve yazarlar, Mesih’e (A) ve annesi Meryem’e (S) ifade özgürlüğü bahanesiyle saldırıda bulundular. Şimdi de İslam peygamberi Hz. Muhammed’e (S) saygısızlıkta ve hakarette bulunuyorlar. O da aynı bahaneyle saldırıların hedefi haline getirildi. Bu olaya, hangi dinden olursa olsun tüm insanların tepki göstermesi gerekir.

 

Allah’ın peygamberine iman, kişisel bir inanç meselesidir; ancak ona hakaret farklı bir meseledir ve bunun ifade özgürlüğüyle hiçbir ilgisi yoktur.

 

Avrupa’ya bakın, geçmişte, Fransa’da bir bakanlık görevlisi İsrailli askerler Filistinli çocuklara ateş açıyor diye bir makale yazdığı için işten çıkarıldı. Bu ifade özgürlüğü değil midir? Ama eğer 1 milyar 400 milyon kişinin peygamberine hakaret edilirse bu ifade özgürlüğü oluyor, Avrupa’daki bazı bakanlar da bunu böyle izah ediyor. Bir şey İsrail’le ilgili olunca neden tüm yasaklar ortadan kalkıyor? Roger Garody gibi büyük bir filozof, holokost meselesini inceleyince mahkeme ediliyor, halbuki o bilimsel bir araştırma ortaya koyuyor. Ancak peygambere hakaret kabul edilebilir bir şey sayılıyor!

 

Bu meseleye tüm dünyanın tepki göstermesi gerekiyor. Şunu bilmeliyiz ki, bazı Amerikalı ve Siyonist gruplar, İslam dünyasıyla Hıristiyanlar arasında Avrupa’da büyük bir çatışma çıkarmaya çalışıyor. Dikkatli bir gözle bakmalı ve bu hareketlerin arkasında kimlerin olduğunu görmeliyiz. Onların istediği ve sonunda da İsrail’le ABD’nin kazanacağı bir savaşa girmemeliyiz. Tepki sesleri yüksek çıkmalı, bununla birlikte bu tepkiler hikmet ve dirayetle ortaya konmalıdır. Avrupalıların bu paravanın arkasında kimlerin olduğu konusunda aydınlatılması gerekmektedir.

 

Kardeşlerim,

 

Direnişe ve İmad Muğniye’nin şehadetine dönecek olursak, bu konuda dikkatinize sunmak istediğim temel bir mesele var.

 

İsrailliler bugün savaş konusunda her zamankinden daha ölçülü bilinçli söz ediyorlar. Onlar, bölge halklarıyla bilinçli bir savaştan söz ediyorlar, doğru da söylüyorlar. Bununla birlikte onlar bilinçli savaşta mantıkla, bilimle ve istidlalle konuşmuyorlar. Katliam, cinayet, yıkım, terör, aç bırakma ve abluka diliyle konuşuyorlar.

 

Diyorlar ki biz Gazze’ye abluka uyguluyoruz; çünkü Filistinlilere füze fırlatmanın onlara pahalıya mal olacağını söylemek istiyoruz. İsrailliler Filistinlilerin bu bilincini ortadan kaldırmayı ve onlara bu düşüncenin yanlış olduğunu göstermeyi amaçlıyorlar.

 

Onlar anlatmak için katletmekten, öğretmek için terörden, uyandırmak için ablukadan söz ediyorlar. Bunlar İsrailliler için bilinçli savaşın araçlarıdır.

 

Onlar, tüm dünya çapında hatta ABD’nin ve Siyonistlerin nüfuz ettiği Arap dünyasında büyük bir medya gücüne sahipler. Bu bilinç ortadan kaldırılırsa, sonuçta biz teslim olmuş olacağız ve yenileceğiz. Onlar bu kanlı savaş yoluyla bizim zayıf ve aciz olduğumuzu söylemek istiyorlar. Onlar bize bizim zafer konusunda hiçbir ümidimizin olmadığını söylüyorlar, onlara göre biz ümitsizliğe kapılıp yok olmalıyız.

 

Diyorlar ki tüm dünya size sırtını döndü, Gazze’de veya Kana’da sizler öldürülürken, dünya sizinle ilgili hiçbir şey söylemiyor. Sizin ve direnişinizin hiçbir geleceği yok; çünkü İsrail, hiçbir gücün karşı koyamayacağı ebedi bir güçtür ve İsrail’e karşı gösterilecek her türlü direniş yenilmeye mahkumdur.

 

Ondan sonra da maalesef bazı zayıf kişiler, direniş konusundaki zayıflıklarını itiraf etmek yerine gerçeği değiştirerek “direniş, akıl ve mantık dışı bir seçenektir” diyorlar.

 

Yaşlı birisi işgalcilerle mücadele edecek olsa onun mücadelesini “ölüm kültürü” diye niteliyorlar. Onlara göre yaşama kültürü, kan dökücü düşmanla nasıl iyi geçinirim ve uzlaşırım ve iyi bir komşu olurum ve birlikte yaşarım kültürüdür.

 

Mağlup ya da satılmış kalemler, kötülüklerle ve şüphelerle işbaşındadır. Bazı eski intikamcılar, cihatçılar ve direnişçiler (eğer direnişçi idiyseler) tutumlarını değiştirdiklerinde çok daha kötüdürler. Gelirler ve kendi yenilmişlik ruhlarından söz ederler; ancak bu ruh hiçbir zaman Lübnan halkının ve bizim ümmetimizin ruhu olmadı.

 

Evet, biz de önceleri Siyonistlerle bilinçli savaş yaptık. Ümmetteki bilinç ve düşman nezdindeki bilinç… Biz bu bilinçli savaşta yalnızca savunmada ve reaksiyonda kalmadık, aksiyonda ve hücumda da bulunduk.

 

Bugün sizin evlatlarınız, sizin direnişiniz, İmad Muğniye, Lübnan’da ve Filistin’de İsrailliler nezdinde yeni bir bilinç yarattı. Lübnan’da ve Filistin’de Siyonistlerle mücadele, büyük kazanımlar elde etti.

 

Geçmişe dönelim…

 

1982: Bu dönemde soru şuydu: İsrail’e karşı mücadele edilebilir ve onlara karşı direniş gösterilebilir mi? O dönemde söz konusu olan şey, İsrail’le savaşmanın bir delilik olduğuydu. Lübnan’daki direniş hareketleri 1982’den 2000’e kadar bu bilinci elde etti. Evet, dünyanın herhangi bir yerindeki özgür bir millet, mücadele edebilir, direnebilir, silah kuşanıp düşmanı üç gün genel yas ilan etmeye zorlayabilir. Bu bilinç Siyonistlerle bizim aramızda oluştu.

 

Sonraki aşamada dediler ki, direniş, Lübnan’ın direnişi olabilir ve Lübnanlı gençler silah kuşanabilir; ama yenilmez bir orduyu yenebilir mi? Bunun imkanı yok… Bu, Arap ordularını yenmiş bir ordudur, tüm dünyadan destek görmektedir. Bu şekilde bizim bilincimizi yaralamaya çalıştılar. Doğal olarak İsrail’in gösteri zaferlerini, Arapların gösteri yenilgilerini (mesela 1967 savaşı ki, bunun adına savaş bile denmez) örnek olarak gösterdiler.

 

Daha sonra İsrail’in imkanlarından söz ettiler ve düşmanı büyük göstermeye bizi de gücümüzden şüpheye düşürmeye çalıştılar. Bu savaşı da biz, 2000 yılında zaferle noktaladık. 25 Mayıs 2000’de büyük ve stratejik bir zafer kazandık ve İsrail ordusu güney Lübnan’dan çekildi. Fakat bu bir kültür ve zihniyet zaferiydi ve bunun cevabı 1982’de gizliydi. Bint Cubayl’de 25 Mayıs 2000’de bu ordunun yenilebileceği ve bunun mümkün olduğu ispat edildi.

 

Direniş 2000 yılında bir İsrail subayının ve erinin gerçek görüntüsünü dünyaya gösterdi. Bu, büyük bir kazanımdı ve bunun Filistin’deki etkileri de son derece derin oldu.

 

2000 yılından sonra soru değişti. 2000 yılındaki zaferden sonra artık Arap dünyası İsrail ordusu ile mücadele edilebilir mi diye sormuyor. İsrail ordusuna karşı konulabilir mi ve o yenilebilir mi diye bir soru artık söz konusu değil. Bundan sonra artık sadece şu soru var:

 

İsrail’in yok edilmesi mümkün mü?

 

2000 yılından önce bu soru imkansızdı. İlk ve ikinci intifadadan ve Lübnan Direnişinden önce bu soru bir tür hurafe ve delilikti. Bu yüzden de birçok Arap planı ve ulusal ve devrimci plan değiştirildi. Dediler ki gelin gerçekçi olalım, bize 1967’de verilenlerle yetinelim.

 

Bununla birlikte 2000 yılından sonra bu soru söz konusu edildi. Ben diyorum ki 2006’da bu soruya yeni ve güçlü bir cevap verildi. Çünkü 2006’daki savaşta ordu bizim topraklarımızda değildi ki ona karşı koyuyor olalım. Tersine Direniş, saldıran bir orduyla savaştı, onu mağlup etti ve Siyonist orduyla onların siyasi liderlerinin gerçek çehresini gösterdi.

 

İsrail’in görüntüsü kendileri açısından oldukça açıktır. Bombalanmaya, göçe ve sığınmacı durumuna tahammülü olmayan bir millet, 33 gün boyunca bombalanmaya ve sığınmacılığa tahammül etmek zorunda kaldı. Halbuki Filistin ve Lübnan halkı 60 yıldır bunlara tahammül ediyordu. İsrailliler buna 33 gün tahammül edemediler ve nitekim savaş İsrail’in yenilgisiyle sona erdi. İçerideki durumun çehresi de böylece ortaya çıkmış oldu ve böylece yeni soruya cevap verme imkanı doğdu.

 

Acaba, İsrail yok edilebilir mi? Evet edilebilir, bu mümkün…

 

Bu yüzden Hac İmad Muğniye’nin şehadetinden sonra ben bu noktayı kesin ve ilahi bir yasa olarak hatırlattım ve bu şekilde sonuçlanacak bir dizi faktör sıraladım.

 

Bazıları benim kültür ve medeniyetten uzak sözler söylediğimi ifade ettiler. Bazı bilimsel merkezler anketler yaptılar. Bu anketler gazetelerde de yayımlanıyor. Hac İmad’ın şehadetinden sonra bazı sorular söz konusu edildi. Ben şimdi iki sorudan ve bunların cevaplarından söz edeceğim.

 

Soru 1: Siyonist rejimin devrilmesi için faaliyet göstermeyi onaylıyor musunuz?

 

Bu soru, bu devrilmeyi istiyor musunuz sorusundan farklıdır. Bu soru, Siyonist rejimin devrilmesi için faaliyet göstermeyi istiyor musunuz sorusudur.

 

Bu soru Lübnan’da söz konusu oldu ve bu ikiye ayrılmasına sebep oldu. Savaşın dışına çıktı ve bu soruya Lübnan’daki tüm kesimlerin cevabı şu oldu:

 

Sünniler, yüzde 90.3 oranında bunu kabul ediyor ki bu cevap Lübnan’daki Sünnilerin gerçek tarihini ortaya koyuyor.

 

Hıristiyanlar, yüzde 70.4 oranında bu faaliyetleri onaylıyorlar.

 

Dürziler, yüzde 66 oranında bunu onaylıyorlar. Bunlardan bazıları da İsrail değil Suriye bizim düşmanımızdır diyor (Velid Canbolat’a kinaye)

 

Bu savaşlarda en çok kurban veren Şiiler de yüzde 94.3 oranında bu faaliyetleri onaylıyor.

 

Bu inanç, İmad Muğniye’nin şehadetinin büyük gerçekliğinden uzak mıdır?

 

Anketin ikinci sorusu ki yüzde 50’lik onay bile kabul edilebilir bir şeydir.

 

Siyonist rejimin çöküş sürecinde olduğuna inanıyor musunuz?

 

Lübnanlıların yüzde 55’i Siyonist rejimin çöküş sürecinde olduğuna inanıyor. Bu mümtaz bir sonuçtur.

 

Onlar, İmad Muğniye terörüyle bizi ümitsizliğe düşürmek ve bizim zayıf ve yenilebilir olduğumuzu söylemek istediler. Onlar bizim bilincimizi ortadan kaldırmaya çalıştılar. Fakat biz İmam Humeyni okulunun öğrencileriyiz. O derdi ki bizi öldürün; ancak şunu bilin ki bizim halkımız daha da bilinçleniyor.

 

Kardeşlerim,

 

İsrail, zayıflık, vehim ve yenilgi yönünde ilerliyor. Geçen haftalarda Gazze’de kanlı savaşlar yaşandı. Bazı Siyonistler bunu Gazze holokostu olarak niteledi. Dünya ve Araplar müthiş bir suskunluk içindeydi. Fakat acaba 2006 savaşından ibret alan Olmert, Barak ve Eşkenazi, Gazze’de kendi planlarını uygulayabiliyor mu?

 

Winograd’da ve her yerde zikredilen Lübnan savaşının ibret verici noktalarından biri de şuydu: Olmert, meseleyi büyütüyor ve gerçekleşmesi mümkün olmayan hedeflerden söz ediyor.

 

İbret aldılar mı? Gazze’ye bir bakın. Onlar gidip Gazze’yi muhasara ettiler. Gazze zaten uzun zamandır muhasara ve bomba altında… Gazze’ye gidip muhasara ettiler; ancak hiçbir ders almadılar.

 

Olmert, Gazze’yle ilgili olarak iki hedef söz konusu etti. Birincisi Filistinlilerin Yahudi yerleşim merkezlerine yönelik füze saldırılarının kayıtsız şartsız durdurulması, ikincisi de Hamas hükümetinin devrilmesi.

 

Bu iki hedef onların resmi olarak dile getirdikleri hedeflerdi. İsrailliler operasyonlarını başlattılar ve Lübnan’da olduğu gibi bu operasyonların en büyük kurbanları sıradan insanlar oldu. Lübnan’da da halkın Direniş’e karşı tepki göstereceğini ve böylece Direnişin yenileceğini sandılar. Aynı şekilde Gazze’de de halkın gösteri yapacağını ve Hamas hükümetinin düşeceğini sandılar. Tersine halk, İsrail’e karşı gösteri yaptı ve dünyayı onlara dar etti.

 

Füzeler fırlatılmaya devam etti. Filistinliler, kendilerini savunma konusunda füzeden başka bir şeye sahip değildiler. Başka seçenekleri olsa sorun yoktu; ama başka seçenekleri yoktu. İsrailliler, füze saldırısını kesin; Filistinliler ise siz de katliamları durdurun diyor. Bu füzeler, Filistinli aileleri ve evleri korumanın tek aracı… Füze saldırısını durdurmayı istemenin hiçbir mantığı yok…

 

Sonuçta operasyonlar durdu ve bu hedeflerden hiçbiri gerçekleştirilemedi. Şehitler verildi, evler tahrip edildi. Filistinli liderler zaferden söz ettiler, bu doğruydu. Fakat bazıları bunu tıpkı Lübnan’ın zaferi gibi küçük gördüler; çünkü onların zafere tahammülü yok. Halbuki bu tür açıklamalarla gerçekler değiştirilemez.

 

Şunu demek istiyorum ki İsrailliler, bizim zannettiğimizin aksine geçmişten hiç ibret almıyorlar, bu yüzden de Gazze’ye kara harekatı düzenlemeye cesaret edemiyorlar. Çünkü en küçük bir hasarda geri çekiliyorlar, işte İsrail ordusunun gerçeği budur.

 

Filistinli kardeşlerimizden korkan İsrail ordusu, Filistinlilere göre çok farklı imkanlara sahip olmamıza rağmen bizi güney Lübnan’a askeri operasyon düzenlemekle tehdit ediyor.

 

Ben Filistinli kardeşlerime diyorum ki, siz nihai zafere, bölgenin çehresinin değişimine bölge halklarının arzularının gerçekleşeceği güne şahit olacak bir nesilsiniz.

 

İsrailli Siyonistlere gelince… Size de şunu söylüyorum: Hac İmad’ın şehadetinin yedinci gününde dediğim gibi siz dehşet içindesiniz ve kaygılısınız. Sadece işgal altındaki topraklarda değil, tüm dünyada korku içindesiniz.

 

İzin verin korksunlar, sürekli olarak bize dayattıkları korku ve kaygıyı kendileri tatsınlar.

 

Lübnan’da bazı kaygılar oluştu. Bazıları korku ve endişeleri büyütmeye çalıştı. Böylesi bir savaş ihtimaline dayanan bazılarının halkı kaygıya sevk etmesi doğaldır. ABD savaş gemileri Lübnan sularına geldiği zaman, bazıları hayasız bir şekilde bundan memnuniyet duydu. Rice, “bu savaş gemileri çıkarlarımızı ve müttefiklerimizi korumak içindir” dedi. Halkın kaygılanması doğaldır.

 

Bazıları gece gündüz, ABD’nin İran’a veya İsrail’in Suriye’ye savaş başlatması propagandasını yaparken tüm bölgede kaygı atmosferi oluşuyor. Bazıları, birçok kişinin bölgeden kaçtığını söylüyor. Bunun gerçekle bir ilgisi yok. Bu yalnızca siz direnişçi halka yönelik bir psikolojik savaştır.

 

Savaş meselesi son derece basittir. Burada bu konuyu analiz edecek değilim. Fakat şunu söyleyebilirim ki ABD veya İsrail, İran’a, Suriye’ye veya Lübnan’a o kadar kolayca savaş açabilecek durumda değil.

 

2006 yılı öncesiyle sonrası oldukça farklıdır. Gazze tecrübesi de bu mantığı güçlendiriyor.

 

Bugün savaştan söz edenlere diyorum ki, Ben hiçbir ihtimali uzak görmüyorum; fakat savaş eğlence değildir. İsrailliler bunu başlatma kararını o kadar kolay alamazlar; çünkü Lübnan’da Direniş güçleri, direniş kültürü, direnişçi şehitlerin kanı ve direnişçi bir halk vardır. Genel toplamda yüzde 85 oranında Siyonist rejimin devrilmesi için faaliyet göstermeyi onaylayan bir halk vardır. Bu, Lübnan halkıdır. Bu, bizim güney cephesi açtığımız anlamında değildir. Kimse, Siyonist rejimi devirmenin sadece Lübnanlının sorumluluğunda olduğunu söylemiyor; fakat bu bir düşünce, kültür ve bilinçtir.

 

Dolayısıyla İsrail şunun bilmelidir ki sokaklarda akan kanlarımız yerde kalmayacak. Şehidimizin kanını dökenler cezalandırılmalı ve bunun acısını tatmalıdır. Çünkü biz “kısasta sizler için hayat vardır” ilkesine iman eden bir milletiz.

 

Kısas olacak ve bunun yerini ve zamanını, nasıl ve ne şekilde olacağını biz belirleyeceğiz.

 

Kardeşlerim,

 

Hac İmad’ın ruhu bugün direnişte her zamankinden daha güçlü bir şekilde var olmaktadır, bu varlığın bereketiyle direniş içindeki azim daha da üçlenmektedir. Biz onun emek verdiği ve o yolda şehit olduğu hedefler için yaptığımız faaliyetleri sürdüreceğiz.

 

Esirler ve onların özgürlüğe kavuşmaları önemlidir. Hac İmad şehit oldu diye biz müzakereleri durdurmadık. Bunu sürdürüyoruz; çünkü Şehit İmad Muğniye’nin en büyük arzularından birini yerine getirmek ve esir kardeşlerimizi ailelerinin yanında görmek istiyoruz.

 

Biz tüm savunma kuvvetlerimizi Lübnan ordusunun ve gerçek bağımsızlığa inanan kimselerin yanında güçlendiriyoruz ve topraklarımızı savunuyoruz.

 

İsrailliler birkaç gün içinde İmad Muğniye düzeyinde bir komutana terörist saldırı düzenlemekle nasıl bir aptallık yaptıklarını görecekler.   

 

İç meselelerle ilgili olarak da şunu söyleyeyim ki, herhangi bir getirisine umut bağlamaksızın Arap zirvesine bakıyoruz.

 

Bazıları, zirveden sonraki şartlarla ilgili olarak halk arasında korku ve endişe yaratmak istiyorlar. Şam zirvesinin öncesiyle sonrasının hiçbir farkı bulunmamaktadır. Biz siyasi çözüme inanıyoruz ve Lübnan’ı bunalımdan çıkaracak her türlü siyasi planı destekliyoruz. Bu yüzden de kimsenin muhalefet liderlerinin sözlerini tartışmaya açmaya hakkı yok.

 

Muhalifler Lübnan’ın iyiliğini istemektedir ve bu konuda da birçok taviz verdiler.

 

Bazı Arapların ve Batılıların muhaliflerin taleplerini mantıksız bulmaları son derece üzüntü vericidir. Bizim en büyük talebimiz, adil bir seçim yasası ve gerçek katılımdır. Bu makul değilse makul olan nedir? Biz bu ülkeyi terk edip Amerikalılara bırakmayacağız.

 

Kapılar, Arap zirvesinden sonra da her türlü inisiyatife açık olacaktır. Umarım bu zirve Lübnan için bir çözüm yaratır.

 

Bu konuda bazı muhalif liderlerin talepleri ve tüm muhalif güçlerden birleşik bir sistem yaratma çabalarına biz Hizbullah olarak destek veriyoruz.

 

İleriki aşamada muhalifler, ulusal çerçevede saflarını birleştirmeye ve gelecekteki sorunlarla mücadele etmeye ihtiyaç duymaktadır.

 

Kardeşlerim,

 

İmad Muğniye, asla unutulmayacak, İmad Muğniye, hayatıyla, cihadıyla ve mücadelesiyle olduğu gibi bugün de şehadetinyle bizimle olacak ve biz onun yolunu sürdüreceğiz.

 

İmad Muğniye’nin direnişinde zaferden ve onurdan başka bir şey görülmedi.

 

Çeviren: Alptekin Dursunoğlu