YDH-İran’ın Lübnan uzmanlarından Ali Montezeri, Hizbullah’ın Beyrut’ta uyguladığı önleyici savaş stratejisinin, iç savaştan, Hizbullah’ın Dahiye’deki askeri komuta karargahının yok edilmesine, ordu içindeki bir cunta darbesinden, yabancı askeri güç müdahalesine kadar bir dizi senaryonun suya düşmesine sebep olduğunu yazdı.
Beyrut’taki çatışmaların arka planına dair birçok senaryolar naklediliyor. Kimilerine göre bu savaşa, bazı kesimler, özellikle de Hizbullah istemeden girmişti, kimilerine göre ise bu planlı bir hareketti.
Fakat tüm senaryoların buluştuğu ortak bir nokta var o da “Hizbullah’ın savaşa sürüklenmesi” ve Direniş’in iç savaşa sokularak defterinin dürülmesi…
İyi haber alan kaynakların bildirdiğine göre birinci senaryo Beyrut’un güneyindeki Dahiye’de bulunan Hizbullah komuta merkezinin kuşatmaya alınmasını ve buradaki güçlerin yapısal olarak yok edilmesini öngörüyordu.
İsrail’in kuruluşunun 60. Yıldönümüne yaklaşılırken, Ortadoğu’da büyük bir “deprem” gerçekleştirilecek ve 33 günlük savaştaki yenilgi telafi edilecekti. Hac İmad Muğniye’ye yönelik terörist saldırıdan sonra Hizbullah’a yönelik iki senaryo hazırlanmıştı.
1. Senaryoda, Lübnan’daki bir grubun İsrail’le yaptığı işbirliği ile Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın ile 25 Nisan’da öldürülmesi planlanmıştı. Bu plan uygulamaya konmadan sadece birkaç gün önce Hizbullah güvenlik birimleri tarafından etkisiz kılındı.
İsrailli kaynaklar, operasyonun yapılacağı tarihten beş gün önce operasyonun iptal edildiğini duyurmuştu; çünkü Hizbullah istihbarat ve güvenlik birimleri, operasyona katılacak Lübnanlı failleri belirlemişti ve bu durum Hizbullah’a yönelik ikinci planın ortaya çıkmasıyla sonuçlanabilirdi.
Hizbullah, elde ettiği istihbaratı müttefikleriyle paylaştı ve ikinci plana karşı koymaya yönelik gerekli koordinasyonlar kuruldu. Artık Hizbullah, Lübnan’ın geniş kapsamlı bir savaşın eşiğinde olduğunu biliyordu.
Lübnan hükümeti, Hizbullah’ın telefon şebekesinin yasadışı olduğunu ve Hizbullah’ın güvendiği havaalanı Güvenlik Müdürü General Vefik Şukayr’ın görevden alındığını belirten bir karar aldı. Bu karara göre Hizbullah’ın telefon şebekesinin kurulmasında herhangi bir şekilde görev almış herkes, devlet düzenini ve kamu yararını çiğnediği gerekçesiyle yasal kovuşturmaya tabi tutulacaktı. Hizbullah’ın Uluslar arası Refik Hariri Havaalanına yönelik müdahaleleri de hükümetin gündeminde olacak böylece Hizbullah, Lübnan kurumları nezdinde sanık sandalyesine oturtulacaktı.
Binaenaleyh, bu adımların Hizbullah’tan tepki göreceği belliydi; zira Hizbullah bu şekilde Direniş’in en temel sütunlarından birini kaybedecekti.
Hizbullah’ın en önemli muhaliflerinden Velid Canbolat, telefon şebekesi ve havaalanı konusundaki hükümet kararı çerçevesinde psikolojik savaşın başlatıcısı oldu. Bütün bu gelişmeler yaşanırken, Lübnan genel grevlerin eşiğinde bulunuyordu. Genel grevler başlarken hükümet de İletişim Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Gazi Aridi aracılığıyla kararını açıkladı.
O gün Sa’ad Hariri liderliğindeki el-Mustakbel’e bağlı bazı milisler, grev dolayısıyla sokaklarda bulunan halkın üzerine ateş açtı ve çok sayıda insan yaralandı. Bu gelişmeler olurken Hizbullah da bir bildiri yayımlayarak Seyyid Hasan Nasrullah’ın basın toplantısı düzenleyeceğini açıkladı.
Seyyid Hasan Nasrullah, perşembe günü (8 Mayıs’ta) hükümetin bu adımı karşısında Hizbullah’ın tutumunu açıkladı ve Hizbullah’ın telefon şebekesini kuranlara yönelik takibatın ve bu telefon şebekesine zarar vermenin Lübnan İslami Direnişi’ne savaş ilan etmek anlamına geldiğini belirti ve bu durumda Hizbullah’ın da atılacak her adıma gerekli tepkiyi göstereceğini söyledi.
Seyyid Hasan Nasrullah’ın konuşmasının üstünden yarım saat geçmeden Beyrut’un Korniş el-Mezraa ve Tariku’l- Cedide bölgelerinde silahlı çatışma başladı, yani asıl senaryo uygulamaya kondu. Bu senaryo neydi? Bu senaryo yukarıda sözü edilen 2. Senaryoydu.
Hizbullah’la hükümete bağlı güçler arasında savaş başladı. Bu, “Şii-Sünni savaşı”nın en önemli argümanıydı ve Lübnan’da Şiilerle Sünniler arasında ciddi bir savaşın başladığına dair bir atmosfer oluşturuldu.
Senaryoya doğrultusunda bu durum, Lübnan’ın kuzeyindeki Trablus kentinde iki gelişmenin yaşanmasına sebep oluyordu. Önce Sa’ad Hariri’ye bağlı milisler, Trablus kentini hakimiyetleri altına alacak ikinci olarak da ordu içindeki Hariri yanlısı subaylar, milislerle birlikte mezhep savaşına katılacak ve Beyrut’a doğru harekete geçilecekti. Asıl savaş Dürzi bölgesi Cebel’de başlayacaktı. Bu bölge, tıpkı “Aliye” “eş-Şuveyfat”, “Telle 888”, “Aytat”, “el-Marufiye”, ve “Vadi Şehrur” gibi Dürzi bölgelerinden “Armun” ve “Beşamun”a ve sonra da “Halde” bölgesine kadar Velid Canbolat’a bağlı milislerin eline geçmiş olacaktı.
Cebel bölgesindeki “Aynu’s- Seyyide”, “Ayne’r-Romane” ve Suk el-Garb” gibi Hıristiyan köyleri de yine Canbolat’ın milislerinin kontrolüne geçecek. Bu saldırıların başlarında Cebel’deki tek Hizbullah üssü olan “Keyfun” köyü de Canbolat’ın milisleri tarafından ele geçirilecekti. Bu askeri hakimiyet, sahil boyunca “Naime”ye kadar uzanacaktı ve Cebel’den başlatılan ağır silah saldırılarıyla Beyrut’a giden iki asli yol yani “Beyrut-Şam” ve “Beyrut Sayda” yolu kapatılmış olacaktı. Böylece Beyrut’un güneyindeki Dahiye’de bulunan Hizbullah komuta merkezi tamamen kuşatma altına alınmış oluyordu. Bu kuşatma ordudan Hariri’ye bağlı milislere katılan ve Trablus’tan Beyrut’a intikal edecek güçlerle tamamlanmış olacaktı.
Bu şeklide Hizbullah’a karşı 20 bin kişilik bir güç savaşa girmiş oluyordu ve bunların büyük bir kısmı Dürzi bölgesi Şuf’tandı. Hizbullah’a karşı medya organları da “Şii-Sünni savaşı” atmosferini körüklüyor ve Hizbullah’a karşı daha geniş bir katılımı sağlamaya çalışıyordu.
Hizbullah’ın Beyrut’taki güçlerini arttırıp batı Beyrut’un kontrolünü ele almasından sonra Lübnan hükümeti, Arap ülkelerinden ve uluslar arası toplumdan yardım isteyecek. BM Güvenlik Konseyin’de belirlenen adımlar doğrultusunda ABD, Lübnan sahillerine ikinci kez deniz piyadelerini yerleştirecek ve Hizbullah’ın Dahiye’deki komuta merkezinin yok edilmesi için buradaki Hizbullah mevzilerinin ateş altına alınması emri verilecekti. Böylece İslami Direniş’in merkezi dağıtılmış biri Beyrut ve diğeri de güney Lübnan’dan oluşan sistem bütünlüğü onarılmaz şekilde birbirinden koparılmış olacaktı.
Bu senaryo, Hizbullah için en trajik durumu yaratıyor yani Hizbullah’ın silahsızlandırılmasıyla ve yok edilmesiyle sona eriyordu. Bu çerçevede Hizbullah, bir kesime ait aşırılık yanlısı milis olarak tanımlanıyor ve içeride ve bölgede saldırıların hedefi haline geliyordu. Bu plan doğrultusunda havaalanı bilinmeyen bir tarihe kadar kapatılıyor ve kuzeydeki “el-Kal’iyat”taki havaalanı Amerikan lojistik uçaklarının Hizbullah karşıtı güçlere yardımlarını ulaştırabilmesi için süratle hizmete açılıyordu.
“El-Kal’iyat” bir zamanlar ABD’ye askeri üs olarak verilmesi düşünülen yere 2 kilometre mesafede bulunuyor. Ariel Şaron, 1982’de dönemin Lübnan Cumhurbaşkanı Beşir Cumeyyil’den burada bir havaalanı kurmasını istemişti. Sünni bölgesi Akkar yakınlarında bulunan el-Kal’iyat, Amerikalılar tarafından çok önem verilen bir yer.
İkinci senaryodaki güç dengesinde Hizbullah karşıtı Hıristiyan güçler, Beyrut’un doğusunda bulunmalarından dolayı askeri dengelerden uzak bulunuyorlar ve Canbolat ve Hariri müttefiki Hıristiyanlar, bir geçit olma niteliği taşıyorlar.
Senaryo başarısız oldu
Gerek Hizbullah müttefiki, gerekse Hizbullah karşıtı güçler perşembe günü süratle mevzilendiler. Sa’ad Hariri’ye bağlı tüm mevziler kısa sürede düştü ve daha da önemlisi Sa’ad Hariri ve Velid Canbolat, “Kureytum” ve “Klimansu”daki ikametgahlarında kuşatmaya alındı. Velid Canbolat’ın Cebel’deki el-Mihtare’den operasyona komuta etmesi öngörülürken o Beyrut’ta hapis kalmıştı.
Muhalif koalisyon, Dürzi bölgesi Cebel’de süratle mevzilendi ve Canbolat’a bağlı müşterek komuta merkezi daha ilk saatlerde etkisiz hale getirildi.
Ordunun çatışma bölgelerinden çekilip kışlalarına dönmesi ve Ordu Komutanının çatışmalara doğrudan karışmaması yönünde verdiği emir, Hariri yanlısı subayların Trablus’taki milislere katılmasını, ordu içinde Şii Sünni ayrışmasını ve Trablus’tan Beyrut’a doğru harekete geçilmesini önlemiş oldu.
Çatışmaların başlamasından sonra Hariri’ye bağlı el-Mustakbel gazetesinin, el-Mustakbel Televizyonunun ve Şark radyosunun yayınlarının durdurulması, “Şii-Sünni savaşı” propagandasını ve çatışmaların bir mezhep savaşına dönüştürülmesini önledi.
Muhalif güçler, başbakanlık sarayına kadar Beyrut’un her tarafını kontrol altına aldı ve mezhepçilik fitnesinin önüne geçmek için buraları süratle orduya teslim etti, böylece orduyla muhalifler arasında çatışma çıkarmayı öngören senaryo da başarısız olmuş oldu.
Şu an (yazının yazıldığı tarih itibariyle) Cebel ve Trablus’ta küçük çaplı çatışmalar devam ediyor ve bunun bir süre daha devam etmesi bekleniyor. Sinyora hükümeti, muhaliflerin baskısıyla telefon şebekesi ve havaalanı güvenlik müdürünün görevden alınmasıyla ilgili kararlarını geri aldı. Fakat “Arap Birliği Dışişleri Bakanlarıyla yapılan ilk görüşmeler” ve bakanlar kurulu toplantısına yeterli sayıda bakanın katılmaması gerekçeleriyle şimdiye kadar bu resmi olarak ilan edilmiş değil.
ABD savaş gemilerinin Lübnan kıyılarına gelmesi, Lübnan hükümetinin yüzünü güldürmüştü; ama Lübnan ordusu ulusalcı bir tavır alarak Hizbullah’ın telefon şebekesi meselesinin Direniş’in güvenliğine zarar vermeyecek bir şekilde çözümleneceğini belirtti ve havaalanı Güvenlik Müdürü Vefik Şukayr’ı görevine iade etti. Ordu şu an da milislerin bulunduğu yerlerde güvenlik ve huzuru sağlamak için söz konusu bölgelere yerleşmeye başladı.
Lübnan’da fitne yaratmak için ortaya konan iki senaryonun başarısız olmasına rağmen, üçüncü bir senaryodan söz edilmesini düşündürecek gelişmeler de yaşanmıyor değil. Suudi Arabistan’ın Lübnan Büyükelçisi Abdulaziz Hoca’nın Lübnan’dan ayrılması, buradaki büyükelçiliğin kapatılması ve ABD savaş gemisi USS Cole’un tekrar Lübnan kıyılarına gelmesi, üçüncü senaryonun işaretleri olabilir.
ÇEVİRİ: Yakındoğuhaber