İktidardaki siyasi guruplar, Doha anlaşmasında alınan, devlet egemenliğinin ülkenin tamamına yayılması ve mevcut örgütlerle arasına mesafe koyması, şeklindeki kararına dayanarak, Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman denetiminde kurulacak olan hükümetin tesisinden sonra Hizbullah'ın silahını geniş ölçüde tartışmaya açarak, mümkün olduğunca kısıtlanması yönünde baskı yapma planları yapıyorlar.
Hıristiyan saflarda ise hâkim olan hava; Hizbullah'ın silahı meselesinin gelecek dönemde hükümetin icraatları içinde ana tartışma maddesi olacağı yönünde. Bu tartışmaların gölgesinde; Hizbullah'ın silahı meselesi parlamento seçimlerinde 14 Martçı gurupların dillerine doladığı bir mesele olacak gibi görünüyor. Zira 14 Martçıların parlamenter adayları seçmenleri egemen Lübnan devleti ve Hizbullah devletçiğinin içinde olgu bir devlet modeli arasında tercih yapmaya çağıracaklar.
Çoğunluk tarafında hâkim olan havaya göre devlet ve devletçiğin bir arada yaşama modeli yaşanılan tecrübelerin gösterdiği gibi, doğru bir model değildir. Eski başkanlardan Süleyman Faranciye döneminde Lübnan devleti ve Yaser Arafat devletçiğinin bir arada yaşama modeli 1975 iç savaşına neden olmuştur.
Yine eski başkanlardan İlyas Sarkis döneminde bu bir arada bulunma modeli 1982 savaşıyla sonuçlanmıştı. Dolayısıyla yaşanan tecrübeler böyle bir risk almalın lüzumsuzluğunu göstermektedir ve bu gün Sinyora aynı senaryo ile boğuşmaktadır.
Buna ek olarak 14 Martçı siyasi guruplar içinde Hizbullah'ın silahlanmasını meşrulaştıran siyasi ortamın özellikle Suriye-İsrail görüşmeleri ile birlikte bir dönüşüm geçirdiği yönünde bir inanç var. Zira Suriye-İsrail görüşmelerinin doğal mecrası içinde Hizbullah'ın silahı meselesine de geleceğini düşünüyorlar.
14 Martçı siyasi guruplara yakın siyasi gözlemciler Hizbullah'ın stratejisini şu varsayımlar göre oluşturduğunu düşünüyorlar;
-George Bush'un başkanlık süresinin sonuna gelmesiyle birlikte Amerika bir iktidar boşluğu yaşamaktadır.
-İsrail-Suriye arasındaki görüşmelerin Olmert'in Başkan Esed'i rahatsız edecek unsurları bertaraf edecek kuvvette olmaması nedeniyle çıkmazda olduğu.
-İran ve Amerika arasında sıcak bir savaşın uzak olduğu.
Yine bu gurubun düşüncesine göre Hizbullah bütün bu şartları siyasi taleplerini ve güvenliğe dair beklentilerini gerçekleştirmek için kullanacak. Mişel Süleyman'ın cumhurbaşkanı olması ile de seçim kanununda istedikleri değişiklikleri yaparak kendilerine parlamentoda çoğunluğu sunacak bir durum meydana geleceğini umuyorlar ki bu cumhurbaşkanını da atıl bırakacak onlara göre.
Hizbullah'ın aklında böyle bir gezinti yapan seyyahlar Hizbullah'a düşünerek hareket etmesini ve hesaplarında dengeli olmasını ve Suriye ve İsrail arasındaki görüşmeleri hafife almamasını tavsiye ediyorlar. Zira eğer Suriye'ye, Arap ve uluslararası ambargonun kalkması gibi bir netice getirecekse, Suriye Hizbullah'ı görüşme masasında kurban edebilir.
Lübnan'ı ziyaret eden son Amerikan heyetinin Hizbullah'ın silahı meselesine alakası yoğundu. İfade edilgine göre dış işlerinde hükümet liderlerinin duyduğuna göre özellikle Seyyid Hasan Nasrallah'ın ben Velayet-i Fakih'in bir askeri olmaktan gurur duyarım açıklamasından sonra, Hizbullah'ın silahı dosyası sadece Hizbullah ile görüşülmesi gereken bir konu değil aynı zamanda Tahran ve Şam ile de görüşülmesi gereken bir konu olarak gözüküyor.
Yine bu heyet devletin imar edilmesi yönündeki açıklaması ile birlikte Mişel Süleyman'ın cumhurbaşkanı seçilmesinden çok memnun olduklarını açıkça belli etti ve kendi idari gurubunun bu ittifak için büyük bir çaba harcadığını ifade etti.
Öte yandan Hizbullah'a göre, Doha anlaşmasında Direniş’in silahı üzerinde çeşitli guruplar ittifak etti ve silahın yanına bile yaklaşılmadı. Ona göre Doha'da örgütlerin devletle ilişkisi ele alındı, bu nedenle el-Mustakbel Partisi, İlerici Sosyalist Pati ve
Lübnan Kuvvetleri’nin devletle alakası hakkında rahatça konuşuyor. Katar’da konumunu sağlamlaştırdığı için o, bu konudaki bir görüşmede girişimci konumunda olacak.
Savunma stratejisi meselesi ise Hizbullah'ın kendi içinde çeşitli yönleri ile tartıştığı ayrı bir meseledir. Yerel ve bölgesel kuvvetler dengesinin gösterdiği o ki, kimse Hizbullah'a direnişten vazgeçmesi yönünde veya ikna olmadığı bir şey için baskı yapamaz. Yine Hizbullah'a göre Amerika bölgede gün geçtikçe kuvvet kaybediyor.
İsrail, Olmert'in de içinde olduğu bir ahlaki bunalım içinde, gün geçtikçe de Hizbullah ve Hamas karşısında askeri başarısızlığa uğruyor. Lübnan içinde ise kimsenin görmezden gelemeyeceği bir 7 Mayıs öncesi durumun son güvenlik olayları ile değişmesi gerçeği vakidir.
Bu düzlemden hareketle, savunma stratejisi meselesindeki tartışma ise çerçevesini Hizbullah'ın belirleyeceği bir yönde gerçekleşecektir. Ve Hizbullah direnişin silahının gereksizliği ve devletin gücünün Lübnan'ı savunmaya yeteceği yönündeki bir tartışmaya açık olduğunu izhar etmekte, İsrail ve ABD'nin talep ettiği üzere silahsızlandırılması yönündeki bir girişimin hiçbir ittifakın konusu olamayacağını göstermektedir.
Hizbullah kendisinin ''savunma stratejisi''nin içine sıkıştırılmasına müsaade etmemekte ve bu tartışma ne zaman açılsa girişimleri kontrol altında tutmaya ve “saldırı stratejisi”ne dayanmaktadır.
Onlardan devletin İsrail karşısında Lübnan'ı nasıl koruyacağını ve Şeba Çiftlikleri’nin özgürleştirilmesi hakkında devletin ne yaptığını sormaktadır. Başka bir deyişle Hizbullah başkası için olan, senin için de vardır kaidesi uyarınca “savunma stratejisi”ni kabullenmeyecektir.
Bu süreçte Hizbullah devletin ulusal sorumluluklarını yerine getirebilme kabiliyetini iyi okuyacak ve Lübnan'ın güvenliği için gereken misyonu üstlenecek.
Çeviren: Emrah Kekilli
http://www.assafir.com/Article.aspx?EditionId=958&ChannelId=21759&ArticleId=704&Author=عماد%20مرمل