Bazı bilgi yanlışları içeriyor olsa da söz konusu yazı, Türkiye’deki siyasi gelişmelerin Arap dünyasından nasıl göründüğüne ışık tutması bakımından önemli gözüküyor.
Türkiye yaşadığı siyasi çalkantılarla bizi hayretler içerisinde bırakıyor, o kadar ki Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanlığını düzenin tehdit edicisi olarak dava konusu edinmiş durumda.
(1)
Türkiye her an her şeyin olabileceği ender ülkelerden biridir. Bu durum Türkiye'nin eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel'i “burası Türkiye burada 24 saat içerisinde neler olacağını bilemezsin” demeye itmişti. Bu nedenle Türkiye'de gazeteciler yorucu bir tempo ile birbiri ardına gelen olayları takip etmek için uğraşıyorlar.
Gazeteciler bu olaylar silsilesinden bir tanesini kamuoyuna taşımak için dün iş başındaydı. Anayasa mahkemesi Ak Parti'nin kapatılması, başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyib Erdoğan'ın bulunduğu Ak Parti kurmaylarının siyasetten men edilmesi istemiyle açılan davanın karar aşamasına gelinmişti ve haberciler bu haberin peşinden koşuyorlardı.
Bu dava ile eş zamanlı olarak görülen modern Türkiye Cumhuriyeti’nin en tehlikeli çetesi olan bir oluşumun iktidar partisine önümüzdeki sene darbe yapmayı amaçladığı gerekçesiyle açılan dava da devam etmekteydi.
Olaya dışarıdan bakınca Türkiye'deki siyasi çatışmanın İslamcı kökenleri olan Ak Parti ve radikal laikler arasında sürdüğü kanısına varılabilir. Fakat Türkiye'deki çatışma seksen yıldır iktidarı elinde bulunduran bir avuç mütegallibe ile şimdiye kadar dikkate alınmayan halkın kendisini temsil edebileceğini düşündüğü seçilmiş bir siyasi parti arasında yaşanmaktadır.
Profesör Mehmet Altan'ın dediğine göre; bu gün ülkenin şahit olduğu durum Türkiye'nin birinci cumhuriyetten, ikinci cumhuriyete geçişi. Birinci Cumhuriyet İttihat Terakki'den bu yana ülkenin içerisinde bulunduğu durum. Osmanlı ordusunda gizli bir yapılanma şeklinde teşekkül eden İttihat ve Terakki Cemiyeti Abdulhamid'i suikast ve kamuoyunu yönlendirmek gibi çeşitli entrikalar kullanarak devirmiştir.
Profesör Altan ve daha başka birçok demokrat aydının kabul ettiğine göre 20. yy da kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana İttihat ve Terakki'nin Atatürk ve halefleri ile devam etmiş.
Bu topluluk, toplumu adam yerine koymama ve dine karşı cephe alma üzerinden siyasal ortamı tanımlıyordu ve yönetimin aydınlatma meşalesine eline almış bir gurup seçkinin hakkı olduğunu düşünüyordu. Dolayısıyla bu adamlar kendi otoritelerine muhafaza edebilmek için legal ve illegal bütün araçları kullanma hakları olduğu kanısındaydılar. Fakat İkinci Cumhuriyet bu sayfayı kapatıp artık egemenliğin bir avuç seçkinin değil de millette olduğu, dinle kavgalı değil barışık yeni bir döneme işaret ediyor.
(2)
Geçtiğimiz mart ayında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurhahman Yalçınkaya, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu gerekçesiyle, iktidar partisi olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması, yönetici ve üyelerinden 71 kişinin 5 yıl süreyle siyaseten men edilmesi yönünde bir taleple hazırladığı iddianameyi Anayasa Mahkemesi’ne sundu ve hazırladığı iddianameyi mahkemeye verdi. Bu iddianame bazı basın organları aracılığı ile kamuoyuna taşınmış bazı olayları içermekteydi. Şimdi bunlardan bazılarını zikretmek istiyorum.
“Hükümet şehrin çeşitli yerlerinde içki satışı yapan dükkânları birleştirmek istiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi şehrin kalabalık meydanlarında mayo reklamı yapılmasını yasakladı. İstanbul'da İmam Hatip Lisesinde okuyan kız örgencilere özel servis tahsis edildi. Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Avrupa İnsan Hakları mahkemesinin türbanı yasaklayan kararının ardından bu konu ulemaya sorulmalı dedi. Bir belediye başkanı iktidar patisi mensubu birinin Atatürk'ü fıkra konusu yaptığını iddia etti. TBMM eski Başkanı Bülent Arınç ben Türkiye'de uygulandığı şekli ile laikliği kabul etmiyorum dedi. İktidar partisi başkanı Recep Tayip Erdoğan'ın türban sorununu ortadan kaldıracağına dair demeçleri.”
Burada zikrettiğimiz komik iddialar -ki, başsavcı bu delilleri çatışma araçlarından biri olan medyadan devşirmişti- başsavcı tarafından iktidar partisinin gizliden gizliye laik düzeni değiştirmek ve İslam devleti kurmaya çalışmak yönünde bir çalışma içerisinde olduğuna delil gösterildi.
Anayasa Mahkemesi, 11 üyesinin de kabulüyle bu iddianameyi kabul etti. Nitekim bu, Türkiye’de ilk defa olan bir şey değildi. Zira Anayasa mahkemesi 1963'te kurulduğundan bu yana genel olarak Kürt ve İslami tabana sahip 24 tane siyasi parti kapattı. 1970 yılında Necmeddin Erbakan tarafından kurulmuş olan Milli Nizam Partisi, ardından 1988'de Refah Partisi, ardından 2001 yılında Fazilet Partisi kapatıldı. Yine Türk Ordusu 1980'de yaptığı darbeden sonra bütün partileri kapatmıştı.
Başsavcı iddianameyi mahkemeye sunduğunda Türk kamuoyundaki genel kanı mahkeme üyelerinin başsavcını ile yanı görüşü paylaşacağı idi.
Zira Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin çoğu cumhurbaşkanlığı döneminde radikal laik bir tutum sergileyen ve Ak Parti 'ye düşmanca tavır alan Ahmet Necdet Sezer tarafından atanmıştı. Aynı zamanda Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin tarihsel olarak din ile ilintili herhangi bir işe karşı çıkan Alevi cemaatine mensup olduğu bilinmekte.
Yine burada Adalet bakanlığı yapmış iki Alevi’yi zikretmek gerekiyor. Bunlar Mehmet Moğultay ve Hikmet Sami Türk'tür. Bu iki şahsın Adalet Bakanlığı döneminde yargı organlarına sayısı yadsınamayacak derecede alevi alındığı ve bunlardan bazılarının Anayasa mahkemesi üyeliğine getirildiği biliniyor.
(3)
Dün Anaysa Mahkemesi Ak Parti'nin kapatılması ile alakadar davayı görüşmek üzere toplantısına devam etti ve sonucun ağustos ayı bitmeden verilmesi gerekiyordu. Anayasa Mahkemesi şu beş karardan birini vermek zorunda idi;
“AKP kapatılacak ve lider kadrosu bazı üyelerine 5 sene siyaseten men cezası verilecek. Ak Parti kapatılacak ve bazı üyelerine siyasetten men cezası verilecek. Ak Parti kapatılmayacak, fakat zikredilen isimlerin hepsine ya da bir kısmına siyasetten men cezası verilecek. Ak Parti kapatılmayacak ve hiç kimseye siyasetten men cezası verilmeyecek; fakat hazine yardımından tamamen ya da kısmen yoksun bırakılacak. Son ihtimal ise Ak Parti kapatılmayacak ve siyasi yasak getirilmeyecek.”
Dava dilekçesi Anaysa Mahkemesi'ne teslim edildiğinden beri bu ihtimaller Türk siyasi arenasında tartışılırken bu haber Türk kamuoyuna bir bomba gibi düşmüştü. Bu haberden en çok ekonomi piyasası etkilendi. Zira Ak Parti'nin iktidarda olduğu yedi yıldır Türkiye'nin daha önce görmediği istikrarlı ve kalkınmacı bir ekonomisi vardı. Ak Parti'den önceki dönemde Türkiye'deki yabancı yatırım senelik 1 milyar dolardan azken AKP ile birlikte bu oran çok fazla katlanarak 22 milyar dolara çıktı.
Kapatılma davası açılınca piyasalar büyük bir sarsıntı yaşadı ve borsa yüzde 7 oranında küçüldü ki bu son senelerde yaşanan en büyük küçülme idi.
Dava açıldıktan sonra iki hafta içinde 15 milyar dolarlık sermaye ülkeden kaçtı. Bütün bu şartlar altında Türkiye'nin iktisadi itibarı da kötüye gitti. Yani açıkçası başsavcının AKP'ye açtığı dava daha çok Türk ekonomisine zarar verdi.
(4)
AKP'ye açılan kapatma davasından daha tehlikeli olan diğer mesele ise Türk siyasi jargonunda “Derin Devlet” diye nitelenen “Ergenekon” isimli örgüttür. Bu örgüte mensup olanlar genel olarak radikal laikliği benimsemiş Kemalist ideolojinin bayraktarlığını yapan kişilerden oluşuyor ve bu adamların laiklikten anladığı din ile zıtlaşmayan İngiliz laikliğinin tersine daha Fransız laikliği türünden din karşıtlı yapan bir laiklik.
Bu örgüt 21 Mart cuma sabahı terörle mücadele birimlerinin İstanbul'un çeşitli semtlerinde çeşitli adreslere yaptığı operasyonla kamuoyunca tanınmış oldu. Bu operasyon sonrasında laik kesimden 14 kişi tutuklandı ki bunlardan üç tanesi ön saflardan en göze çarpan kişilerdi.
Bunlardan birincisi Atatürk tarafından kurulan ve Kemalist ideolojinin sözcülüğünü yapan ''Cumhuriyet'' gazetesinin başyazarı İlhan Selçuk'tu. İkincisi İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'ti. Üçüncüsü Rektörü olduğu dönemde türban konusunda baskının arttığı İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu'dur.
Gözaltına alınalar arasında Emekli Orgeneral Hurşit Tolon ve Emekli Jandarma Genel Komutanı ve Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Orgeneral Şener Eruygur da vardı. Bütün bu tutuklamalar Ergenekon davası kapsamında gerçekleşmiş ve yine bu dava kapsamında İstanbul Polis ekipleri İstanbul'da çeşitli mekânlarda terörist eylemlerde kullanılan bir sürü silah ve bomba ele geçirdi. Bu soruşturma sırasında genel olarak içerisinde subayların, iş adamlarının, akademisyenlerin ve gazetecilerin bulunduğu 34 kişi tutuklandı.
Sabah gazetesinin verdiği habere göre baskınlarda ele geçirilen belgelere göre hükümete darbe yapılması planlanıyormuş. Bu kapsamda darbe yapılmadan önce hükümet partisini karalama adına kamuoyuna yönelik çalışmalar yapılacak, çoğunluk hükümet partisine düşman hale getirilecekmiş. Hükümet yanlısı gazetelerden ''Yeni Şafak'' yazarı Ali Bayramoğlu köşesinde Cumhuriyet gazetesi yazarlarından (eski general) birinin köşesinde dava açılmadan evvel aşağıdaki satırları yazdığını yazdı.
“Siyasal İslam bu gün Türkiye'yi yönetmektedir ve bu gün önümüzde AKP'yi iktidardan uzaklaştırmaktan başka çare kalmamıştır. Bunun için yapılması gereken ilk iş Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, AKP'nin laikliğe aykırı eylemleri odağı olduğu gerekçesiyle kapatılması ve siyasi faaliyetlerine son verilmesi yönünde bir dava açmaktır.”
Türk gazeteleri gözaltına alınan üç kişinin yaptığı telefon görüşmelerinin takip eden ekiplerin bu telefon görüşmelerinden bunların darbe yapma peşinde olduğunu ortaya koymuşlar. Aynı şekilde bu gazeteler Cumhuriyet gazetesi başyazarı İlhan Selçuk'un Anayasa Mahkemesine Ak Parti'nin kapatılması ve lider kadrosunun siyasetten men edilmesi üzerine açılacak davadan önceden haberdar olduğunu yazdılar.
(5)
Eğer Ak Parti kapatılsaydı, parti üyeleri yeni bir parti kurabilir, siyasi olarak yasaklananlar ise bağımsız aday olabilirlerdi. Sonuç olarak parlamentodaki salt çoğunluk gene Ak Parti'nin elinde olacaktı.
Yani sonuç olarak Ak Parti bu süreçten seksen senelik tarihleri boyunca ilk kez yargı karşısına çıkacak olan Ergenekonculardan daha az zararlı çıkacaktı. Aslında bu gurup seksen yıldır var olmasına ve siyasetle iştigal edenlerin bilmesine rağmen şimdiye kadar ses çıkarılamamıştı ve onlar karanlıktan yararlanarak Türk siyasi hayatının iplerini ellerinde tutmaya devam etmişlerdi.
Bu son savaştı ve radikal laiklere yapılan bir yargı darbesiydi. Bundan sonra halk egemenliğinin gölgesinde darbe yemeye devam edecekler. Demokrasinin kuvvetlenmesi bu zümrenin öngördüğü vesayet sisteminin ortadan kalkmasını getirecek.
Halk dini değerlerle ve tarihiyle barışık bir halk; fakat seksen yıldır ülkeyi yönetenler böyle değillerdi.
El-Halic gazetesinden çeviren: Emrah Kekilli