YDH-İsrail’de yayımlanan Jerusalem Post gazetesinde Uzi Dayan ve Jonathan Spyer imzasıyla yayımlanan yazı, Suriye ile yapılan görüşmelerin Şam’ı uluslar arası yalnızlıktan kurtardığını iddia ederek İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in iç politika manevrası olarak başlattığı bu görüşmelere hemen son verilmesi çağrısında bulunuyor.    

Suriye ve İsrail arasında süren dolaylı görüşmeler barışçıl bir uzlaşmayla sonuçlanacakmış gibi görünmüyor.

İsrail için herhangi bir olumlu rol oynamaktan uzak olan görüşmeler, hem teorik değerlerimiz düzleminde hem de pratik yönelimlerimiz bağlamında hatalıdır. Görüşmeler hem sorumsuz ve kamusal vekâlete sahip olmayan bir hükümet tarafından sürdürülmekte hem de gerçek anlamda zarara neden olmaktadır. Biz Şam yönetimini rehabilite etmeye çalışmaktansa onu yalnızlaştırma yönünde caba harcamalıyız.

Teorik değerlerimiz açısından hükümetin tutumu temelde yanlış. Golan Tepeleri 1967'de Şam'daki aşırı ve pervasız Baasçı bir rejimin neden olduğu adil bir savaş sonucu alınmıştır. Bu nedenle bizim varlığımız hem esaslı hem de yasaldır ve Golan Tepeleri İsrail hâkimiyetinde tutulmalıdır.

Şam yönetimi İsrail'in yok olması gerektiği yönünde propaganda yapmış ve 1967 savaşını zorunlu hale getiren bozuk ortamı meydana getirmiştir. Bu nedenle savaşın başlamasına aktif olarak neden olan bir yönetimin, savaşta maruz kaldığı yenilginin haklarının ihlal edilmesi yönünde kullanıldığı şeklinde bir iddiada bulunmasının ahlaki açıdan hiçbir anlamı yoktur.

Bağımsız Suriye Golan Tepeleri’ni tam 21 sene boyunca kontrol etmiştir. Suriye'nin sınırları kadim bir mirasa dayanmaktan ziyade Osmanlı İmparatorluğu'nun 1918'den sonra Batılı güçler tarafından paylaşılmasına dayanmaktadır. Bu nedenle Suriye'nin bu bölge ile ilgili diline doladığı bütün sözler içerikten yoksundur.

Mademki Suriye ile görüşmeler Türkiye'de gerçekleştiriliyor, burada bizim Golan Tepeleri’ni gönüllü olarak terk etmek isteyişimizle, Türkiye'nin sınır komşusu Suriye ile yaşadığı anlaşmazlığı karşılaştırmamız zaman kaybı sayılmaz.

Hatay meselesi son yarım yüzyılın büyük bölümde Şam ve Ankara arasında gerilime neden olmuştu. Hatay 1938'de Fransız yönetiminde bulunan Suriye tarafından Türkiye'ye bırakıldı. Suriye 1946'da bağımsızlığını kazandığında Hatay'ın kendisine verilmesini istedi. Türkiye bu mesele üzerinde tartışmaya yanaşmadı.

2004 sonlarında Suriye konuyu kendi içerisinde değerlendirdi ve Hatay üzerindeki Türk hâkimiyetini sessizce kabullendi. Belki de bu noktada Olmert hükümeti kendi hâkimiyetlerini kuvvetlendirmek için Türkiye'nin tutumunu örnek almalıdır. Suriye, İsrailli sivillere karşı her gün şiddet içerikli eylemler düzenleyen örgütleri desteklemekte ısrar ederek hak ve hukuktan bahsedebileceği zemini ortadan kaldırmıştır.

Menfaatlerimiz açısından düşünecek olursak Türkiye'de yapılan görüşmeler de aynı şekilde kafa karıştırıcı. Bu görüşmeler çerçevesinde Şam'daki saldırgan rejimin yalnızlaştırılmasını berhava etme yolunda işlevsel bir görev üstlendik ve Suriye bu yardımımıza karşı asgari derecede bedel ödedi.

Türkiye'de dolaysız görüşmeler bile yapılmamakta. Yapılan, Türk temsilcilerin taraflar arasında postacılık görevi yapmasından ibaret. Bu Suriye'ye İsrail'le açıktan görüşme yapmanın bütün küçültücü yönlerini gizleyerek mağrur halini devam etime olanağı sağlıyor.

Suriye, İstanbul'da bir otelde mesajları kabul etmek karşılığında 2005 yılında suikasta uğrayan Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri'nin öldürülmesinde dahli bulunduğu yönündeki şüphelerden dolayı maruz kaldığı yalnızlıktan kurtuldu.

Suriye başkanı ve hanımı Fransa'da ağırlandılar. Şimdi onun vekilleri Lübnan'da etkin bir güce sahipler ve Avrupa Birliği ile kazançlı ticari ilişkiler kurdular. Bütün bunlar Şam'ın, İsrail ve Batı’nın bölgedeki çıkarlarını tehdit eden Beyrut, Tahran hattının ana durağı konumunda iken oldu. Bütün bunlar Suriye, İsrailli sivillere sürekli zarar vermek için uğraşan terör guruplarına destek verirken oldu. Bütün bunlar Suriye'nin, İran ile sıkı ilişki içinde olduğu ve bu ilişkinin Beşar Esad'ın bu yakınlarda Tahran'a yaptığı ziyaretle teyit edildiği bir zamanda oldu.

Beşar Esad'ın Rusya'nın İskender füzelerine ev sahipliği yapabileceği şeklinde bir açıklama yapması, karakteristik olarak üzerindeki baskıyı kırma girişimi olarak gözüküyor. Onlar Suriye'ye böyle bir ayrıcalık vermekle bu yönetimin yanlış anlaşılmasını mantıklı bir zemine oturtmuş olacaklarına inanıyorlardı. Çünkü bu bir manevra alanı açacaktı ve bu manevra alanı İsrail'e ve onun Batılı müttefiklerine düşmanca tavır takınılan bir alan halini alacaktı.

2007 Eylül'ünde İsrail, Suriye'nin plütonyum reaktörlerinin aktif hale gelmeden önce etkisizleştirilmesi için yaptığı girişimde başarılı oldu. Suriye'de bulunan bu reaktörler, Suriye'nin uluslar arası hukuka ve onun bağlılarına meydan okumasının sessiz şahidi idi. Hükümet bu avantajı kullanmak yerine, hiçbir karı ve anlaşmaya varma ihtimali bulunmamasına rağmen Beşar Esad ile diplomatik çözüm arama yoluna gitti.

Toplumsal destekten yoksun olan bir hükümet tarafında gerçekleştirilen İstanbul taahhüdü bizim gelecekle ilişkimiz acısından bir işaret taşı anlamı taşıyor. Ve bu taahhüt bizim gelecekteki durumumuz acısından potansiyel bir tehlike anlamına geliyor.

Kısacası biz Şam'daki tehlikeli yönetimi yalnızlaştırma politikası izlemek yerine onu rehabilite etmeye uğraştık ve bu Hariri davasından vazgeçilmesini olanaklı hale getirdi. Hizbullah'ı Lübnan'da güçlendirdi.

Aynı şekilde bu durum Suriye'nin nükleer durumunun ve Beşar Esad'ın Rusya füzelerinin, topraklarına yerleştirilmesine olumlu yanıt vermesinin hızlı bir şekilde unutulmasına ya da izin verilmesine neden oldu. Bu ahlaksız başbakan (Olmert) ülkesinin hayati gelişmelerini kendi siyasi oyunlarına dönüştürdü. Şimdi bu tehlikeli maskaralığın bitirilmesinin tam zamanıdır.

Çeviren: Emrah Kekilli

http://www.jpost.com/servlet/Satellite?cid=1219572113151&pagename=JPost%2FJPArticle%2FShowFull