YDH- Cambrige Üniversitesi'nin Filistin asıllı akademisyenlerinden Halid el-Hurub, el-hayat gazetesinde yayımlanan makalesinde Filistin İslamcılığı bağlamında Hamas hükümeti tecrübesini değerlendiriyor.

 

Filistin İslamcılığının var olma süreci aslında İhvan'ı Müslimin'in bölgedeki klasik bir yansıması. Genel olarak ''Toplumsal dönüşüm ve İslamileşme'' programı kapsamında hareket eden İslamcılığa Hamas ile birlikte İsrail işgalinden Filistin'i kurtarma boyutu eklendi.

 

Doğal olarak “Siyonist plan ve İsrail devletini kurma” projesi birçok Filistin İslamcı hareketine etki etti. Aslında bu görüş içerde iki farklı görüşün çekişmelerine de zemin hazırlamıştı.

 

Bunlardan ilki bir “Kurtuluş Nesli” projesinin hayata geçirilerek bu neslin meydana getirilmesine bunun için ise toplumun İslamileştirilmesi ve İslami metotlara göre terbiye edilmesine öncelik verirken diğeri işgalin görmezlikten gelinemeyecek bir gerçek olduğu için ilk olarak işgale karşı savaşılması gerektiğini savunuyordu. İlk guruptan olanlar genel olarak İslamcı hareketlerdi.

 

Hâsılı Filistin İslamcılığının toplumsal ve kültürel anlayışı bölgedeki birçok kardeşi gibi İhvanı Müslimin'in klasik bir yansıması idi. Genel olarak Filistinli bu İslamcı guruplar İhvan'ın taklitçisi olmak yanında Filistin'in kültürel siyasi ve toplumsal sorunlarına çözüm üretecek derinlikli bir söylem geliştiremediler.

 

Bununla beraber Hamas yirmi senelik varlığı süresinde bir gelişme gösterdi. Bu süreç içerisinde Hamas anlamda ilkesel ve kapalı davranmak yerinde siyasi olarak pragmatik davranmaya doğru yol aldı.

 

1988 yılında Hamas'ın ilan ettiği programı ile 2006 yılında Hamas'ın ilan ettiği seçim programı arasında büyük farklar olduğunu, dolayısıyla aradan gecen sürede bu iki Hamas arasında da büyük farklar olduğunu söylemek mümkün.

 

Sonraki Hamas ilk Hamas'ın aksine daha açık bir görüntü veriyor. Hamas 2006 Haziranında seçimi kazandığında Başbakan İsmail Heniye Hamas'ın programını okudu. Bu programdan hareketle Filistin'in en büyük İslamcı hareketinin Laik, pragmatist bir siyaset izlediğini söylemek mümkün hale geldi.

 

Fakat bundan sonraki olaylar zinciri Hamas'ı pragmatist siyaset ve ilkesel siyaset arasında tereddüde itti. Bu süreç 2007 Haziranın da Hamas din ulemasının diğerlerinin küfrüne fetva vermesiyle meşrulaşan Hamas'ın Gazze'yi ele geçirdiği askeri operasyona kadar vardı.

 

Bu süreçte seçimden sonra okunulan bildiri bir kenara bırakılarak boğazına kadar sloganik ifadelere boğulmuş ifadeler ortalıkta uçuşmaya başladı. Havda uçuşan sloganlar selefi el-Kaide'nin sloganlarını andırıyordu.

 

Burada garip olan Hem Hamas'ın seçim programının hem de Başbakan İsmail Heniye'nin seçimden sonra ilan ettiği programın hem de çeşitli platformlarda ilan edilmiş programların Hamas ve el-Fetih arasındaki kanlı çatışmada hiçbir etkisinin görünmemiş olması.

 

Tabi buradan bütün suçun Hamas'ta olduğu ve öteki tarafın suçsuz olduğu sonucu çıkmaz. Biz burada bunun için uğraşmıyoruz bizim burada tekfire kadar giden hitaplar üzerine konuşmak istiyoruz.

 

Hamas elbette el-Fetih'e muhalif bir siyaset benimseyebilir. Hatta karşı taraf ile bir iç çekişmeye bile girebilir; fakat bunu Müslümanlar ve kâfirler çatışmasına döndürecek bir dini zeminde yapmamalıdır.

 

Filistin'de veya herhangi bir Arap iç çekişmesinde çekişmenin dinileştirilmesi daha fazla düşmanlık ve kan getirmektedir. Yani başlangıcı ne kadar derin olursa olsun önü alınması mümkün bir çatışma içerisine dini fetvalar girdiğinde akan kana caiz fetvası verildiğinde iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

 

Tıpkı Irak'ta olduğu gibi çekişmenin dinileşmesi akan kanı artırıyor ve bir orta yol bulunma imkânını ortadan kaldırıyor. Siyasetin İslamileşmesi izafi bir şer’ileşmeyi beraberinde getiriyor.

 

Bütün bunlar Arap İslamcılığının siyasi algısının acziyetini gösteriyor. Belirli zor şartlar altında verilmiş bir tekfir fetvası, daha sonra şartlar değiştiğinde karşı tarafla barışmayı ve anlaşmayı imkânsız hale getirmekte.

 

Siyasette belli bir zaman ihtilaf ettiğin bir gurup ile şartların değişmesi sonucu ihtilaf ve ittifak edebilirdin. Fakat karşı taraf tekfir edildiğinde siyasi manevra alanı daralmakta ve hareket kabiliyeti azalmaktadır.

 

Şimdiki Hamas, el-Fetih çekişmesini bir kenara bırakıp geçmişe ve Hamas öncesi Filistin'in genel görünümüne bakacak olursak; bu dönemde laik, demokratik, ulusal bir anlayışın gelişmiş olduğunu görürüz.

 

Bu düşünce esasta Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların bir arada yaşadığı laik ve demokratik bir ülke ilkesine dayanıyordu. Buna en iyi örnek 1968'de ilan edilen Filistin Misakı'dır. Bu Misak yetmişlerde, seksenlerde ve doksanların ortalarına kadar Filistin ulusal toplumunun temelini teşkil etmiştir. (Yani Oslo anlaşmasına ve Filistin yönetiminin ihdasına kadar)

 

Bu laik ve ulusal anlayış siyasi fikirlere de etki etmekteydi. El Fetih'ten sol ve laik bütün siyasi oluşumlara kadar Filistin ulusu etrafında toplanılan temel kavramdı. Bu anlayışın en önemli yanı dini içerikli iç çekişmelerden uzak durarak dış düşmana odaklanmış olması idi. Bu savaş Yahudilere karşı değil sömürgeci amaçları olan Siyonizm'e karşı verilmekte idi.

 

Bunun ardından Filistin'deki İslami hareketlerin yükselişe geçmesi Filistin'deki toplumsal kuruluşların programlarının ve anayasa maddelerinin değişimine neden olmaya başladı. Filistin ulusal sözleşmesi ile pratik olarak kesişen yönetiminin 2002 yılında belirlenen anayasası daha önce görülmemiş bir şekilde şeri’leştirilmeye başlandı.

 

Anayasa'nın dördüncü maddesinin birinci fıkrası “Filistin'in resmi dini İslam'dır ve Filistin'deki diğer dinler eşit derecede saygı görecektir” şeklinde değiştirildi. İkinci fıkrası “İslam şeriatının ilkeleri yasamanın temelini teşkil etmektedir” şeklinde değiştirildi. Bu tarzda klasik Arap İslami harekelerinin hepsinde olduğu gibi ya İslam devleti kurulması ya da İslam Şeriatının uygulanmasını talep etmeye vardırmışlardır işi. Bütün İslami hareketler bu iki imgeyi temel ilke yapmışlardır.

 

İyad Bergusi “Filistin'de Din ve Devlet” Ramallah İnsan Hakları Araştırmaları Merkezince yayınlandı) isimli çalışmasında “Dinin Anayasa'ya girmesi siyasi alandaki etkisinin artmasını takiben olmuştur. Özellikle girişteki maddelere dâhil edilmiştir. Mesela Anayasa'nın dördüncü maddesindeki değişiklik bunun bir örneğidir” diyor.

 

Bergusi girişte “şerif” kelimesinin eklenmesini buna örnek vermekte. “Filistin Devleti'nin kurulması ve Kudusü Şerif’in başkent yapılması” Yine üçüncü maddede ''Kudüs Filistin'in başkenti, iki kıblenin ilki, Hz. Peygamber'in Miraç'a çıktığı yer ve ilk haremden sonra üçüncü haremdir.

 

Bütün bunlar 2000 yılında Filistin Yasama Meclisi'nin 2000 yılından bu yana tartıştığı yasa taslaklarına da yansımış vaziyettedir. 2003 Martında tartışılan üç Anayasa taslağına da yansımıştır. Bunlardan meclisin kabul ettiğinin sekizinci maddesi şu şekildedir.

 

“İslam şeriatının ilkeleri yasamanın temel referansıdır. Semavi dinlerin mensupları kişisel meselelerine kendi şeriatları çerçevesinde kanuna uygun olarak bakabilirler. Bu Filistin halkının birliğini koruyacaktır.”

 

Yani hem Filistin Anayasasında hem de Kanunu Esasi'de daha önceki Filistin ulusal sözleşmesinin tersine İslami referanslar açık olarak kendini göstermektedir. Filistin'deki İslamcı hareketler diğer Arap İslami hareketleri ile aynı süreci yaşıyor.

 

Sloganlarına İslami imgeler çok belirgin olarak sirayet etmiş vaziyette. Eğer bütün bunların arkasındaki İslami unsurlar etkinliğini devam ettirilirse ve pragmatik İslam toplumsal ve kültürel değişimlere cevap vermek adına devreye girmezse Filistin’deki temel toplum sözleşmelerindeki dini nasların yorumlanması üzerindeki ihtilaflar artacak ve her dini çatışmada olduğu gibi meçhule giden bir yola girilmiş olacak.

 

Çeviren: Emrah Kekilli

 

http://www.alhayat.com/opinion/09-2008/Article-20080923-8fc8891a-c0a8-10ed-01ec-19d759a0b97a/story.html