YDH- Ortadoğu uzmanı İngiliz yazar Patrick Seale, el-Hayat gazetesinde yayımlanan bu makalesinde İran’la ABD arasında Irak üzerinde yaşanan yarışı ABD’nin kaybetmeye başladığını; ancak İran’ın kazandığını söylemek için ise vaktin henüz erken olduğunu söylüyor.
Irak ile Amerikalılar arasında, Amerikan askerlerinin Irak'ta kalması konusunu kapsayan güvenlik anlaşması üzerine yapılan görüşmelerin sekiz aydır bir netice vermemesinin ve Amerika'nın bu konuda başarısızlığa uğramasının ardında İran’ın olduğu söyleniyor.
Diğer taraftan bu anlaşma Amerika için ivedi bir önem taşıyor; çünkü Birleşmiş Milletlerin Irak'ta Amerikan varlığını tanıyan kararının süresi 31 Aralık’ta bitiyor.
Irak Başbakanı Nuri el-Maliki'nin The Times gazetesine 13 Ekim'de verdiği demeçte belirttiği üzere Amerikalıların bu tarihten sonra Irak'ta kalabilmeleri ya da çekilme hazırlıkları yapabilmeleri için yeni bir hukuki kılıfa ihtiyaçları olacak.
Anlaşmaya gidilmesi zorunlu olduğu için geçici bir alternatif bulunularak bu alternatif uygulanabilir. Mesela Birleşmiş Milletlerden anlaşmayı kısa bir süre uzatması istenebilir. Ya da sadece Başkan Bush ve Maliki hükümeti bakanları arasında bir dostluk anlaşması imzalanabilir.
Tam da bu süreçte İranlıların bölgedeki gerçek müttefiki olan Mukteda Sadr gurubu, büyük gösteriler düzenleyerek güvenlik anlaşmasının imzalanmaması için hükümet üzerinde baskı kurmaya çalışıyor.
İranlılar Amerika ile yapılacak her türlü anlaşmaya, -bu, Amerikan askerlerini hukuki olarak kısıtlayan ve hareket kabiliyetini azaltan bir anlaşma dahi olsa- karşılar.
İranlılar bütün bunları Amerika'nın bölgedeki askeri varlığının süresini uzatmak olarak görüyorlar ve çevrelerinde Amerikan askerlerin bulunmasından rahatsızlık duyuyorlar.
Bununla birlikte İran Amerika'nın sadece Irak'tan değil tüm Körfez bölgesinden tamamen çekilmesini istiyor.
İran ve Amerika çekişmesi sadece Irak ve Körfez ile sınırlı değil. Bu çekişmenin Lübnan’dan, Filistin'e ve Afganistan'a kadar bütün bölgede sürmekte olduğu çok aşikâr bir şekilde görülüyor.
Şartlar böyle iken Cumhuriyetçilerin başkan adayı McCain Amerikalıların Irak'taki varlığının tıpkı Japonya ve Kore'de olduğu gibi uzun vadeli olması gerektiğini düşünüyor.
Fakat McCain'in rakibi olan demokratların başkan adayı Barak Obama, Amerikalıların Irak'tan görevini yerine getirdikten sonra 16 içerisinde aşamalı olarak çekilmesi gerektiğini düşünüyor.
Aynı zamanda Amerika'nın Irak'ta var olmasının Iraklılar için en önemli getirisinin el-Kaide'nin oradan uzak tutulması olduğunu düşünüyor.
26 Eylül'de Amerikan Savunma Bakanlığı’nın Irak'taki durum hakkında Kongre’ye sunduğu raporun ilk cümlesi şöyle başlıyor; “Irak'ta Amerikan varlığının stratejik nedeni, kendini koruyabilen, güvenliğini sağlayabilen ve terörle mücadelesinde ona yardım edecek federal demokratik bir Irak'ın meydana getirilmesidir.”
Irak'a açtığı savaşın kendisine çok pahalıya patladığı Amerika, Irak'ın siyasi ve iktisadi olarak ekseninde kalmasını istiyor; fakat işler Amerika'nın istediği gibi gitmiyor, hatta Amerika Irak'tan çekilecekmiş gibi bir görüntü veriyor.
Şimdi bu durumda Irak'ta başarılı olan İran mı diye soracak olursak, bu sorunun yanıtının henüz verilemeyeceğini söylemek yerinde bir cevap olacaktır; çünkü şu anda Irak Şiilerinin tamamının İran yanlısı olduğunu ve İran'ın ülkelerinin iç işlerine karışmasını kabullendiğini söylemek mümkün değil.
Mesela 1980 ve 1989 arasındaki İran-Irak savaşına Şiiler de katılmıştı ve İran'a karşı savaşmışlardı. Bu durum bir Iraklılık bilincinin var olduğunun göstergesidir.
Evet, İran ve Irak Şiileri aynı inanca sahipler; fakat Iraklılarda bir Arap olma bilinci bulunuyor ve onlar bundan gurur duyuyorlar. Ayrıca Iraklılar İran hâkimiyetine girmeyi kabullenmeyeceklerdir.
Saddam Hüseyin döneminde zayıflayan Necef ilim havzası, bu gün güçlenerek Şii dini ilimler için bir merkez konumuna dönüşerek İran'da bulunan Kum ilim havzası ile yarışacak duruma gelmekte.
Bu sene üç milyon Iraklı Şii İran'ın iç işlerine karışmaması için imza topladı. Mukteda Sadr'ın kendisine bağlı Mehdi Ordusu’nu dağıtma kararı alması, İran'ın bölgedeki başarısızlığının göstergesi olarak algılandı.
Basra ve Sadr kentinde Mehdi Ordusu milislerini etkisiz hale getirerek siyasi konumunu güçlendiren Irak Başbakanı Nuri el-Maliki, Irak'ın bir ulus olduğunun bir örneğini insanlara göstermiş oldu.
Başkanı olduğu Dava Partisi, Saddam Hüseyin döneminde kovuşturmaya tabi tutulan ve 20 yıl boyunca İran ve Suriye'de yaşamak zorunda kalan Maliki, bu iki ülkenin de maşası olmadığını ispat etti.
Görünüşe göre Maliki, Ortadoğu'da söz sahibi bir Irak meydana getirebilmek için Irak'ı yeniden yapılandırma çabası içerisinde; fakat Maliki'nin bir güç haline getirmek istediği Irak, Saddam Hüseyin zamanındakinin tersine Sünni bir güç değil Şii bir güç olacak.
Hatta bazı gözlemciler, Maliki ve müttefiklerinin (Özellikle Şii İslami Yüksek Konseyi’nin) ulusal Irak devleti altında bir Şii İslam Cumhuriyeti kurmak istediği kanaatindeler.
Hatta birçok hareketi de bu yönde işaret olarak kabullenilebilmeye açık. Mesela Irak'ın bağımsızlığını zedelemediği halde Amerikalılarla anlaşmaya yanaşmıyor bunun yerine İranlılarla iyi geçinmeyi tercih ediyor.
Aynı zamanda Irak ordusunun askerlerini Sadr'ın milislerine karşı kullanması ve ardı kesilmeyen patlamalarla savaş ilan etmesi bu yönde yorumlanabilir.
The Times gazetesine verdiği demeçte “Kerkük bölgesel yönetimin sınırları içerisinde değildir ve merkezi hükümete bağlıdır” derken Şii'lerin Kürtlerin haklarına saygılı olmakla birlikte bu saygının bir sınırının da olduğunu vurgulamış oluyor aslında. Bu da bahsettiğimiz çerçevede değerlendirilebilecek bir söz.
Belki de Maliki'nin bu niyetinin en açık göstergelerinden biri “Irak'ın Evlatları” olarak adlandırılan ve 100 bin kişi kadar olan Sünni aşiretlere karşı takındığı tavırdır. Amerika bu kabileleri el-Kaide ile savaşmak üzere silahlandırmış ve yapılandırmıştı.
Amerika bu “Irak'ın Evlatları” denilen gurupları Irak Ordusu'na katması için Maliki'ye baskı yapınca her ne kadar Maliki bunu kabullendiyse de hayata geçirmedi; çünkü içerisinde eski baasçıların ve isyancıların da bulunduğu bu kimselerin kendi hâkimiyetini tehdit edeceği kanısında idi.
Kısacası biz ne Amerika'nın cebinde ne de İran'ın cebinde olan, bölgedeki eski kuvvetini kazanmaya çalışan; fakat bunu yaparken de Arap Şiileri olarak yapan bir Irak görmekteyiz.
Irak'ta her ne kadar güvenlik temin edilmeye başlandıysa da temel sorunlar hala halledilebilmiş değil. Bunun başında iç siyasi yapının çok parçalı ve bölünmüş olması ve bütün gurupların kendi emellerini dayatması geliyor.
Irak'ta bir milyon sekiz yüz bin mülteci var. Irak dışında ese çoğunluğu Suriye ve Ürdün'de olmak üzere bir milyon Iraklı mülteci bulunuyor ve Irak'ta temel yaşamsal ihtiyaçları temin edebilmek için gerekli alt yapıyı meydana getirmek için 400 milyon dolar lazım.
Irak, günde bir milyon dört yüz bin varil petrol ürettiği ve değerli su kaynaklarına sahip olduğu için önemli bir ülke. Hatta bu su kaynakları kullanılarak tarım üretimi artırılabilir.
Nitekim gelen haberler göre Iraklıların yüzde seksen beşi kendilerine yetecek yiyecekleri oldukları kanısındalar.
Çeviri: YDH