YDH- Ünlü Arap gazeteci Fehmi Huveydi, el-Cezire’nin internet sitesinde kaleme aldığı “Hamas Sorunu” başlıklı yazısında bugünlerde Arap rejimleri tarafından yalnızlaştırılmaya çalışılan Hamas’ı ve Filistin’in siyasal önderliğini tarihsel süreciyle analiz ediyor.

 

Hamas Sorunu

Anlaşılan bu günlerde Hamas'tan bahsetmek sadece yergi mahalli olmak anlamına gelmiyor, bunun yanında, özellikle Mısır'da, yasaklı bir duruma düşmek anlamına geliyor.

 

Ya da şer ekseni olan Arap ülkeleri ile irtibatlı olmak anlamına geliyor; ancak bu meseledeki bazı karanlık yerleri aydınlatmak için bu meseleye girmek bir sorun olmamalı diye düşünüyorum.

                                                             (1)

Zannediyorum ki çoğu kimse Hamas taşlı intifadadan üç ay sonra 1988 Ağustosunda siyasi programını ilan ettiğinde bu programa itiraz eden ilk yazarın ben olduğumu bilmiyor. O zaman el-Ehram gazetesinin 1.11.1988 tarihinde yazdığım yazının başlığı “İslami Filistin'den önce Özgür Filistin” idi. O zaman Ürdün İslamcılarının çıkardığı gazetelerden bu yazıya birçok itiraz gelmişti; çünkü yazı hoşlarına girmemişti.

 

Ben o zaman programda ilan edilen esasları eleştirmiştim; zira o programda Filistin'in İslami kimliğine vurgu yaparak İsrail'in yeryüzünden silmek istediği Filistin'in savunulmasının İslami kimliğinin iadesi için gerekli olduğunu yazıyordu.

 

Ben o zaman kökleri geçtiğimiz asrın otuzlu yıllarına kadar giden Müslüman Kardeşler Hareketi’nin Hamas üzerindeki etkisini biliyordum. Hareketin örgütsel oluşumu 1946 yılında başladı ve İhvan'ın 1948 savaşına iştiraki ile gücü arttı. İsrail'in Filistin topraklarını işgal ettiği 48'den 67’ye kadar olan süreçte Müslüman Kardeşler’in faaliyetleri davet ve terbiye üzerine yoğunlaştı.

 

İşgalci rejim, Mısır'daki Müslüman Kardeşler ile bağlarını kopardığında, 1978'de talim ve terbiye ile meşgul olan İslam Cemaati’ni kurdular ve bu o zaman birçok Fetih’çi tarafından eleştiri konusu olmuştu. Yine o zamanlar İslam Cemaati Gazze'de yeterli çoğunlukta olmasına rağmen hala talim ve terbiye işleri ile uğraştığı ve fiili direnişe geçmediği için eleştiriliyordu.

 

Ancak bu durumu 1980'den sonra değişmeye başladı; çünkü bu tarihte bu topluluğun mensupları sokağa çıkmaya başladılar ve 1987 gelindiğinde artık İslamcılar onda bütün ağırlığı ile kendilerini gösterdiler. İşte bu hareketin bünyesinden Filistin Ulusal Hareketlerine katılmak üzere Hamas ve İslami Cihad doğdu.

 

Bundan yirmi sene önce yazdığım makale şunu diyordu: Filistin'de kurulan herhangi bir hareket bir gurup olarak kendi önceliklerini ön plana çıkararak yeni bir ayrılık meydana getirmemeli, bunun yerine “özgür Filistin” ideali için diğerleri ile birlikte hareket etmelidir.

 

İkinci olarak işgal atında mahvolan bir ülkede İslami Filistin'den bahsetmek hiçbir gerekçe ile açıklanamayacak bir ayıptır; çünkü böyle bir söylem özgürlük yolunda toplanması gereken bütün gayretleri parçalayan ve insanları bu hedefe giden yoldan uzaklaştıran bir söylem olabilir. Oysa gerekli olan ayrılık değil birlik engel koymak değil yol açmaktır.

                                                             (2)

1987'de İslami hareketlerin Filistin sahasında görülmeye başladığı günden bu yana artık Filistin'de yeni bir aktör kendini göstermişti ve bu aktör el-Fetih ve onun baskınlığı ile çekişme halindeydi artık.

 

Siyasi analizciler bu yeni aktörün 1994 yılında Beyaz Saray'da Yaser Araf ve İshak Rabin'in hazır bulunduğu ve Clinton'un başkanlık ettiği bir toplantıda imzaladıkları Oslo Anlaşması’na giden süreçte hızlandırıcı rolü oynadığı noktasında müttefikler.

 

Anlaşma gereğince Filistin yönetimin yapılandırılası başlandı ve Yaser Arafat 1994'de Filistin Devlet Başkanı olarak Filistin'e döndü. El Fetih o tarihten sonra sadece siyasi bir oluşum olarak değil Filistin topraklarının bir kısmına hâkim olan bir oluşum olarak var oldu.

 

Hamas ve İslami Cihad'ın direniş yolunu seçtiği o günlerde, el-Fetih anlaşma ile artık siyasi faaliyetlerin ve uzlaşma çabalarının içine çekilmişti.

 

İşgal hala devam ediyordu,  halen devam etmektedir, Hamas ve İslami Cihad Filistin sokaklarını kazanmaya başlamışlardı ve bu kazanım gittikçe arttı. Tabi bu kazanımı kuvvetlendiren unsurlar vardı. Bu cümleden olarak; İsrail'i içlerine kadar girerek tehdit etmesi, Filistinlilerin Oslo'dan bir şey elde edemedikleri kanaatine ulaşmaları ve 2000 yılında Clinton başkanlığında, Filistin Devlet Başkanı ve İsrail Başbakanı Ehud Barak'ın hazır bulunduğu Camp David görüşmelerinin başarısızlığı zikredilebilir.

 

Bunlar 2000'de başlayan ve birçok Filistinli direniş gurubunun katıldığı intifadaya temel teşkil etti ve bu intifada sırasında Yaser Arafat abluka altına alınmış, zehirlenmiş ve 2004'de vefat emişti.

 

Ebu Ammar'dan kurtulduktan sonra Mahmud Abbas Filistin Devlet Başkanı seçildi. Mahmud Abbas'ın direniş karşıtı olduğu biliniyor. Hatta benim bildiğim bir arkadaşına “taşla dahi olsa direnmeye karşıyım” şeklinde sözler söylediği bilinmektedir. Hatta bunu 1987 intifadasında da belirtmişti. O zamanlar istişhat eylemlerini “alçakça” olarak niteliyordu.

 

Bunlar onun Hamas ve İslami Cihad'a bakışının arka planına ışık tutmaktadır. Bu durum kendisinin başında olduğu Filistin yönetiminden halkın yüz çevirmesinin nedenidir.

 

Bütün bunlar 2006 yılında Hamas'ın yasama meclisindeki sandalyelerin çoğunu almasının nedenini teşkil etmektedir. (Yasama Meclisindeki 132 sandalyeden 74'ünü almıştı) Bu seçimden sonra Ebu Mazin ve yanındakilerle Hamas hükümeti arasındaki çekişme artık siyasi alanda başlamıştı. Ebu Mazin ve ekibinin siyasi uzlaşma ve görüşmelerinin başarısızlığı Hamas ve direniş yanlısı gurupların gücünü artırıyordu.

 

Siyasi görüşmeler devam etmekteydi ve Hamas gittikçe güçlenmekteydi ve artık Amerikalıların dahi Hamas'ı siyasi arenadan uzaklaştıramayacağı ortaya çıkmıştı. Böyle bir girişim Hamas'ın işleri tamamen kontrol altına alması anlamına gelmekte idi ve zaten öyle de oldu, Hamas 2007 yazında Gazze'yi tamamen ele aldı.

                                                              (3)

Artık Hamas yönetimin dört yönü kendini göstermeye başlamıştı. Birincisi; Hamas gerçekte Müslüman Kardeşlerin uzantısı olan İslami bir harekettir. İkincisi; Hamas Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin bir parçasıdır. Üçüncüsü; Hamas Filistin Yasama Meclisi’nin çoğunluğunu elinde bulunduran bir direniş gurubudur. Dördüncüsü; Hamas Gazze'nin yönetimini elinde bulundurmaktadır ve çeşitli gurupları kendi bünyesine katmaya uğraşmaktadır.

 

Gazze'deki Filistin meselesi ile ilgili guruplar Hamas'ın siyasetine ve tavrına uygun olarak onunla iş birliği yolunu tuttular. Mısır, Hamas'ı yasaklı gurup olarak niteledi ve bu nedenle ona karşı tavır aldı. Ayrıca İsrail ile yaptığı barış anlaşmasından hareketle direniş fikrine karşı çıktı.

 

Ebu Mazin ve gurubu direniş karşıtı oldukları için ve seçimlerde Hamas tarafından hezimete uğratıldıkları için Hamas'a cephe aldılar. İsrail ve Amerika direniş hareketi olduğu için Hamas'a cephe aldılar.

 

Suriye'ye gelince bir direniş hareketi olması münasebetiyle Hamas'ı destekledi. İran da İslamcı bir hareket ve bir direniş hareketi olması münasebetiyle onu destekledi. Türkiye, Filistin Yasama Meclisi’nde çoğunluğu elinde tutan bir gurup olması münasebeti ile Hamas ile görüşme yoluna gitti. Hatta Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan seçimlerden çoğunluğun desteğini alarak başarıyla çıkmış bir gurubun dışlanması karşısında hissettiği şaşkınlığı birçok defa izhar etti.

 

Bu çerçevede Hamas-Suriye ve İran arasındaki ilişki, Hamas'ı yaralama yolunda kullanıldı. Bunu yapanlar Amerika, İsrail ve dörtlü devletler tarafından desteklenmekteydi. Bu bağlamda siyasi ve medya alanında yükselişine karşılık Hamas'ı bölgede birilerinin ajandasının uygulayıcısı olarak tarif etmeye başladılar. (burada İran kastedilmekteydi)

 

Newsweek'in başyazarı olan Ferid Zekeriya, derginin 14 Ocak'ta tarihli sayısında Hamas, İran'da üretilmiş bir örgüt değil diye yazıyordu.

 

Bu iddiayı dillendirenler İran ile Hamas arasında ittifak noktaları olduğu ihtilaf noktaların da olduğunu bilmiyorlar. Bunlar şu anki durumda bazı ortak noktaları nedeniyle müttefikler yalnız bu ittifak ebediyete kadar değil. Hamas’ın kendisini tatmin etmeyen durumlarda ikinci bir ajandası olduğu biliniyor. İlk ajanda görünür tarafı ise de ikinci ajanda kesin olan ve amaçlanan hedeflere sahip. Bunu son İsrail saldırısında görmek mümkün oldu.

                                                           (4)

Hamas'ın siyasi olarak geçirdiği süreçte temel sorunu her ne kadar ulusal bir karakter kazansa da halen bir “gurup” olarak kalmış olması ve bir Filistin devleti kurabilmek için diğer guruplarla kurduğu ilişkilerde başarısız olmasıdır. Bu sorun sadece Hamas'ın sorunu değil aynı metodu takip eden diğer İslamcı hareketlerin de sorunudur.

 

Etrafta bu tür başarısızlıklardan memnun olanlar olabilir; ancak Filistin'in bu tür parçalanmalara dayanacak hali kalmamıştır. Bilindiği üzere Filistin Yasama Meclisi 1988'den bu yana yani yirmi yıldır toplanmamıştır.

 

Mısır, 2005 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün kuvvetlendirilmesi ve geliştirilmesi yönünde bir çağrı yaptı ve bu konuyu takip etmek üzere yani bir meclis kurma kararı aldı; ancak üyelerinin belirlenmesine rağmen, bu meclis halen toplanmadı. Zira böyle bir şeyin yapılmaması yönünde Filistin yönetiminin ısrarcı olduğu biliniyor.

 

Sonuç olarak Filistin halkı tasfiye edilmek gibi bir tehlike ile karşı karşıya olduğu bir dönemde kendisini tatmin edecek bir mercie sahip değildir. Birçok farklı yerde mukim Filistinli aydınlara gelince, onlar bu konu üzerinde konuşuyorlar. Aralarında “Özgürlük ve Direniş Cephesi” oluşturulması talebinde olanlar bir hayli fazla ve bunun önümüzdeki Mart ayında Şam'da ilan edilmesi bekleniyor.

 

Bunun önemli bir gelişme olacağından şüphe yok; çünkü insanların ümidi direnişin sürmesine bağlanmış durumda. Nasıl bir şemsiye altında olursa olsun Filistinlilerin, Filistin davasını hiçbir gurubun önceliklerine feda etmeden savunacak şekilde birleşmesi, geç kalmış bir rüya niteliğinde.

 

Çeviren: Emrah Kekilli

http://www.aljazeera.net/NR/exeres/8718622A-28C7-455C-A9A0-8D23968669D3.htm