YDH- Suudi el-Hayat gazetesi yazarı Amr el-Hamzavi, Obama’nın başkan seçilmesinden sonra Ortadoğu ile ilgili bir iyimser bir de kötümser bakış açısının oluştuğunu belirterek bu bakış açılarının gerçekçiliğini ve tutarlılığını tartışıyor.
Ortadoğu gözlemcilerinin beklentileri
Ortadoğu’da olan olayları yorumlayanların her biri mevcut siyasi durumun doğası hakkında farklı ve birbiri ile çelişen şekilde yorumlar yapıyorlar.
Bunu yaparken uluslar arası ve bölgesel aktörlerin ilan edilmiş ve şu anda gözlemlenen durumlarını atıfta bulunuyorlar ve bu durum bir noktada onların dediklerini teorik anlamda doğrulamaya imkân sağlıyor.
Bu siyasetçi, kanaat önderi ve stratejistlerin bir kısmı Amerika’nın 2003 yılında Irak’ı işgali ile birlikte bölgenin birçok faklı yerinde birçok farklı nedenden dolayı farklı çekişme ve çatışma olaylarının çıktığını söylüyor.
Bu durumun ortadan kaldırılıp sorunların giderilebilmesin yolunu ise bir sükûnet ve uzlaşı ortamının meydana getirilerek sorunların diyalog yolu ile çözülmesinde görüyorlar.
Bunu söyleyenler bu olumlu beklentileri iki esasa dayandırıyorlar. Bunlardan birinci Amerika’da Obama’nın başkan olması ve bölge devletlerinin böyle bir barış siyasetine olumlu bakmaları ki bölge ülkeleri hep birlikte barışın sağlanması için uğraşıyorlar. Bu minval üzere barış ve sükûnet Irak ve Lübnan’da da en kısa zamanda sağlanabilir.
Bu bağlamda bu siyasete Amerika’nın yeni demokrat başkanının Ortadoğu barışına gerçekten önem verdiğini ima eden işaretler ile olumlu bir tablo çizen yeni Amerikan diplomasisi de yardımcı olacak.
Zira Amerikan diplomasisin yeni dönemde önceliklerinden biri Filistin ve İsrail arasındaki diyalog ve uzlaşının yeniden harekete geçirilmesi, bir diğeri Irak’tan süratle çekilme olacak.
Yine bu beklentilere sahip olanlara göre Amerika’nın bölgedeki önceliklerinden biri de İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgedeki rolü ve atom enerjisi zenginleştirme çalışmaları hakkında uzun soluklu bir çalışma ve diyalog başlatmak olacak, ayrıca Suriye ile bir uzlaşma sağlayarak onun bölgede Amerikan karşıtı duruşunu ortadan kaldırmak olacak.
Daha sonra Obama’nın bazı işleri bu olumlu beklentilere temel teşkil eder nitelikte idi. Bu cümleden olmak üzere George Mitchell’in bölge barış faaliyetlerine başkan temsilcisi olarak atanması ve bölgeye başkana yakın ve bölgede etkili ve mutedil olarak bilinen şahısların peş peşe bölgeye gitmesi zikredilebilir.
Bu kişilerden Suriye, İsrail ve Filistin topraklarına bir gezi düzenleyen John Kerry sayılabilir. Son olarak, Washington’daki İsrail Lobisi hesabına marjinal bir görüntü vermesi nedeniyle Dennis Ross’un İran’a karşı yeni siyasi parametrelerin belirlenmesinde, Körfez ve İran konusunda dış işlerine müsteşar olarak atanmasına rağmen başkan temsilcisi makamına seçilmemesi zikredilebilir.
Aynı şekilde Obama yönetimi Ortadoğu’da İran ve Suriye gibi devletlere ilişkileye girerek onlarla ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Amerikan politikasındaki bu değişim alametleri bölgede barış ve huzuru sağlama yönünde arayışlarda bulunuyor ve bu şekilde bölgedeki ılımlı ve direnen devletlerin ikili kamplaşmasını da aşmaya çalışıyor.
Başka bir deyişle Ortadoğu’nun gelecekteki çehresini ılımlı bir bakış açısıyla tasvir edenler, diyalog ve uzlaşı üzerine bina ettikleri bu öngörülerini Obama’nın barış ilkelerine dayanan ve ilk faaliyetlerinin işaretleri de bunan uygun olan siyasetine dayandırıyorlar.
Obama’nın bu siyasetinin ise ancak bölge ülkelerinin geçtiğimiz yıllarda çıkarları nedeniyle çıkan çatışmayı ortadan kaldırmak için bu sorunları görmezden gelerek bu diyalog politikasına iştirak etmelerinde görüyorlar.
Bu ilk görüşün göze çarpan bütün kusurları Ortadoğu’nun geleceğini farklı şekilde tasvir eden ikinci görüşü ortaya çıkarıyor ki; onlara göre Ortadoğu’da bir değişimin meydana gelme ihtimali uzak bir ihtimal, bu Amerikan politikası ılımlı yönde değişse de uzak bir ihtimal.
Hatta onlara göre bölgenin durumunun geçirdiği süreç dikkatle incelenirse bölgede tansiyon gittikçe yükseliyor.
Benyamin Netanyahu’nu ile başa gelen sağ iktidar bunun en açık örneği. Zira bu hükümet Filistin ile gerçek anlamda hiçbir barış girişimine sıcak bakmıyor. Bunun yanı sıra Filistinlerin yani el-Fetih ve Hamas’ın kendi içlerindeki diyalog girişimlerine de engel çıkartıyor. Bu nedenle önümüzdeki dönemde Gazze ve Batı Şeria arasındaki ayrılığın devam edeceği ve bütün diyalog evrakların rafa kaldırılacağı kanısındalar.
Yine bu kesimden siyasetçi, kanaat önderi ve analizcilere göre bölge güçlerinin böyle barışçıl bir havada diyalog ortamının meydana gelmesi işlerine gelmez, çıkarlarına olmaz.
Onlara göre İranlılar tetikte özellikle İran İslam İnkılâbı lideri Seyyid Ali Hamenei ve İran Devrim Muhafızları Komutanı Amerika ile diyalog meselesinden endişeliler.
Bu endişenin nedeni ise İran’ın içindeki otoritelerinin ve Irak, Lübnan ve Filistin’deki etkilerinin böyle bir durumda zayıflama ihtimali.
Ayrıca Washington ile ilişkilerini geliştirmek isteyen bu nedenle İsrail ile dolaylı görüşmelerini sürekli gündemde tutan Suriye ise ilişkilerin gelişmesi karşılığında Washington’un isteklerini karşılamaya müsait değil. Çünkü Uluslar arası Refik Hariri mahkemesi gibi bir sorun ile karşı karşıya iken ittifak rotasını değiştirerek İran, Hizbullah ve Hamas’a sırt çeviremez.
Bunun yanında uranyum geliştirme meselsi ile ilgili yaşadığı sorunu ve İsrail’in geçenlerde Suriye’yi bombaladığını unutmayalım.
Bütün bu kesin hükümlerden ve meseleyi sıfır ile biten bir denklemle dönüştüren keskin tasvirleri bir kenara bırakacak olursak, bu ikinci yani karamsar bir tablo çizenlerin tablosu gerçeğe daha yakın duruyor. Çünkü Obama yönetiminin ilan ettiği ılımlı yönetimin uygulanabilirliği gün geçtikçe mümkün olmaktan çıkıyor.
Çünkü Washington yönetiminin Ortadoğu’da barışı yeniden sağlayabilmesi için Hamas ile olan ilişkilerini gözden geçirmesi ve onunla diyaloga geçmesi gerekiyor. Bununla birlikte İsrail Filistin diyalogunun yeniden başlayabilmesi için Amerika’nın Netanyahu hükümetine baskı yapması gerekiyor ki bu da pek mümkün görünmüyor.
İran ile ilişkilerinin geliştirilmesi ise İran’ın Amerika’nın taleplerine cevap vermesinden geçiyor bu ise İran’ın atom enerjisi geliştirmesinden vazgeçmesi talebini içeriyor.
Bunun yanında birçok Körfez ülkesi ve bölgedeki Amerika’nın geleneksel müttefiklerinin çokça şikâyetçi olduğu İran’ın bölgedeki nüfuzunun kırılması meselesi de var.
Binaenaleyh eğer İran atom enerjisi geliştirme meselesinde kendisinden beklenilenleri yerine getirmez ise ona yaptırım uygulanacak, İsrail ise bu yaptırımın askeri olması yönünde Amerika’ya baskı yapıyor.
Sözün kısası şu anda bizle Amerikan politikasının rotası hakkında bir belirsiz durum ile karşı karşıyayız. Obama’nın Beyaz Saray’a girişinden sonra yaşananlar ise bölgede kesin bir değişimin mümkün kılınmasını zorlaştırmıştır.
Bu iki görüşün yüzeyselliği, bu görüşlerin Obama’nın yeni politikası ve bölge ülkelerinin olumlu ya da olumsuz anlamda buna yaklaşımlarına dair yorumları beni ikna etmedi.
Benim şahsi kanımca bu yıl için Ortadoğu’nun en önemli ajandası İran, Irak ve Lübnan’da -belki de Filistin’de- yapılacak seçimlerdir.
Bu seçimler sonrasında bölgede çatışmanın içinde olan devletlerde güç denklemlerinde bir değişim olabilir.
Bu sene içerisinde farklı siyasi aktörler hamlelerini arka arkaya yapmaya devam edeceklerdir ve bizler bu süreçte dikkatli bir gözlem ile gidişatı kestirebiliriz.
Çeviri: YDH