YDH- Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın vahdet haftası münasebetiyle yaptığı konuşmanın siyasi meselelere değindiği ikinci bölümünü yayımlıyoruz.
Bütün bunlardan sonra siyasi meselelere girmek istiyorum. Ben, bütün Araplarla ve Müslümanlarla yüzde yüz mutabakat edelim demiyorum. Dediğim bir iki ya da üç dört Arap ülkesinin iş birliği yapmasıdır; bu da hepsinin çıkarına olacaktır. Şunu da belirtmek gerek ki bu bazılarının dillendirdiği gibi kimseye zarar vermeyecektir.
Gazetelerde okudum 14 Martçılardan bazıları demiş ki bu “4’lü Riyad zirvesinden sonra Hizbullah kellesini korumaya baksın”. Bu ne demek şimdi? Nerede, hangi dünyada yaşıyoruz. Bunu söyleyenler kellelerini kollayarak yaşadıkları için Hizbullah’a da bunu söylüyorlar. Hâsılı, Arplar asında ittifak bizim için bir kuvvettir.
Bu yöndeki herhangi bir girişimi sonuna kadar destekliyoruz ve bu gibi durumlarda birilerinin bahsettiği gibi endişelenecek hiçbir durum yoktur.
Burada, Doha zirvesinin yaklaştığı bu günlerde bütün Araplara Arapların hakları için çaba sarf eden İran ve Türkiye gibi diğer ülkelere de el uzatmaları çağrısında bulunuyorum. Bizde bir acayiplik var, dünyanın her yerinde insanlar kendilerini destekleyecek ülkeler ararken, birileri bizi destekleyince düşmanlık planları üretiyoruz.
Yani şimdi Venezüella’nın çıkıp Arapları desteklemesi Arapları kuvvetlendirmez mi? Ya da dünyanın herhangi bir yerinden dini, fikri, siyasi, kültürel aidiyeti ne olursa olsun hangi medeniyetten olursa olsun, çıkıp, ben Arapların haklarını desteklemek istiyorum, Filistinlilerin muzaffer olmasını istiyorum dese bunların ellerini nasıl geri itebiliriz, geri çevirebiliriz?
Zaten bu konuda bize yardım edecek insanlar aradığımız bir durumdayız. İran mesela böyle bir konumda… Yine Türkiye böyle bir konumda ve başka ülkelerde var. Bu ülkelerin bize zararı olmaz faydası olur Allah’ın izni ile. Ancak biz, Arap halkları olarak bu uzanan elleri geri çevirerek onların husumetine neden olacağımız yerde onların elinin tutmalıyız.
Yine bu bağlamda bu günlerde Kahire’de Filistinli kardeşlerimizin kendi aralarında sürdürdükleri diyalog faaliyeti herkesin desteklemesi gereken bir durumdur. Filistinli kardeşlerimizin kendi aralarında çözmeleri gereken bazı karışık meseleler var; ama bunu çözecek olan da onlardır.
Bu karışık meseleleri gereken hikmet üzere ve cesurca çözmelidirler. Ancak birileri okyanus ötesinden gelip de o ülkeyi ya da bu ülkeyi, o ortaklığı ya da bu ortaklığı itham etmek gibi bir girişimde bulunabilir. Mevcut zulmü etkisiz kılmayı bir suç olarak gösterebilir.
Biz Hizbullah olarak bu durumu iyi biliyoruz, aynı şekilde Lübnan’daki bütün muhalefet hareketlerinin de aynı durum ile karşılaştığı kanısındayız. Bu durum ile Filistinli kardeşleriz de karşı karşıya kalmaktalar. Bizler de onlar da İran ve Suriye ile ittifak yapmak ile suçlanıyoruz. Kimsenin, kimsenin işine karıştığı yok, kimsenin kimseye akıl verdiği yok, kimsenin kimseyi bir şeye zorladığı yok. Herkes kendi kararını kendi veriyor. Allah şahittir, mevcut olan durum budur.
Bu nedenle biz Hizbullah olarak aralarında yardımlaşma, yakınlaşma, birleşme, ayrılıkları ortadan kaldırma adına yükseltilen bütün seslere eşlik ediyoruz, onların dediğini diyoruz.
Tam bu noktada üzerinde durulması gereken bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Bazı Arap gazeteleri hatta maalesef bazı Lübnan gazeteleri Hizbullah’ın Gazze’de yaşanan bazı olaylarda, atılan bazı füzelerde müdahalesi olduğunu yazdı. Şunu burada sizin için ve bütün dünya için açıkça söylemek istiyorum ki Hizbullah’ın Gazze’de hiçbir örgütü ya da gurubu yoktur.
Bizim Filistinli guruplar ile yardımlaşma saygı ve derin bir güven ve muhabbet içinde olduğumuz bir gerçek. Biz onların hiçbir işine karışmıyoruz, aldığı hiçbir kararda hiçbir müdahalemiz yoktur; çünkü buna benzer bir şeyin bize yapılmasını istemeyiz.
Biz onların büyük, küçük bütün işlerde aldığı kararlara hiçbir şekilde müdahale etmeyiz. Ancak biz kendimizi onların kardeşi olarak görüyoruz, onun için bize onların aldığı kararlarda onlara yardım etmek düşer. Mevcut durum budur ve asıl olan ve faydalı olan Filistin direnişinin kararları kendi yönetiminin almasıdır.
Ateşkese karar verir, savaşa karar verir bunda kimsenin bir dahli yoktu ve olmaz da. Bu Filistinlilerin zararına olan bir şeydir ve biz sadece bunu da demiyoruz. Diyoruz ki; bunu yapmak şer’i açıdan da haramdır yasaktır.
Aynı şekilde Arap coğrafyası için düşünürsek Sudan Başkanı Ömer el-Beşir ile ilgili Uluslar arası Ceza mahkemesi yargıcının aldığı kararında karşısında durmalıyız. Biz Hizbullah olarak bu kararı kınamıştık şimdi tekrar kınıyoruz.
Çünkü Uluslar arası Ceza Mahkemesi şimdiye kadar aldığı kararlarda adil bir mahkeme olmadığını gösterdiği gibi aldığı kararların da siyasi kararlar olduğu artık çok açık olarak görülmektedir.
Başkan Beşir konusunda Darfur’a gittiklerini bu konuda araştırma yaptıklarını söylüyorlar. Diyorlar ki Sudan’da kadınlar ve çocuklar Başkan Beşir’in emri ile Sudan askerleri ve Sudan milis kuvvetleri tarafından öldürülmüşler.
Fakat Uluslar arası Ceza Mahkemesi’nin hiç araştırma yapmadan televizyon kameraları önünde açıkça işlenen cinayetler var ve halen de işlenmeye devam ediyor. 33 günlük Lübnan Savaşı sırasında İsrail, kadın çoluk çocuk demeden öldürdü neredeyse topraklarımızı yerle bir etti ve bütün bu yaptıranların emrini Livni, Olmert ve Halutz ve diğerleri verdi.
Uluslar arası Ceza Mahkemesi bu konuda harekete geçmedi. Öyle ki bu konuda direkt bir araştırma yapmasına da gerek yoktu. Ya da dünyanın gözleri önünde İsrail’in Gazze yarısından fazlası kadın ve çocuk olan 1300’den fazla kişi öldürülürken kılını bile kıpırdatmadı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin savcılarından birini bu konu hakkında harekete geçmiş olarak görmedik. Birinci ve ikinci Kana katliamları halen daha tetkike muhtaç.
Ya da George W. Bush ve Amerikan askeri yetkililerinin Afganistan, Pakistan ve bazen de Irak’ta her gün 40, 50 ya da 100 sivilin ölmelerine neden olduğu ortada iken bu mahkemenin harekete geçtiğini görmüyoruz.
Milleti öldürüyorlar sonra da çıkıp yanlış hedefi vurduk, istihbarat hatası diyorlar. Bu istihbarat hatası Iraklı, Afganistanlı ve Pakistanlı yüz binlerce insanın ölmesine neden oldu. Bu nedenle tartışma ayrıntıyla alakalı bir tartışma değildir. Tartışma Başkan Beşir ile alakalı bir tartışma değildir. Tartışma daha temele ilişkin bir tartışmadır.
Şimdi bu mahkeme özgür ve bağımsız bir mahkeme midir? Yoksa bazı siyasi hesapları tasfiye etmek ve dünyadaki büyük siyasi hesaplara hizmet etmek için oluşturulmuş bir yapı mıdır?
Sudan uzun zamandan beri hedef tahtasına oturtulmuştu. Çünkü su ve petrol konusundaki tercihleri birilerini rahatsız ediyordu. Bunun yanında birkaç yıldan beri direnmekteydi ve bunun hedef alınmasına neden olmuştu.
Biz burada bu Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargıçlarının bu konudaki kararı üzerinde tartışmıyoruz. Üzerinde tartıştığımız konu sıhhatli bir şekilde ne olduğu tam olarak belirlenememiş bir konuda karar alırlar iken, İslam coğrafyasında yüz binlerce insanın ölümüne neden olan bir olaya bigâne kalmalarını, sessiz kalmalarını eleştiriyoruz.
Bu bir skandaldır ve tekrarlanabilir ve Amerikan ve İsrail’in çıkarlarına göre hareket eden bu tür uluslar arası kuruluşların kararlarına şüphe ve dikkatle yaklaşmak lazım; zira bu tip kurumlar olaylara hukuki olarak değil söz konusu güçlerin isteklerini meşrulaştırmak için eğiliyorlar.
Seçimlerin başlamak üzere olduğu bu günlerde sakin bir havaya olan ihtiyacımızı vurgulamak istiyorum. Her ne kadar entrika çevirenler ortalığı karıştıranlar olsa da bizler akıllı olmalı ve akıllıca hareket etmeliyiz.
Bu bağlamda bazı medyaya organlarının şurada burada olan bazı güvenlik olaylarını abartmalarının tehlikesine dikkat çekmek istiyorum. Bu tür olayla 2005 seçimlerinden önce de meydana gelmiştir ve hatta Lübnan’da siyasi istikrarın olduğu zamanlarda da olmaktaydı. Ancak bu tür güvenlik olaylarını abartarak alelacele birilerini suçlamak tehlikeli ve faydasızdır.
Burada kimseyi suçlamak istemiyorum, ancak bu tür olaylarla ülkede gerginlik meydana getirmenin bir anlamı yok; çünkü bu olayların birçoğu siyasi bir kararın sonucu olmayan ferdi olaylardır. Hatta bu tür olayların basına yansıması çoğu zaman yanlış hatta tersi şekilde olmaktadır.
Bu tür olaylarla Lübnan güvenlik birimleri ve hukuk birimleri ilgilenmektedir. Mesela güneyde bazı sorunlar yaşanıyor, bazıların arabalarına bomba konuluyor. Birileri de çıkıp hemen birilerini itham ediyorlar. Nedir yani deliliniz nedir, nereden biliyorsunuz?
Mesela bazı olaylar oluyor, bu olayların araştırılıp gün yüzüne çıkarılması gerekiyor. Olaylar araştırıldıktan sonra görülüyor ki olaylar bireysel olaylardır. Ancak birileri hemen ardından bazılarını itham ederek ülkede bir gerginlik ortamı meydana getiriyor. Bu gibi olayları abartarak ülkede gerginlik meydana getirmenin anlamı yok ve bunlar lüzumsuz. Bazıları diyor ki bu olaylar gurbetçileri korkutmak içindir ki seçimlere gelmesinler.
Yani ufak bir haber aldıklarında bunun büyütüyorlar ve siyasi meselelere mesnet yapıyorlar. Sonra sen göçmenleri seçimlere girmesinler diye kaçırmış oluyorsun.
Bu nedenle olaylara doğal boyutu ile yaklaşalım ve bu olayları güvenlik güçleri ile siyasi güçler ile birlikte halletmek için uğraşalım. Bu bizim sorumluğumuzdur ve ülkemizin çıkarına olan budur. Barış huzur istikrar ancak bu şekilde sağlanır.
Bununla birlikte bu gibi olaylarda muhalefet itham edilirken acele ediliyor. Bu gibi olaylarda muhalefet seçimleri iptal etmeye çalışıyor deniliyor. Bu gülünç, çünkü eğer seçimler sonucunda muhalefet eğer çoğunluğu ele geçiremez ise ne olacak ki?
Biz şimdi parlamentoda çoğunluğu oluşturmuyoruz. Seçimlerde çoğunluğu ele geçirecek olsak da sizin de bildiğiniz gibi Lübnan’daki sisteme göre bu Lübnan parlamentosundaki çoğunluk, halkın seçtiği çoğunluk anlamına gelmiyor. Çünkü Lübnan’ın kendine göre bir meclis sandalye dağılım istemi var. Bu nedenle muhalefet seçimlerde çoğunluğu alamasa bile ne kaybeder? Hiçbir şey.
Bu gibi ithamlar, kaybetmesi durumunda bir şeyler kaybedecek olanlar için mantıklı olabilir ancak. Bu nedenle hükümette olan ve parlamentoda çoğunlukta olan sizlersiniz… Üçte bir meselesi hakkında almış bir tartışma yürüyor. Bu nedenle seçimler olur da siz çoğunluğu alamaz iseniz siz çok şey kaybedeceksiniz. Seçimler olur da biz çoğunluğu ele geçiremez isek, olduğumuz yerde kalacağız ve herhangi bir şey kaybetmeyeceğiz.
Tam aksine seçimler muhalefet için bir fırsattır ve çoğunluğu ele geçirmek için önemli bir araçtır. Bu nedenle muhalefet seçimlerin gerçekleşmesi ve bunun mümkün olan en sakin ve emin olan havada gerçekleşmesi için çaba sarf edecektir.
Konuşmamın sonlarına doğru yeni Amerikan yönetiminin Hizbullah ve Hamas ile olan diyalog söylemi üzerine konuşmak istiyorum. Bunda iki şart öne sürüyorlar bunlardan biri İsrail’in tanınması, ikincisi ise şiddetin terk edilmesi.
Amerika’nın herhangi bir taraf ile şatlı ya da şartsız bir görüşme başlatması ahlaki saiklerden değil Amerikan planlarının bölgede başarısızlığa uğramasından kaynaklanmaktadır.
Suriye’yi dışlama yalnızlaştırma çabaları bir sonuç vermedi şimdi diyorlar ki o zaman diyalog yoluna başvuralım. Bu nedenle mesele ahlaki bir mesele değildir, Suriye direnmiştir ve birileri Suriye’nin bir gerçek olduğunu anlamışlardır ve onunla diyalog yolunu tercih etmek zorunda kalmışlardır.
Bugünkü İran, 30 senedir vardır ve bunun 8 senesi savaş ile geri kan 22 senesi ise ambargo altında geçmiştir. Ancak İran gün geçtikçe kuvvet kazanmaktadır. Gökyüzüne ulaşmıştır, medeni ve askeri ihtiyaçlarını kendisi üretmektedir ve bu gün onun nükleer gücünden korkmaktalar.
İran’ı yalnızlaştırma dünya sisteminin dışına itme çalışmaları bir fayda vermemiştir. Siz eğer bölgede konuşmak istiyorsanız bölgede etkin olan devletler ile de diyalog kurmanız gerekiyor. Bunların içerisinde Suriye ve İran başta gelmektedir. Açık olarak görülmüştür ki müstekbirlik yapmanız sizi başarısız kılacaktır.
Direniş hareketleri zayıf ve sallantıda ise neden onunla irtibata geçme zorunda hissettiler kendilerini. Zira yenilen ve dizleri üstüne çökenler ile kimse diyaloga geçmez. Bu işin bir tarafı…
Şartlar meselesine gelecek olursak. Hizbullah terörist örgütler listesindedir ve onun birçok kuruluşu hatta televizyonu bile terörist örgütler listesindedir. (Tabi bu başkaları için de geçerli.)
Bunun yanında falan kişiler de teröristler listesindedir. Hac İmad Muğniye de bunların içerisinde idi ben ve birçok kardeşim de terörist listesindeyiz. Bakın Amerikalılar bölgede kimler ile ilgileniyorlar bu noktaya gelmek istiyorum.
(Şimdi diyorlar ki) Siz çok uzun zamandan beri teröristler listesindesiniz, şimdi gelin geçmişi Allah affetsin, diyaloga geçelim. Siz bizi eğer Amerikalıların kanı ile itham ediyorsanız, bizi bununla kabulleniyorsunuz demektir. Siz eğer bizi terörist olarak niteliyor iseniz bizi bu şekilde kabul ediyorsunuz demektir.
Yani diyorsunuz ki gençler bırakalım geçmişte olanları, gelin siz İsrail’i tanıyın olayı tatlıya bağlayalım. Olay budur.
Acaba bölgede bir Amerikan siyaseti var mı? Bölgede İsrail var onu tanıyın şiddeti bırakın. Ne demek şiddeti bırakın, yani direnişi bırakın demek. Yani direnişi bırakın, İsrail’i tanıyın geçmişte olanları unutalım.
Birileri Amerikalı elçilerin Lübnan’ı ziyareti hakkında bayağı bir yorum yapıyorlar. Biz şiddeti bırakacağız, İsrail’i tanıyacağız sonra Amerika bizim ile diyaloga başlayacak; ama Amerika’nın sürekli bir dost ve düşman algısı yok ahlaki değerleri de yok. Bu nedenle varılacak olan uzlaşma da belirsiz yani.
Fakat burada Amerika’nın Hizbullah ile görüşmelere başlamak için koyduğu şartlardan önce sormamız gereken bir soru var. Acaba Hizbullah Amerika ile diyaloga hazır mı? Eğer hazır ise şartları var mıdır yok mudur? Tabi Amerika’nın şartlarının kabul edilmesi söz konusu değil.
Bugün Hz Peygamber’in doğum gününü kutladığımız miladi 2009 hicri 1430 yılında yani bu gün, yarın bir sonraki sene, bin sene sonra kıyamet gününe kadar, biz evlatlarımız torunlarımız onların torunları, biz Hizbullah olduğumuz sürece İsrail’i kabul etmemiz mümkün değil. Peki, nedir bu İsrail?
İsrail illegal, gasıp terörist, saldırgan ve ırkçı bir oluşumdur. Hiçbir Arap ve Müslüman’ın hiçbir şekilde bu oluşumu kabullenmesi mümkün değildir. Yani birisi çıkıp dünyanın her yerinden gelen yabancı insanların başkalarının topraklarına yerleşmesini, o toprakların sahiplerinin ise topraklarını terk etmek zorunda kalmasını, boyun eğmesini doğru görecek. Bunu kabullenmek mümkün müdür?
Biri çıkıp bunu kabul edecek birinin dini, ahlaki, ulusal, vatani ne gibi bir şeyle bunu meşrulaştırabileceğini bana anlatsın. Ama bunu Ebrehe’nin ordusu önünde bozguna uğrayıp aciz kalan rap aşiretlerinin ve kabilelerinin durumuna benzetebiliriz.
Yani ne yapabiliriz bu İsrail, arkasında da Amerika var! Ona karışı koyamayız. Kaçalım bütün mukaddesatımızı Ebrehe’nin ordularına bırakalım. Bu mantık Arapların Fil vakıası sırasında sahip olduğu mantıktır. Yani İsrail’in arkasında Amerika var biz onunla baş edemeyiz. Durum da aynısıdır mantık da aynısıdır.
İsrail’i kabul etmek aciz ve yenilgiyi kabul etmiş bir insanın takınabileceği bir tavrın ürünü olan bir durumdur. Fakat biz bu kadar zayıf olmadığımıza inanıyorsak, ayaklarımızın üzerinde durabilecek kadar güçlü ve kuvvetli olduğumuza inanıyorsak. Biz burada sırt sırta omuz omuza vererek bu gasıp rejime karşı koyabiliriz, hatta onu ortadan kaldırabiliriz.
Deniliyor ki onların arkasında Amerika var. Bizim de arkamızda Allah var, bu Temmuz Savaşı’nda da böyle idi Gazze’de de böyle idi.
Arkalarında Amerika varmış; ancak biz Amerika’nın nereye gittiğini de bilmiyoruz. Mali ve iktisadi durumunun da dünyadaki durumunun da nere gittiği belirsiz… Bu birkaç seneden beri krizin etkilerini kırmak için vakit kazanmaya çalışıyorlar. Bu var olan bir fırsattır.
Hâsılı bize şart koşanlar bunlar. Ama biz her ne şart altında olursa olsun biz İsrail’i tanımayacağız. Bana diyorsun ki; tanımamak savaşa gitmektir. Ama savaşa gücün yetmiyorsa bile bunu itiraf etme, bu adamlara meşruiyet verme. Sen buna kadir değilsen bile çocukların; onlar olmaz ise onların çocukları kadir olacaklardır. Madem karşı koyacak gücün yok o zaman çıkma karşısına. Ama bu adamlara meşruiyet de verme. Ama biz direniş olarak bu gasıp rejim burada olduğu sürece, değil direnişi terek etmek, onu izzetimiz, şerefimiz ve namusumuz bileceğiz.
Diyalog meselesine gelince bizim diyalogu şartsız kabul edeceğimizi kim söyledi. Ama tabi burada şartları söylemiyorum.
Hz. Peygamberin doğum günü olan bu mübarek günde herkesi birlik olmaya yardımlaşmaya, hayırlı olanda yarışmaya davet etmek istiyorum.
Herkesi bu ümmet için, ümmetin izzeti şerefi için ve kutsallarını korumak için bir araya gelmeye davet ediyorum. Allah bizleri muvaffak kılsın, sorumluluklarımızı yerine getirmeyi bize nasip etsin.
Tekrardan bu mübarek gün hepimiz için kutlu olsun.
Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi sizlerle olsun.
Çevri: YDH