Filistin yetkilisi Kemal Midhat suikastından İsrail’i sorumlu tutmak çok yararlı olabilir; ancak kesinlikle inandırıcı değil!
İnandırıcı olan asıl şey Lübnan’daki Filistinli varlığını tehdit eden yeni bir tehlikenin söz konusu olduğudur. Nitekim Filistinliler burada realiteden kopuk ve geleceklerini göremeden, eskiden olduğu gibi yaşamlarını sürdürüyorlar.
Cinayet elbette korkunç! Tabi ürkütücü olan sadece bunu yapanların profesyonelliği, titizliği ve dahası hareket serbestliği değil! Bilakis Filistinlilerin arasındaki anlaşmazlığa ışık tutmasıdır. Nitekim bu kıvılcım bütün kampları sıçrayabilir ve oradan da çevreye yayılabilir. Ancak bu çevre, geçen yüzyılın seksenli yıllarından bu yana meseleyi çözememiştir ve bu konuda anormal ilişkileri düzenlemek için de en ufak bir fikre sahip değiller.
Belki de bu cinayet, Lübnan’ın önceliklerinin gölgesinde kalmış meselenin tekrar gündeme gelişinin bir başlangıcı olur. Burada şunu da eklemek gerekir; bu eylemi gerçekleştirenler Lübnan ve Filistin taraflarını, en azından her iki tarafın da şu anda istemeyecekleri ve bir yere de ulaşamayacakları zorunlu bir yola sokmayı ümit etmektedir.
Mantık uyarınca çeşitli suikast eylemleri, genel olarak alternatif bir sürecin başlatılması değil bir sürecin durdurulması çabasıdır.
Öte yandan Lübnan-Filistin ilişkilerinin bu cinayetten sorumlu tutulamayacağı gerçeği Lübnan’ı kendi sorumluluğundan kurtarmaz. Lübnan, Filistin kamplarında ve dışında yaygın olan siyaset ve güvenlik kaosunu kontrol altına alma çabasını sürdürmelidir.
Lübnan Ulusal Diyalogu görüşmelerinde de bu hususa işaret edilmiştir ve bu konuya neredeyse tüm kesimlerin desteği de sağlamıştır. Eğer böyle bir kontrol sağlanamazsa, Lübnanlıların korktukları başlarına gelebilir ve Filistin kamplarının içerisindeki mücadeleler Lübnan sahasına taşınabilir.
Suikastın öncelikli hedefi, Lübnan’ın tanımış olduğu Filistin otoritesidir. Ne var ki bu otorite artık Filistinlilerin üzerinde uzlaştığı bir yapı olmaktan çıkmıştır.
Bu hem içeride hem de dışarıda geçerlidir. Sorunun kaynağı da bu otoriteye bağlı kalmanın yetersizliğidir. Bu otorite geçtiğimiz 25 yıl boyunca küçük ve silahlı örgütler yaratmış, bunlar da daha fazla ödeyen kişilerin alış-verişine açık hale gelmiştir. Ancak bu durum Filistinlilerin sığındığı diğer yerlerde değil özellikle Lübnan’da geçerlidir. Bu durum El Fetih ve Hamas gibi iki büyük hareketin kredisini, halk desteğini ve Lübnan’daki varlığını tüketmektedir.
Cinayetin en büyük tehlikesi Filistinliler arasında bir iç çatışmanın kapısını aralaması nedeniyledir. Böylece tüm büyük örgütler ve küçükler birbirlerine nefretle yaklaşacaktır. Bu da kamplarda suikastların ve bireysel çatışmaların sinyallerini verecektir.
Nitekim Lübnan’daki Filistinlilerin durumu 1982 İsrail işgalinden bugüne genel olarak hep bu minval üzere olmuştur. Savaş kıvılcımlarının ateşlenmesi için böyle bir zamanlamanın seçilmiş olması hem Lübnanlıları hem de Filistinlileri aynı şekilde zora sokar. Bu hususun, eylemi düzenleyen profesyonel çevrenin de gözünden kaçmadığı ortadadır.
Lübnan, olayları uzaktan izlemekle yetinemez. Bu bir lüks olur ve böyle bir şeyi beklemek imkânsızdır.
Filistin kamplarındaki kamuoyuna hâkim olan genel atmosfere uygun bir Lübnanlı ulusal söylemin geliştirilmesi gerekmektedir.
Bu söylem, tüm Filistinlilere silah bırakma çağrısında bulunmalıdır. Yine Lübnan sahası ile davaya hizmet edecek siyasi, diplomatik ve medyatik bir kürsü olarak ilişki kurulması gerekmektedir. Ne var ki evlatları bu davayı kaybetmek için büyük çabalar harcamaya devam ediyor.
Çeviren: Muhammed Emin Üzümcü